Gündem – Analiz – Muhammed Eyüp / 2024 Mayıs / 138. Sayı
İslam tarihi boyunca medya ve propaganda, bilhassa savaş sahalarında Müslüman orduların başarısı için etkin bir şekilde kullanılmıştır.
İslami tebliğ sürecinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, dönemin iletişim araçlarını kullanmaya gayret etmiş, bu doğrultuda Müslümanlar, Mekke ve Medine dönemlerinde mühim icraatlerde bulunmuşlardır.
Bu dönemin en önemli kitle iletişim, yani medya aracı ise şiirdi. Arap toplumunda şairler kitleleri etkileyen, onları belirli fikirler çerçevesine toplayan ve yönlendiren bir konumda yer almışlardır. Müslüman şairlerden müşriklerin suçlamalarına ve şüphelerine şiirlerle cevap verenler, onlardan çok sayıda insanın hidayetine vesile olmuştur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de bu kapsamdaki hadislerinde, şiir yazmayı ve söylemeyi, düşmana ok atmakla eş değer görmektedir.[1]
Müslüman şairlerden Hassan bin Sâbit (v. 680), Kâ’b bin Mâlik (v. 670) ve Abdullah bin Revâhâ gibileri öne çıkmıştır.
Medyanın tanımı temel olarak, “belirli bir fikir ve düşünceyi kitlelere toplu olarak iletme vasıtaları” anlamını taşımaktadır. Esasında İslami tebliğ konusunda da yapılan tam olarak budur. İlahi vahyin kitlelere ulaştırılması için doğrudan yapılan iletişim faaliyetleri, ayrıca İslami tebliğin güçlenmesi için yapılan çalışmaları destekleyici iletişim faaliyetleri bu minvalde değerlendirilmelidir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashabına İslam’ı anlattığı sırada, toprağın üzerine çizdiği şekillerle, çakıllarla, parmaklarıyla tasvir yoluyla (örneğin “cennette şu iki parmağım gibi yan yana olacağız” şeklindeki hadislerde) de bir anlatım yolu benimsemiştir.[2] Bu bir iletişim yöntemi ve kişiye mesajı vermeyi desteklemenin yollarından biridir. Günümüzde medya ile maksat da tam olarak budur. Yalnızca vasıtalar değişmiş ve imkanlar artmıştır.
Bu doğrultuda, o dönemin imkanlarıyla medyanın ve medya vasıtalarının, doğrudan doğruya sahih bir İslami mücadeleye hasredildiği ve bu mücadelenin bir uzantısı şuuruyla yapılıyor olduğu dikkat çekmektedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı, ellerindeki tüm görsel ve yazılı imkanları, İslami tebliğin yayılmasına, İslam düşmanlarının aşağıya çekilmesine ve İslam inancının yüceltilmesine, insanlara öğretilmesine adamıştır. İslam, esasında tüm insanlığa iletilecek bir mesaj olduğundan, İslam hükümlerinin egemen kılınması da tüm Müslümanlar üzerinde bir vazife olduğundan, medya burada ciddi bir vasıta olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak İslam mesajını kitlelere ulaştırmak için, ikinci olarak ise İslami egemenliği hâkim kılma yolundaki mücadeleyi destekleyici olarak faaliyet göstermek için.
Bunun dışında, yukarıda belirttiğimiz gibi, bu yüzyıla kadar harpler genellikle savaş meydanlarında doğrudan yapıldığından, medyanın kullanımı daha çok savaşa dair meseleler etrafında şekillenmekteydi. İslam tarihinde de medyanın eğitim-tebliğ maksadının dışındaki kullanım alanlarından biri de bu olmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Harp hiledir” buyurmaktadır.[3] Şüphesiz ki düşmana karşı hile kullanmanın temel yollarından biri de medya vasıtalarıdır. Medya düşmanı aldatmak, birliğini bozmak, planlarını ortaya çıkarmak, gözünü korkutmak gibi amaçlarla kullanılmıştır.
Yine bu dönemlerde Müslümanlar, posta güvercinlerini de yaygın bir şekilde kullanarak iletişim kurmuş, ayrıca atlı ulakların kullanıldığı posta sistemleriyle de iletişim hatlarını sağlamlaştırmışlardır. Bu iletişim araçları da savaşların seyrini önemli şekilde etkilemiştir.
