Ma’rufu Emretmek Ve Münkeri Nehyetmek Vazifesi Farzdır

Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2013 Ağustos / 9. Sayı

Kitab’ı mübininde bize her türlü hayrı emreden ve bizi her türlü şerden sakındıran Allah Teâlâ’ya hamdolsun. Sünnet’i seniyyesi ile ma’rufun nasıl yaşanılacağını ve yaşatılacağını, münkerden de nasıl sakınılacağını ve sakındırılacağını bize gösteren Peygamber efendimize; en hayırlı ümmet olarak onun dinini yeryüzüne ve insanlık âlemine ulaştıran âline ve ashabına salât ve selâm olsun.

İyiliği emretmek ve münkeri nehyetmenin hükmünü İmam Nevevi rahimehullah şu şekilde özetlemektedir: “İyiliği emretmenin ve münkeri nehyetmenin farz olduğu Kitab, sünnet ve icmaı ümmet ile sabittir. Aynı şekilde bu, dinin bütünü olan nasihatın bir parçasıdır. Allah Teâlâ’nın: “Ey iman edenler! Siz kendinizi koruyun. Siz doğru yolda olursanız, sapan kimse size zarar vermez.” (Mâide: 105) sözüne gelince; bu bizim söylediğimiz hükümle asla çelişmez. Çünkü muhakkik âlimlere göre bu ayetin manası şöyledir: “Muhakkak ki sizler, sorumlu olduğunuz şeyleri tam bir şekilde yaparsanız; başkalarının kusurlu davranmasının size asla zararı olmaz. Ayetin manası böyle olunca, insanın mükellef olduğu sorumluluklardan biri de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmektir. İnsan bu sorumluluğunu yerine getirip, muhatap dinlemeyecek olursa; bu durumda insanın hiçbir kusuru kalmamış olur. Çünkü insanın vazifesi emretmek ve nehyetmekten ibaret olup, muhatabın kabul etmesi onun vazifesi değildir.

Emr’i bi’l-ma’ruf ve nehy’i ani’l-münker farzı kifayedir. İnsanlardan bazıları yeterli derecede onu yerine getirince, günah ve sorumluluk diğer insanlardan da düşer. Ancak hepsi onu terkedecek olurlarsa, korku ve mazeret bulunmaksızın bu vazifeyi yapma imkânı olan herkes günahkâr olur. Bazen bu vazife farzı ayın olur. Örneğin; kusurun işlendiğini sadece bir kişinin bilmesi ya da bu kusuru izale etmenin sadece o kişi için mümkün olması durumunda olduğu gibi… Mesela bir insanın hanımını veya evladını ya da kölesini bir münkeri işlerken veya bir ma’ruf hususunda kusurlu davranırken görmesi gibi… Âlimler dediler ki: Ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek vazifesi, fayda vermez zannı gerekçe gösterilerek mükelleften düşmez. Bilakis bu zanna rağmen bu vazifeyi deruhte etmesi farzdır. Çünkü öğüt vermek mü’minlere fayda verir. Daha önce de söylediğimiz gibi insanın vazifesi emretmek ve nehyetmek olup, muhatabın kabul etmesi değildir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğ etmektir.” (Mâide: 99)(1)

Şimdi de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmenin farziyetini ayet’i kerimeler ve hadis’i şerifler ışığında açıklamaya çalışacağız:

Bilinmelidir ki bu vazifeyi ilk yerine getirenler peygamberlerdir. Ancak Allah’a davet etme sorumluluğu, sadece peygambere ait değildir. Ümmeti de onunla birlikte sorumludur. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem son peygamber olduğu için,  onun dini kıyamete kadar  bâkidir. Kıyamete kadar bu görevi yerine getirmekle sorumlu olan da onun ümmetidir. Esasen Allah’a iman eden herkes, Allah’a davet etmekle yükümlüdür. Nitekim Allah Teâlâ münafıkların münkeri emrettiklerini, ma’rûfu nehyettiklerini beyan ederek: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar” (Tevbe: 67) buyurduktan sonra şöyle diyerek, mü’minlerin en temel sıfatlarından birini belirtmektedir: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar.” (Tevbe: 71)

