Gündem – Nedim Bal / 2014 Nisan / 17. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
Yeryüzü kaynıyor! Yemen, Tunus, Libya, Mısır, Filistin, Suriye, My ambar derken şimdi de Afrika…
Yaşanan bu zulümlerin arkasındaki eli kanlı katiller kim? İslam coğrafyalarını baştan sona işgal ederek Müslümanların topraklarını, kaynaklarını ve insanlarını sömüren güçler kim?. Bu coğrafyalardaki İslami kültürü bozan, ahlaksızlığı yayan ve dini ifsat edenler kim?
Afrika’nın özellikle kuzey yarım küresi önümüzdeki yıllarda çeşitli iç savaşlar sebebiyle büyük Müslüman katliamlarına sahne olabilir. Daha şimdiden Fransız askerlerinin desteği ile binlerce Müslüman katledilmiş durumda.
Peki, neden Müslümanlar üzerinde bu katliamlar yoğunlaştırılıyor?
Afrika 200 yıldır inanılmaz bir hızla Hristiyanlaştırılıyor. Başta İngilizler, Fransızlar ve Vatikan olmak üzere bütün kiliseler Afrika üzerinde yoğunlaşmış durumdalar. Önce Afrika’nın okuyan, yazan, çizen, yöneten elit kesimini ele geçirip Hristiyanlaştırıyorlar. Üst kademedeki bu Hristiyanlaştırma çalışması başarıyla sonuçlandıktan sonra alta yani halka doğru Hristiyanlaştırma çalışmaları devam ediyor.
Afrika’daki Hristiyanlaştırma faaliyetleri sadece yerli kabile dinlerine mensup olan kimseler üzerinde yapılmıyor. Maalesef son 20 yıl içinde Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçiş, azımsanmayacak ölçüde artmış durumdadır. Bunun sebepleri arasında; Afrika kıtasının neredeyse tamamında terk edilen davet ve tebliğ faaliyetlerinin zayıf olması, fakirlik ve cahilliğin yaygın oluşu yatmaktadır.
Batı dünyası; Afrika da tam bir ikiyüzlülük dersi vermektedir. Aslında Afrika, batının gerçek yüzünü resmeden önemli bir Kıta’dır.
Başta Fransızlar ve İngilizler olmak üzere tüm Hristiyan Avrupalılar bu Kıta’ya akın akın üşüştüler… Bu Kıta’nın tüm zenginliklerini silip süpürdüler. Sonra yetmedi bu Kıta’nın siyah tenli insanlarını hayvan avlar gibi avlayarak, boyunlarına tasma, ayaklarına zincirler vurarak gemilere doldurdular. Milyonlarca insan uzun yolculuklarda ve ağır çalışma şartları içinde öldü.
Sağlam olarak Avrupa ve Amerika kıtasına ulaşabilenlerde büyük çiftliklerde ve ağır işlerde kullanıldı. Bazıları, insanları eğlendirmek için kurulan sirklerde maymun muamelesi gördüler.
Şimdi aynı emperyalist Hristiyan dünyası bu günkü Afrikalı insanların başlarını okşayıp “vah vah! Size ne oldu böyle? Siz çok zayıf ve güçsüzsünüz. Sizler bu hale nasıl düştünüz? Gelin Hristiyan olun ve bizler gibi güçlü olun” diyorlar.
Bu büyük devasa kıtanın yerli insanlarının mensup olduğu din, kültür, örf ve adetlerinin zayıflayıp paramparça olması, diğer taraftan sömürgeci batılılara karşı direnecek fikri ve maddi güçlerinin olmaması ileride özellikle kuzey Afrika bölgesinin tamamen Hristiyan dünyasının eline geçme ihtimalini kuvvetlendiriyor.
İşte tam bu noktada mevcut planların başarıya ulaşmasının önündeki en büyük engel ve tehlike olarak İSLAM ve MÜSLÜMANLIK durmaktadır. Çünkü İslam dini; Hristiyan, Yahudi ve müşriklere asla itaat etmemeyi, onları veli / dost / yönetici edinmemeyi, zulme karşı durmayı, sömürülmemeyi dahası küfrün ve şirkin önderleriyle savaşmayı emretmektedir. İşte bu yüzden emperyalist Hristiyan âlemi ve Siyonist Yahudiler için en büyük tehlike İslam ve Müslümanlardır.
Afrika kıtasının daha rahat ve kolay sömürülebilmesi için ya Müslümanların Hristiyanlaşması yâda tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir. Şu an emperyalist Hristiyan âleminin gözetimi, oluru ve teşviki ile gerçekleştirilen Müslüman katliamlarının altında yatan en büyük sebeplerinden biri de budur.
Fakat asla unutulmamalıdır ki; Müslümanlar üzerindeki bu zulüm ve vahşetin en büyük sebebi; Müslümanların tevhid inancına sahip olup İslam’dan vazgeçmemeleridir. Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim, bu hakikati çok açık bir şekilde ifade etmektedir; “Onların (Mü’minlere) işkence etmelerinin sebebi aziz ve hamid olan Allah’a iman etmeleridir.” (Buruc 8)
Tarih tekerrürden ibarettir. Küfür cephesi tarihin her döneminde aynı vahşet ve alçaklığın içinde olmuştur. Allah’a ve onun Peygamberlerine karşı iftiralar atarak zulmedenler diğer insanlara niçin zulmetmesinler ki?
