Ahde Vefa Zamanı

Kapak Gündem – Hakan Sarıküçük / 2013 Kasım / 12. Sayı

Ahd: Hem yemin, hem de kesin söz verme anlamındadır. Yemin, ahdin dinî yönünü, söz verme ise, ahlâkî boyutunu ihtiva eder.

Vefa: Sözünde durmak, ödemek anlamındadır.

“Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelen “ahde vefâ” İslam ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir.

Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır. Allah’ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz. Adem’in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir.

Nitekim AllahuTeâlâ: “Bir de Rabbin, Ademoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği vakit, “Pekala Rabbimizsin, şahidiz” dediler. (Bunu) kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” demeyesiniz diye (yapmıştık).”1Buyurarak yaratılmışlığın sebeb-i ilahiyesini ve verilen söze uymanın gerekliliğini belirtmiştir.

Kur’ân’da ahde uygun hareket edilmesi imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalanlara büyük ödüller vaad edilmiştir;

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”2

Allah’a karşı ahitlerini hiçe sayanların âhirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiş ve verdikleri sözü yerine getirmeyenler bozguncu (fasık) olarak nitelendirilmişlerdir:

“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”3

“Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşeri ve ahlâki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”4

“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.”5

İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için dikkat edilmesi gereken husus, ahde vefâdır. Bu yüzden, Allah Teâlâ, Kur’ân’da, insanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla durur.

Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kur’ân-ı Kerîm, gerek insanlar arası ve gerekse uluslararası ilişkilerinde ahde vefaya ayrı bir önem atfeder.

Kur’ân-ı Kerim, ahde vefa gösterilmesini bütün hayatın esası ve faziletli bir yaşamın ön şartı kabul eder. Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır. Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta;

“(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.”6  “…Allah’ın ahdini yerine getiriniz…”7 buyurmaktadır.

Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar. Ayrıca Allah azze ve celle ahdine vefa göstermeyen bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler var ya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.” 8 buyrularak buna dikkat çekilmiştir.

“….Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.”9

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.”10

Ayetlerden anlaşıldığına göre, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir.

Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek, ahlaksızca bir tutum olur. Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir. Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur.

Kısaca, bu âyetler, kişinin Allah’a olan inancından dolayı manevî, ahlâkî, toplumsal ve uluslararası ilişkilerdeki sorumluluklara işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelerin, bütün antlaşmaların ilke olarak Allah’la yapılmış sayılacağını ve dolayısıyla bunlara tam bir riayet gerektirdiğine dikkat çeker.

Zikredilen âyetlerden de anlaşıldığı üzere, Kur’ân, sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği saymıştır.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve verilen sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur.”11 Kur’ân’da, verilen sözün yerine getirilmemesi hususu Allah katında en çirkin davranışlardan biri, hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”12

Bir Müslümanın sözü gerçekten Allah’a verilmiş bir sözdür. Müslüman, Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı düşündüğü an Allah’ın kendisini hesaba çekeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Çünkü ahdine sadık kaldığında Allah katında kendisi için hayırlar hazırlandığının şuurundadır.

Kuran-ı Kerim Allah’u Teala’ya verdikleri ahidlerine uymayanları: “Sana uyan azgınlardan başka” Ahidlerine uyan mü’minlerin üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını da: “Kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur.” 13 buyurarak bildirmiştir.

Allah azze ve celle “Allah’ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.”14buyurmaktadır. Yani Allah adına verdiğiniz sözleri, dünya hayatının getirdiği cazibe ve süsü ile değişmeyin. Zira bu dünyadaki göstermelik lezzetler müminin ahirette karşılaşacağı nimetler yanında hiçtir.

İşte bundan dolayı olsa gerek ki, Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir.

Verilen sözün yerine getirilmesi Kur’ân’ın emridir. Müslümanın sözü senet gibidir. Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. İnanan insan verdiği sözden caymaz. Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilir. Peygamberimiz buyuruyor ki: İbnu Amr İbni’l-As radıyallahuanh anlatıyor: “Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar.” 15

Şanı yüce olan AllahuTeâla; “Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.”16buyurmuştur. Bu sözlerle münafıkların vasıfları zikredilmiş ve bu sıfatlar hayat bulduğu sürece, kendini mümin olarak adlandırsa bile yaptıkları bu kötü vasıfları düzeltmezler ve tevbe edip rücu etmezlerse Allah’uTeâla bu vasıfları taşıyanların akıbetlerinin iyi olmayacağını beyan buyurmuştur:

“Şüphesiz ki münafıklar cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.”17.

Mü’minlerin vasıflarını bildiren Rabbimiz bir âyetinde şöyle buyurmaktadır:

“Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.”18

Kulluğun en başta gelen özelliği sözünü yerine getirmektir.

