Türkiyede Yahudi Lobiciliğinin Tarihçesi -3-

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Haziran / 139. Sayı

Bir önceki yazımızda özelikle kripto Yahudilerin devletin tüm kurumlarını kanserli bir ur gibi sarıp zayıflattığını, etkin kişileri maşa gibi kullandıklarını ve nihayetinde Osmanlı Devleti’ni içten yıkma noktasında baş aktör olduklarını beyan etmiştik.

Peki, Osmanlı Devlet adamları Yahudilerin bu sinsi amaçlarının farkına varamamışıydı? Devlet adamları ve padişahlar habis Siyonist Yahudilerin bu planlarından gafil miydi? Bu soruya maalesef bir kısmı için evet diyebiliriz… Evet, Filistin meselesinde devlet adamlarının bir kısmı tehlikeyi göremeyecek kadar gafildi. Fakat diğer bir kısmı ise satılmış hainlerdi.

Yahudi ve masonların özellikle Sultan 2. Abdülhamid’e son derece düşman olmalarının en önemli sebeplerinden biri onun Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olma çabasıydı. Sultan Abdülhamid Yahudilerin gizli yollarla o topraklara yerleşmelerini engellemek için de çeşitli tedbirler almıştı. Bu tedbirlerden biri de Filistin topraklarındaki kutsal mekanları ziyaret etmek için oraya giren Yahudilerin pasaportlarının gümrük kapılarında alınması ve dönüşte iade edilmesiydi. Yine Yahudilerin Filistin’de herhangi bir şekilde toprak satın almaları da yasaklanmıştı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başını çeken Ahmet Rıza, Enver Paşa, Talat Bey ve Nazım Bey Filistin’e Yahudi göçünün Osmanlı Devleti’ne yarar sağlayacağını iddia ediyorlardı. (!) Oysa onların bu iddiaları mason localarından aldıkları telkinlere dayanıyordu. Zaten Selanik’teki mason localarının temel hedeflerinden biri Filistin topraklarına Yahudilerin yerleştirilmesinin önündeki engelleri kaldırmaktı. En büyük engel ise Sultan Abdülhamid’ti. O tahttan indirilince Yahudi göçünün önündeki en büyük engel kaldırılmış oldu. Zaten ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Hatta bazı tarihçiler Osmanlı Devleti’nin yıkılış tarihini sultan Abdülhamid’in Yahudiler, masonlar ve gafil paşalar tarafından tahtan indirildiği gün olduğunu söylemişlerdir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, sultan Abdülhamid’i tahttan indirince yerine Sultan Reşat’ı getirdiler. Sultan Reşat, ittihatçıların karşısında genellikle pasif kalmıştır. Böylece devlet yönetiminin iplerini ellerine almış oldular. Yaptıkları ilk icraat Filistin topraklarına Yahudi göçünü kolaylaştırmak oldu. İttihatçılar, Sultan Abdülhamid’in yabancıların Filistin’den arazi almalarını yasaklayan kanunlarını uygulamadan kaldırarak, Yahudilerin Filistin dahil memleketin her tarafından toprak satın almalarına imkân sağlayan kanunlar çıkardılar.

1909’da Abdülhamid’in tahtan indirilmesinin akabinde iktidara gelen hükümette birkaç Yahudi kökenli bakan bile bulunuyordu. “1909 Jön Türkler İnkılabından sonra iktidara gelen ilk hükümette, aralarında Baruchiah Russo ailesinin torunu olan ve fırkanın liderlerinden biri olarak faaliyette bulunan Maliye Bakanı Cavit Bey’in de bulunduğu birkaç Dönme mevcuttu.”[1]

Yahudilerin ve onların gizli kanadı durumundaki Dönmeler/ kripto Yahudilerin etkinliklerini gören ve siyonizm tehlikesinin memleketi uçuruma doğru sürüklediğini fark eden Gümülcine mebusu İsmail Hakkı Bey, İttihatçılara karşı 21 Şubat 1910’da Ahali Fırkası’nı kurarak muhalefete başlamıştır. İsmail Hakkı Bey, Şubat 1911’de Meclisi Mebusan’da yaptığı bir konuşmada siyonizm tehlikesine dikkat çekmiş ve Siyonistlerle ilişki içinde olan ittihatçıların memleketi Yahudilere sattıklarını dile getirmiştir.