Burada Allah Teâlâ, mü’minlerle münafıklar arasındaki farkın ma’rûfu emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu beyan etmektedir. Bu da iman edenlerin en önemli özelliklerinden birinin de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu gösterir ki, bunun başında da İslam’a davet etmek gelmektedir. Nitekim İmam Taberi Ebu’l-Âliye’nin şöyle dediğini nakleder: “Allah Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği iyiliği emretmek, şirkten İslam’a davet etmektir. Münkeri nehyetmek ise, putlara ve şeytanlara ibadet edilmesini nehyetmektir.”(2)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Sizden her kim bir münkeri görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet buna güç yetiremezse, diliyle (değiştirsin). Eğer buna da güç yetirmezse, kalbiyle (buğzetsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır.”(3)

Bu hadis-i şerif de açıkça göstermektedir ki, işlenen bir münker ile karşı karşıya kalan her bir Müslüman fert, durumuna göre bir şekilde ona müdahele etmelidir.

Yine Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yûsuf: 108)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ettiği gibi; ona tâbi olan bütün mü’minler de ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ederler.

İmam İbni Kesir bu ayeti kerimenin tefsirinde şöyle demektedir: “Allah Teâlâ kuluna ve elçisine, bütün insanlara ve cinlere şunu bildirmesini emrediyor: Onun yolu, mesleği ve sünneti tek olan, hiçbir ortağı bulunmayan ve O’ndan başka ilah olmayan Allah’a davet etmektir. O, basiret, kesin bilgi ve delille Allah’a davet etmektedir. Ona tabi olan her bir ferd de böyledir. Onlar da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davet ettiği şeye basiret, kesin bilgi, şer’i ve akli delillerle davet ederler.”(4)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem veda hutbesinde bazı hükümleri takrir ettikten sonra şöyle buyurdu: “Burada hazır bulunan, burada bulunmayana tebliğ etsin.”(5)

İslam’ın herhangi bir meselesini kesin bir şekilde bilenler, orada hazır bulunanlar konumunda olup; bunu bilmeyenler de orada hazır bulunmayanlar konumundadır. Dolayısıyla bu emir, bilenlerin bilmeyenlere tebliğ ederek öğretmelerinin gerekli olduğunu ifade etmektedir.

Zaten bir ümmet olarak Müslümanların en önemli vazifeleri de emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münkerdir. En hayırlı ümmet olmalarının şartı, hayra/İslam’a davet etmeleridir. Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; ma’rûf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân: 110)

Allah Teâlâ diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rûfu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âl-i İmrân: 104)

Bu ayeti kerime açıkça ifade etmektedir ki, Müslümanlar arasından yeterli derecede bir topluluğun hayra davet etme, ma’rûfu emretme ve münkeri nehyetme vazifesini yerine getirmeleri farzdır. Eğer bu vazife ihmal edilecek olursa, bütün Müslümanlar günahkâr olurlar. Dolayısıyla fert fert bütün Müslümanlar bu görevi yapmakla yükümlü oldukları gibi, bir topluluk ve cemaat halinde de bu görevi yerine getirmeleri gerekir. Zira münkeri tamamen ortadan kaldırmak için bir cemaatin/organizeli bir toplumun olması gereklidir. Bu husus genel bir kaide olan şu ayeti kerimeye de dahil olur: “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının.” (Mâide: 2)

İmam Cessas’ın, İmam Ebû Hanife’den naklettiğine göre emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vazifesini hakkıyla yerine getirebilmek için bir cemaatin olması kaçınılmazdır.(6)

Allah Teâlâ’nın İslam ümmetine yüklediği cihad vazifesi de “emr’i bi’l-ma’rûf, nehyi ani’l-münker ve davet” çerçevesindedir. Çünkü Allah yolunda savaşmanın en temel gayesi, fitneyi ortadan kaldırmak, şirk ve küfürden nehyetmek ve İslam’a davet etmektir. Diğer taraftan iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek dil ile yapılan cihaddır. Özellikle de zalim bir yöneticiye karşı yapıldığı zaman, en faziletli cihad olarak kabul edilmiştir.