“O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.”19

Yüce Mevlamız örnek gösteriyor:

“Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir rasul, bir nebi idi.”20

Rabbimizin nezdinde beğenilen İsmail Peygamber kitapta anılmasına sebebiyet veren özelliği de sözüne bağlılıktır. Abdullah İbnuEbi’l-Hamsa radıyallahuanhanlatıyor: “Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem’e daha bi’set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vaadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi. “ Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni bekliyorum!” buyurdular.”21

Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin şu hareketi her türlü takdirin üstünde olsa gerektir…

Hicretin 6. yılında (M. 628) Allah Rasulü ile beş yüz kadar ashabı, hacc maksadıyla, yola çıkmıştı. Yanlarında sadece basit birer kılıç vardı. Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmemişlerdi. Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi. Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada müşriklerle bir antlaşma yapılmıştı.

Bu antlaşmaya göre: “Müşriklerden müslümanların saflarına geçecek erkekler iade edilecek.” Müslüman olmuş ve Rasulullah’a iltica etmiş her erkek, kâfirlere iade edilecekti. Rasulullah: “Bu olmaz!” dedi. Kâfirlerin murahhası, onların heyetinin başı Süheyl ise: “Bu olmazsa anlaşma da olmaz. Kılıçlarımızla üzerinize geliriz” diyerek diretti. Allah Rasulü ısrar edince, Süheyl”de direnerek “Ben imza atmıyorum” dedi. Rasulullah zahirde çok ağır olan bu maddeyi kabul etti.

Henüz müzakere bitmiş, fakat antlaşma yazılmamış, yürürlüğe girmemişti. Tam bu sırada oraya Süheyl’in oğlu Cendel geldi. 17-18 yaşlarında bir genç idi. Daha yeni müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elleri ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden binbir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerin şakırdısıyla kendini Allah Rasulü’nün huzuruna attı. “Merhamet Ya Rasulallah!” dedi. Vücudundaki mızrak, zincir, kırbaç, sopa yaralarını gösterdi. Allah Rasulü: “Ahidname daha imzalanmamıştır. Ben bunu alıkoyacağım” deyince, Süheyl karşı çıktı. “Gördün mü Ya Muhammed! Anlaşmamıza göre oğlumu bana teslim edeceksin!” dedi. Peygamberimizbir söz vermişti, sözünden dönemezdi.

Peygamberimizin içi kan ağlıyordu, onu vermek istemiyordu. Ama bir anlaşma vardı. “Ya Cendel, ne yazık ki seni iade etmemiz gerekiyor” dedi. Babası oğlunun yakasından tutmuş, çekiyor, çekiyordu. Cendel kafasını öbür tarafa çevirmiş, peygamberimizin yüzüne bakıyor. Ya Rasulallah, beni geri mi gönderiyorsun? Ümitlenmiştim, bana sahip çıkacaksın zannediyordum. Beni babamın, bu azgın insanların yanına mı gönderiyorsun, Ya Rasulallah, ben bu ümitlerle zincirlerimi kırmamıştım diyor ve ağlıyordu. Hz. Peygamber ne yapayım ben antlaşma yaptım. Antlaşma yaptığımdan dolayı geri gönderiyorum. Mecburum, dediğinde; Demek antlaşma yaptın Ya Rasulallah, Sen git mi diyorsun gideceğim. Yeter ki sen emret, ben gideceğim, Öl de öleceğim dedi.

“Pekâlâ. Cendel git! Allah seni ve seninle beraber bütün mazlumları kurtaracak. İslâm’ın geleceği için benim böyle hareket etmem lâzım” dedi.

Ashab-ı Kiram’ın hepsi kılıçlarını yarıya kadar çektiler. “Ya Rasûlallah! Olmaz bu”! dediler. Ömer radıyallahu anhu o kadar galeyana gelmişti ki, Allah Rasûlü ile arasında şu sözler geçti:

-“Ya Rasûlallah, Sen bize vaad etmedin mi ki, Kâbe’yi ziyaret edeceğiz.”

-“Ben Allah’ın dediğinden başkasını yapmam.”

-“Ya Rasûlallah, sen Allah’ın peygamberi değil misin?”

-“Allah’ın Peygamberiyim. Fakat ben Allah’ın dediğinden başka şey yapmam.”

-“Ya Rasulallah! Sen Allah’ın Peygamberi değil misin?”

Allah’ın Peygamberiyim, ama ben Allah’a isyan etmem.

İşte ahde vefa örneği…

Peygamberimiz Hz. Ali’nin dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.”

Rabbimiz bizleri de ahdine vefa gösteren  rehberi ve önderi olan efendimiz Aleyhissalatuvesselamın izinden yürüyen muvahhid müminlerden eylesin. Amin . Selam ve Dua ile.

——————————————-

1 A’raf suresi ayet-172

2 Fetih, 48/10

3 Al-i İmrân, 3/77.

4 Bakara, 2/27

5 Ra’d, 13/25

6 En’am,6/152

7 Nahl,16/91

8-Ra’d suresi ayet-25

9 İsrâ, 17/34.

10 Nahl,16/91.

11 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135, 154, 210, 251.

12 Saf,61/ 2-3.

13 Hicr suresi ayet-42

14 Nahl suresi ayet-95

15 Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116).

16 Tevbe suresi ayet-77

17 Nisa suresi ayet-145

18 Mü’minun, 23/8

19 İnsan, 76/7

20 Meryem, 19/54

21 Ebu Davud, Edeb 90, (4996).