Bu gerçeği dile getirenlerden biri de Beyrut mebusu Rıza Salih Bey’di. Rıza Salih Bey, İsmail Hakkı Bey’in ardından Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Yahudiler devletlere mahsus bayrak ve aralarında kullanılmak üzere pul çıkardılar ve para bastılar. Para ve bayrak için elimde şu anda vesika yok ise de pul örneğini Şükrü Bey göstermişti. Museviler Filistin’de bir kuruş etmeyen tarlayı elli kuruşa alıyorlar. Birçok araziyi satın alıp koloniler haline getirmektedirler. Bu bölgenin ekonomisi tamamen ellerine geçmiştir.” (Bu dönemde Filistin’de Yahudi nüfusu 58 bine kadar ulaşmıştır)[2]

Önceleri İttihatçılarla birlikte olan ancak onların siyonistlerle iş birliği içinde olduklarını yakinen görünce onlara karşı cephe alan Miralay (Albay) Sadık Bey de siyonizm tehlikesine şu şekilde dikkat çekiyordu: “Bugün siyonistler nazarında Osmanlı Devleti’nin çökmesi, hiç değilse Kudüs’ün ve Filistin’in bizden kopması istenmektedir. Masonlar da onlarla beraberdir. Buralarda bir Yahudi hükümeti kurmak istiyorlar.”

Miralay Sadık Bey bu uyarıyı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kongresine sunduğu bir raporda yapmıştı. Fakat bu rapor İttihatçılar tarafından derhal ortadan kaldırmış ve kendisini de istenmeyen adam ilan edilmiştir.[3]

Tüm bunlardan anlaşılıyor ki; her ne kadar dıştan milliyetçi ve vatansever görünümlü olsa da Yahudilerin kontrol ve güdümünde olan İttihat ve Terakki örgütü Sultan Abdülhamid’i tahtan uzaklaştırıp devletin kontrolünü tamamen ellerine almasından sonra Filistin’de Yahudi devleti kurulmasının önü açılmıştır.

Galata Bankerleri

İspanya’dan kovulan Yahudilerden İstanbul’a yerleşenlerin bu topraklarda yaptıkları işin başında tefecilik yani borç verip yüksek faizle geri alma işi geliyordu. Hatta İstanbul’da “Galata Bankerleri” diye bilinen bir tefeci tabakası (mafyası) bile oluştu. İstanbul’un Galata semtinde bulunan Komisyon Han ve Havyar Han adı verilen iki ayrı handa bu işi yürüten Yahudi tefeciler devlet memurlarından çiftçilere varıncaya kadar para sıkıntısına düşen herkese yüksek faizle borç para veriyor ve bu işten büyük kazançlar sağlıyorlardı. Zamanla işi o kadar büyüttüler ki; devletin yabancı ülkelerden borç bulmasında da aracılık ediyor ve bu iş için komisyon alıyorlardı. Öyle ki devletin milli geliri ve dışarıdan aldığı borçların önemli bir miktarı borsa oyunları, tefecilik ve faizcilik işlemleri ile büyük çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu Galata bankerlerine gidiyordu. Galata Bankerleri tabakasını oluşturan bu Yahudiler faizcilikle kendi sermayelerini sürekli büyütürken devleti ve milleti ekonomik yönden ciddi sıkıntıya soktular. Diyebiliriz ki Osmanlı Devleti’ni ekonomik yönden çökerten en önemli etken dış borç ve onun getirdiği faiz yüküydü. Bu borçların getirdiği faiz yükünün yüksek olmasının en önemli sebebi ise Galata Bankerleri’nin tefecilik oyunlarıydı.[4]