Müslümanların Allah’a davet etmekle, iyiliği emrederek münkeri nehyetmekle mükellef olmalarının bazı gerekçelerini de şöylece izah edebiliriz:

Az önce her Müslüman erkek ve hanımın Allah’a davet etmesinin farz olduğuna dair şer’i delillerden bazılarını aktardık. Bunun anlamı şudur ki, İslam sadece Müslümanın salih ve hidayete ermiş olmasıyla yetinmez. Bilakis onun ıslah edici ve başkalarının hidayete ermelerine vesile olmasını ister. Bunu birkaç yönden gerekçelendirmek mümkündür:

a. Allah Teâlâ elçisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i bütün insanlara göndermiştir. “De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben Allah’ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim.” (A’raf: 158) Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Her bir peygamber sadece kendi kavmine gönderilirdi. Ben ise bütün insanlara gönderildim.”(7)

Bunun açıkça ifade ettiği şudur ki, onun risaleti kıyamet gününe kadar bakidir. Hedefi de bütün insanların, dünya ve ahiret saadetini kazanmaları için hidayete ermelerini sağlamaktır. İşte bundan dolayıdır ki, onun risaleti âlemlere rahmet olmuştur. “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ: 107)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Rabbinin risaletini en mükemmel şekilde tebliğ ederek, Rabbinin huzuruna varmıştır. Artık ondan sonra Müslümanların, İslam davetini bütün yeryüzü ahalisine ulaştırmak için hareket etmeleri gereklidir. Zaten peygamberden sonra Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki şahitleri ve Allah’ın risaletini insanlara ulaştırmakla vazifeli olanlar da onlardır. “Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahid olsun.” (Bakara: 143)

Şüphesiz ki Müslümanın Allah’a davet etmesi, Allah’ın kullarına en büyük faydayı sağlayacaktır. Zira onların şirk ve putperestlik bataklığından kurtularak, Allah’ın dosdoğru yoluna ulaşmalarına ve Rabblerinin hakkını eda ederek yaratılış gayelerini gerçekleştirmelerine vesile olmuş olur.

b. Şirk ve küfrün yeryüzünde kalması er ya da geç, yeryüzünün herhangi bir tarafında kaim olan İslami esaslara muhakkak tesir edecek ve onları bozacaktır. İşte bundan dolayıdır ki İslam, Müslümanın küfür diyarında kalmasını yasaklar ve İslam diyarına geçmesini emreder. Çünkü küfür diyarında kalması dininde fitneye düşmesine ve kalbinin hastalanmasına ya da imanının tamamen elinden alınmasına sebep olacaktır. Buna göre Müslümanın şirk ve küfür ehlini Allah’ın dinine davet etmesi, neticede kendisine fayda verir ve onu küfrün şerlerinden muhafaza eder.

c. Ancak bu davet ve emr’i bi’l-ma’rûf -nehyi ani’l-münker yoluyla Müslümanlardan azap ve helâk defnedilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfâl: 25) 

Bu ayetin tefsirinde İbni Abbas radıyallahu anhu dedi ki: Allah Teâlâ (bu ayeti kerimede) mü’minlere, aralarında münkeri barındırmamalarını emrediyor. Aksi halde azap onların hepsini (salih olanlarını da olmayanlarını da) kuşatır.(8)

Zeynep bt. Cahş radıyallahu anha dedi ki: “Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü, aramızda salih kimseler olduğu halde helâk olur muyuz?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Günahlar çoğaldığı zaman evet…”(9)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde bulunan Zât’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emreder, münkerden sakındırırsınız ya da Allah Teâlâ pek yakında kendi katından size bir azap gönderir de sonra siz O’na dua edersiniz ancak O sizin duanıza icabet etmez.”(10)      

Bu son iki gerekçe Allah Teâlâ’nın şu sözünde de geçmektedir: “Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde; “Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler diye” dediler. Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.” (A’raf: 164-165)