Verilebilecek bir örnek şudur: Hendek Savaşı’nın devam ettiği kritik günlerde, Gatafan’ın bir kolu olan Benî Eşca’ kabilesinin reisi Nuaym bin Mes’ud gelip gizlice Müslüman olmuş ve Rasûlullah ona Kurayzaoğulları ile müttefiklerinin arasını açma görevini vermiştir. Ona bu görevi verirken düşmanlarla istediği gibi konuşabileceğini söylemiş ve işte tam bu bağlamda ona “Harp hiledir” buyurmuştur.[4] Burada, Rasûlullah’ın sözlü bir medya-propaganda yoluyla müşriklerin işgal ordularını içeriden dağıtmayı hedeflediğini görmekteyiz.
Bir diğer hadise de Uhud Savaşı’nda yaşanmıştır. Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh, Müslümanları cephede bozguna uğratan müşriklerin Medine’ye doğru devam etmeyip Mekke’ye çekildiğini gördüğünde sevincinden haykırmıştır. Rasûlullah ise bunun Müslümanları gevşek ve rahatlamış göstereceğini, bu sebeple müşriklerin elini güçlendireceğini belirterek, ondan sesini alçaltmasını istemiştir.[5]
Ertesi gün de yaklaşık 900 Müslüman askeri toplayarak, Müslümanların savaştan olumsuz etkilenmediğini ve halen kuvvetlerinin yerinde olduğunu göstermek istemiştir.[6]
Yine Mekke’nin fethi sırasında Rasûlullah, İslam ordusundan her bir askerin kamp ateşi yakmasını istemiş, bu sayede İslam ordusunu olduğundan çok göstererek düşmanlarının kalbine korku salmıştır.[7]
Birer örnek olarak Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi, Haçlı işgali döneminde cihadı yaymak ve halkı işgale karşı savaşa teşvik etmek için propagandayı yoğun olarak kullanmıştır. Özellikle çeşitli vaiz ve hatipler burada medya vasıtası vazifesi görmüştür. Benzer bir şekilde İbn Teymiye de Moğol işgaline karşı Müslümanları seferber etmek için vaazlar, hutbeler vermiş, yöneticilerle görüşmüş, risaleler, mektuplar kaleme almıştır. Tüm bunlar, dönemleri için İslam alemi bakımından mühim birer medya meselesi olarak örnek verilebilir.
Bu noktada bir örnek de Osmanlı tarihinden gösterilebilir. 1601 yılında cereyan eden Kanije Müdafaası’nda bir örneğe rastlanmaktadır. Kaleyi savunan Tiryaki Hasan Paşa emrinde az sayıda Osmanlı askeri mevcuttur. Hasan Paşa, kale önlerinde şehid olan Osmanlı askerlerinin ceplerine aldatma maksatlı mektuplar yerleştirmiştir. Mektupları ele geçiren Haçlı ittifakı ordusu, mektuplarda “kalenin cephane ve erzakının uzun süre yetecek kadar fazla olduğu, yakında Osmanlı padişahının destek için bölgeye geleceği” gibi bilgilere rastlamıştır. Oysa bunlar gerçek değildir, Hasan Paşa düşmanı aldatmak için bunları yazdırmıştır. Düşman saflarında bu bilgiler yeterince yayıldıktan sonra, kaledeki savunmacılar bir gece baskını tertip etmiştir. Paşa’nın mektup planının tesiri Haçlı ordusunu korkuya düşürmüştür. Padişahın ordusunun geldiğini zanneden Haçlı ordusu kargaşaya düşmüş, on binlerce kayıp vererek cepheden kaçmıştır.
İslam tarihinin yılları bu gibi birçok örnek barındırır. Tarih okumak bizlere bu açıdan daha kapsamlı bir bakış açısı katacaktır.
[1]. Ahmed b. Hanbel, VI, 387, hadis no: 27218; III, 456, hadis no: 15823. Şemali-i Muhammediye, 245
Kitap 36, Hadis 5
[2]. Buhari, Tirmizi
[3]. Buhari, 3029; Müslim, 58
[4]. İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, II. 229-231; Vâkıdî, II. 487
[5]. Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitab el Meğazi, Cilt 1, sayfa 299
[6]. İbn Hişam, Siretu’n Nebeviyye, Cilt 3, sayfa 389-390
[7]. Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitab el Meğazi, Cilt 2, sayfa 814