Burada bir hususu hatırlatmakta fayda var: Faiz ve Faizli muamele resmi olarak yasak olduğu için bürokrasi ve kişiler bu durumu aşmak adına farklı bir yöntem geliştirmişti. Şöyle ki; alınan borç miktarı ne kadar ise kişi veya kurum ancak o kadar miktar geri ödeme yapıyordu. Dolayısıyla faizli bir para alışverişi olmuyordu. Fakat bu borçlanma işlemine ek olarak borcu veren kişi, başka bir malı borcu alana satıyordu. Örneğin normal şartlarda 100 lira olan bir kalemi 1000 liraya satıyordu. Borç alanda kalemin gerçek fiyatını bildiği halde bu kalemi o fiyata almak zorundaydı. Böylece zahiren faizli muameleden kurtulunmuş oluyordu. (!) Aslında bu durum Hile’i Şer’iyyeden başka bir şey değildi. Yani şekil olarak İslam hukukuna uygun bir işlemi vasıta kılarak yasaklanmış bir sonucu elde etmek maksadıyla yapılan muamele.

Neticede itibariyle oldukça zorlama olan ve şer’i bir çareymiş gibi tutunulan bu uygulama şanı yüce Allah’ın beyan ettiği gibi Müslümanların ekonomisini felakete sürüklemiştir. (Bakara, 276)

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu Döneminde Yahudi Lobiciliği

Yahudiler, Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde de yoğun lobi faaliyetleri yürütmüşlerdir. Bu lobi faaliyetlerinin etkisini öncelikle eğitim çalışmalarında görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’in ilk eğitimini Yahudi dönmesi bir kişinin okulunda almasında da belki onların eğitime bu derece ağırlık vermelerinin etkisi olabilir. Mustafa Kemal, ilk eğitimini Yahudi dönmelerinden (Sabetaycılardan) olan Şemsi Efendi’nin kurduğu okulda almıştır. Şemsi Efendi’nin asıl adı ise Şimon Zwi’ydi. Bugün mezarı Yahudi dönme mezarlığı olan Üsküdar’daki Bülbülderesi mezarlığındadır.

Mustafa Kemal, Yahudilerin nüfusun önemli bir kesimini oluşturdukları ve oldukça yoğun bir faaliyet içinde oldukları Selanik şehrinde 1881 yılında dünyaya gelmişti. Onun, Nutuk adlı kitabında anlattığına göre çocukluk yıllarında annesiyle babası arasında nerede okutulacağı konusunda tartışma çıkar. Annesi onu mahalle mektebine göndermek isterken babası modern sistemle eğitim veren Şemsi Efendi Mektebi’ne göndermek ister. Sonuçta babasının isteği kabul edilir ve Mustafa Kemal, Şemsi Efendi Mektebi’ne gönderilir.

Şemsi Efendi’nin kim olduğunu kendisi de bir Dönme (yahudi) olan Ilgaz Zorlu ‘Evet Ben Selanikliyim’ adlı kitabında şöyle anlatıyor: “Şemsi Efendi, 1852’de aslen Sabetaycı (yahudi dönmesi) olan bir ailenin ferdi olarak doğdu. Yaşadığı dönemin en büyük Sabetaycı kabalistlerindendi. Kabalist, yahudilerin önemli dini kaynaklarından olan Kabbala’yı yorumlayabilen, tefsir edebilen kişilere denmektedir. Bir ara Feyziye Mektebi’nde yahudi dönmelerin çocuklarına Akaid-i Diniye (yani Sabetaycı akımın inanç esaslarını) öğretti. Dönmelerin iki ayrı grubu durumundaki Karakaş ve Kapancı kollarını birleştirmek için yoğun çaba sarf etti, ama buna muvaffak olamadan öldü.” [5]