İmam Nevevi rahimehullah dedi ki: “Bilesin ki emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vezifesinin büyük bölümü, uzun zamandan beri zayi edilmiş olup, bu zamanlarda ancak pek az şekilleri kalmıştır. Halbuki bu, dinin üzerinde kaim olduğu ve kendisine bağlı olduğu pek büyük bir konudur. Zira günahlar çoğalıp galip olduğu zaman, azap salih olanı da talih olanı da kuşatır. Zalime engel olmadıkları zaman, Allah’ın azabı ile onların hepsini kuşatması pek yakın olur. Dolayısıyla O’nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden ya da onlara acı verici bir azabın dokunmasından çekinip sakınmalıdırlar. Bunun içindir ki ahiret talibi olan ve Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanmaya çalışan kimselerin, bu konuya özen göstermeleri gerekir. Zira bunun faydası pek büyüktür. Bu konunun büyük bölümü ihmal edilmiş olduğundan, üzerinde daha ciddiyetle durmalıdır. İyiliği emreden ve münkeri nehyeden kimsenin niyetini halis tutması ve muhatabının mevki-makam sahibi olmasından asla ürküp çekinmemesi gerekir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder.” (Hac: 40) “Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa şüphesiz ki o, dosdoğru yola iletilmiştir.” (Âl-i İmrân: 101) “Uğrumuzda cihad edenlere, Biz mutlaka yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah iyilik edenlerle beraberdir.” (Ankebût: 69) “İnsanlar, sadece “iman ettik” demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar? Doğrusu Biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette, sözüne sadık olanları da bilip ortaya çıkarır, yalancıları da bilip ortaya çıkarır.” (Ankebût: 2-3) Bilesin ki ecir ve mükâfat, meşakkat ve zorluğa göredir.

Yine iyiliği emreden ve kötülüğü nehyeden kimsenin, muhatabın onun arkadaşı olması, onu sevmesi, muhatabına yaltaklık etmek için, onun yanında makam sahibi olmak ve onun yanındaki değerinin devam etmesi için bu vazifesini asla terketmemesi gerekir. Çünkü muhatabın arkadaşlık ve sevgisi, onun bir hakkının ve hürmetinin olmasını gerektirir. İşte onun en önemli hakkı, ona nasihat etmek, onu ahiretinin maslahatlarına sevketmek ve onu ahiretinin zararlarından kurtarmaktır. İnsanı gerçekten seven arkadaşı, insanın dünyasında bir eksikliğe yol açsa bile ahiretini imar etmeye çalışan kimsedir. İnsanın düşmanı ise, şeklen dünyasında bir fayda meydana getirse bile insanın ahiretinin harap olmasına veya uhrevi faydasının eksilmesine sebep olan kimsedir. İşte İblis’in bizim düşmanımız olması bu sebeptendir. Yine peygamberlerin (Allah’ın salâtı ve selâmı onların üzerine olsun) mü’minlerin velileri olmaları, onların uhrevi maslahatlarını gerçekleştirmeye çalışmalarından ve onları bu maslahatlara hidayet etmelerinden dolayıdır. Kerim olan Allah’tan dileriz ki bizleri, sevdiklerimizi ve bütün müslümanları rızasına muvaffak kılsın. Cömertliği ve rahmetiyle hepimizi kuşatsın!”(11)

————————————————

1.  İmam Nevevi, el-Minhac: 2/212-213

2.  Bkz: Kurtubi Tefsiri: 8/186

3.  Müslim: 175. Ebû Said el-Hudri’den…

4.  İbni Kesir Tefsiri: 3/613

5.  Buhari: 67. Ebû Bekre’den…

6.  Bkz: Ahkâmü’l-Kur’an: 2/49

7.  Buhari: 335

8.  Bkz: İbni Kesir Tefsiri: 3/292

9.  Buhari: 3346

10. Tirmizi: 2169;  İmam Ahmed, Müsned: 5/391. Hasen-Sahih

11.  İmam Nevevi, el-Minhac: 2/214