Yahudi lobicilerin cumhuriyetin kuruluşu merhalesinde hemen sahneye çıktıklarını görüyoruz. Öyle ki Yahudiler, daha cumhuriyetin kuruluş aşamasından önce gerçekleştirilen Lozan görüşmelerine doğrudan müdahale edebilmek için görüşmelerin yapıldığı şehre kadar gidip Türk tarafını temsil edenlerle irtibat kurmaya çalışmışlardır. Lozan görüşmelerine katılanlardan olan Dr. Rıza Nur, ‘Hayat ve Hatıratım’ adlı eserinde onların müdahalelerinden şöyle söz ediyor: “Bir müddettir İstanbul eski hahambaşı Naum (Haim Naum) bizim otelde (Lozan görüşmeleri esnasında kaldıkları otelde) görülmeye başladı. Baktım bir gün İsmet’le (İsmet İnönü’yle) görüşüyor. Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem. İsmet’e yanaşmış. Yaman Yahudi! Artık İsmet’ten ayrılmıyor. Yemek zamanını biliyor ya, asansörün yanında bekliyor. (Yemek zamanını bildiği için tam o vakitte asansörün yanında bekliyor) Derhal İsmet’in koluna giriyor, belinden yakalıyor. O da onun. İsmet’i lüzumu yokken holde dolaştırıyor. Sonra yemek salonunda, İsmet’le şakalaşıyor, gülüyor.

Anlaşılıyor ki, herkese: ‘İsmet benim samimi, teklifsiz arkadaşımdır’ diye göstermek istiyor ve gösteriyor. Nihayet bütün yahudi sırnaşıklığı (yapışkanlığı) ile yanaştı. İsmet’in yakasını bırakmıyor. Şimdi odasından da çıkmıyor. İsmet bunu müşavir tayin etti. Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor. Heyet-i murahhasa çiftliktir, kullanıyor. (Görüşme heyetini, bu heyet için tahsis edilen parayı adeta kendi çiftliği gibi kullanıyor) Ne diye kandırdı bilmem, bu sadedil (saf, kolay aldanabilen) İsmet, Yahudi’nin dolabına girdi. Derken hahambaşını soframıza da aldı. Bu vakte kadar sesimi çıkarmamıştım. İsmet’e dedim ki: “Bu yahudi de başımıza nereden çıktı? Senin böyle bir yahudi ile laubali görüşmen Türk milletinin haysiyetini ve heyetin haysiyetini kırar. Bu kadar yüz verme! Hiç olmazsa herkesin içinde yüz verme!” Bana kızdı.

Herif derken azdıkça azdı. Heyetten şuna buna herkesin içinde kumanda ediyor. Benim önüme geçip önümde yürüyor. İhtimal İsmet benim sözlerimi ona söyledi. Fakat ben durur muyum? Zaten yahudileri hiç sevmem. Hahama önüme geçtiği vakit hakaret ettim ve kolundan tutup arkama çektim. “Bir daha burada yürü!” dedim.

İsmet’e tekrar dedim: “Bu bir Yahudi’dir. Yahudiler çok adi şeylerdir. Bunun kim bilir ne fena işleri vardır? Bundan bir hayır bekleme! Onun tanıdığı muhit yahudi sarraf alemidir…

Hahambaşı İsmet’e bütün İngiliz ve Fransız ricalini tanıdığını, hepsi ahbabı olduğunu, işleri istediği gibi yaptıracağını söylüyormuş. Tabii İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerine de İsmet’in avucunda olduğunu söylüyordu… Lozan muhitinde dolaşıyor, herkese: ‘İsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden dışarı çıkmaz’ diyormuş.” [6]

Lozan görüşmelerine katılan Türk heyetinin başında İsmet Paşa (sonraki adıyla İsmet İnönü) bulunuyordu. Bu heyetin içinde yer alan Dr. Rıza Nur’un hatıralarında geçen olaylar; Yahudilerin cumhuriyetin kuruluş aşamasında içerde ve dışarda ne denli ciddi bir lobi faaliyeti yürüttüğünü, devlet adamlarını etki altına alabilmek için türlü fırıldaklar çevirdiğini gözler önüne seriyor. Yahudiler, Lozan görüşmeleri esnasında çevirdikleri bu fırıldakları sonraki dönemlerde de çevirmekten geri kalmamışlardır. Bu dolapları çevirirken de özellikle zamanın güçlü devletlerinin yöneticileriyle olan irtibat ve bağlarını kullanıyorlardı.

Hahambaşı Haim Naum’un Lozan görüşmeleri esnasında yürüttüğü lobi faaliyetleri bu kadardan ibaret değildi. Lozan görüşmeleri esnasında Türkiye’de başvekil (başbakan) olan Rauf Orbay’ın belirttiğine göre hahambaşı Haim Naum İngilizler adına İsmet Paşa ile görüşmüş ve gizli pazarlıklarla halifeliğin kaldırılmasını kabul ettirmişti. Rauf Orbay bu konuyla ilgili olarak Feridun Kandemir’e şunları söylemişti: “İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan’da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendi’nin telkinleriyle, hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu.” [7]

Oysa Lozan görüşmelerinin yapıldığı günlerde Mustafa Kemal, Anadolu’da yaptığı konuşmalarda hilafet müessesesinin korunacağını söylüyordu. Mustafa Kemal işte bu günlerde Ankara’daki Meclis-i Mebusan’da (Mebuslar Meclisi’nde) yaptığı konuşmada ise şunları ifade ediyordu: “Türkiye’nin vazifesi makam-ı hilafeti kurtarmaktır. Bu, bizim için bir davayı mahsustur (özel davadır). Bunu makam-ı hilafet olarak nihayetine kadar göstermek ve onun kurtarılmasına çalışmak bizim için hayırlı bir davadır. Bizim için bu dava Alem-i İslam nazarında fevkalade takviye eden bir meseledir. Bunu sarsmak doğru değildir” [8]

O dönemde öyle bir siyaset güdülüyordu ki; hiç kimse Mustafa Kemal’in halifeliği kaldırıp cumhuriyet kuracağını, Osmanlı toplumunun dini ve geleneksel yapısına aykırı devrimler gerçekleştirebileceğine inanmıyordu. Çünkü var olan söylemler bunun aksineydi.

-Devam edecek inşallah-


[1]. Doç. Dr. Abdurrahman Küçük, Dönmeler Tarihi, sh. 543, Rehber Yayınları, Ankara, 1990; G. Scholem, Doenmeh, Encyclopedia Judaica, VI/150-151

[2]. A. N. Ölçen, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Kuvvetler Ayrımı ve Siyasal İşkenceler, sh. 49, Ankara, 1982

[3]. Eski Bahriye Vekili (Deniz Kuvvetleri Bakanı) Topçu İhsan, Resimli Tarih Mecmuası, Haziran 1991, Sayı: 18, sh. 780,

[4]. Bilim Araştırma Grubu, Yehova’nın Oğulları ve Masonlar, sh. 65; Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, sh. 45

[5]. Ilgaz Zorlu, Evet Ben Selanikliyim- Türkiye Sabetaycılığı, sh. 17-21, Belge Yayınları, İstanbul, 1999

[6]. Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, C. 3, sh.1049-1050, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967

[7]. Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay, sh.96-97; Hasan Hüseyin Ceylan, Büyük Oyun, C. 2, sh. 22-23, Rehber Yayınları, Ankara, 1995

[8]. H. Hüseyin Ceylan, Büyük Oyun, C. 3, Çetin Özek, Türkiye’de Gerici Akımlar, sh. 31-34, Varlık Yayınları, İstanbul 1964