Kenya kurucu devlet başkanının şu sözü Afrika gerçeğini ne kadar güzel özetliyor; “Avrupalılar geldiklerinde onların elinde incil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki, incil bizim elimizdeydi. Fakat topraklarımız ise beyazların olmuştu.”
Onların bir hilesi varsa Allah’ında onlara karşı bir tuzağı vardır. Mazlumların ahı yerde kalmayacaktır. Allah zuntikamdır.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden kardeşlerimizin içi ferah olsun. Bizler sadece bu dünyaya iman edenler değiliz. Biz, ötelerin ötesine iman edenleriz. Bir gün mutlaka zalimler yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı) korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim 42)
KÜFRÜN EKMEĞİNE YAĞ SÜRENLER
Sömürgeci, obez, emperyalist Hristiyanlar ve lanetlenmiş Siyonist Yahudiler, dünya üzerindeki hâkimiyetlerini kuvvetlendirip devam ettirebilmeleri için her zamanki gibi “Böl, Parçala, Yut ve Yönet” formülünü işletiyorlar.
Hristiyan ve Siyonist Yahudilerden oluşan küfür cephesi, kendisinin karşısında bütünleşmiş, tek yumruk haline gelmiş bir kuvvet istemiyor. Çünkü Hristiyan ve Yahudiler; birleşmiş, bütünleşmiş bir İslam âlemine karşı başarılı olamayacaklarının farkındalar… Bu yüzden; İslam coğrafyalarının içi ne kadar karıştırılırsa, Müslümanlar ne kadar çok bölünebilirse, Müslümanlar arasında ne kadar çok ihtilaf ve fitne oluşturulursa; Müslümanlar üzerinde o kadar kolay hâkimiyet kurabilir ve dünya sömürüleri devam edebilir.
Bunu çok iyi bildiklerinden dolayı, temelde sevmedikleri ve düşman gördükleri halde yeri geldiğinde çeşitli İslami grup ve cemaatlerle çıkarları doğrultusunda işbirliği yapabilirler. Onlar için başarıya giden her yol mubahtır.
Dünya küfrünün çıkarlarına hizmet eden kimseler iki kısma ayrılır. Birinci kısım; Kalbinde İman ve İslam olmayan fakat Müslümanlardan gözüken, onlarla beraber namaz kılan, oruç tutan fakat dünya küfrünün hâkimiyeti için bilinçli olarak çalışan, casuslar ve münafıklar. Bunların hükmü üzerinde hiçbir ihtilaf yoktur. Bunlar kâfirdir ve ebedi cehennemdedirler.
İkinci kısım ise; Kalbinde İman ve İslam inancı olan fakat dünya küfrünün ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramayan ve tağuti düzenlere bilinçsizce hizmet eden kara cahiller. Bunların kesin hükmü ise; ahmaklık ve aptallıktır. Akıbetleri ise meçhuldür. En doğrusunu yaratan Rabbimiz bilmektedir. Bizlerin onlar hakkında bildiği tek şey; ellerine ve dillerine bulaştırdıkları Müslüman kanının, canının ve ırzının hesabını Allah’a verecek olmalarıdır. Allah azze ve celle zuntikamdır.
Şu an dünya küfrünün, kerhen (istemeyerek) de olsa önünü açtığı, yayılması için göz yumduğu hatta desteklediği iki fikri akım var: Birincisi: Suud merkezli Suud Seleficiliği(!), İkincisi ise: Hariciliğin yeniden ambalajlanıp hizmete sunulduğu TEKFİRCİLİK. Bu iki fikri akımada mensup olan çok sayıda samimi, ihlaslı ve gayretli insanlar mevcuttur. Onların niyet ve samimiyetlerinden asla şüphe içinde değiliz. Fakat bu ihlaslı ve samimi toplulukları kullanan ve yöneten lider kadrolar hakkında aynı iyi niyeti maalesef besleyemiyoruz.
Suud merkezli seleficilik(!) ile Harici menşeili bugünkü tekfircilik hareketlerinin İslam coğrafyalarında takındıkları tavır, eylem ve söylemlere bakıldığında bu hareketlerin bilinçli olarak dünya küfrü tarafından kullanıldığı fikri kuvvetleniyor.
Müslümanlar nerede kuvvetlense, nerede biraz ayağa kalksa, nerede vahdet, birlik ve huzur ortamı doğsa, nerede Siyonist İsrail’e ve emperyalist Hristiyanlara karşı direnişe kalkışılsa, nerede tağutlara karşı savaş başlasa bu iki fikri akımın hemen orada bitiverdiğini ve yılların çalışmalarını, emeklerini, kazanımlarını bir anda paramparça ettiklerini görmekteyiz.
Suud selefçileri(!); tağuti rejimlere karşı yapılan tüm şerefli kıyamları “fitnecilik” ile suçlayıp zalimlere ses çıkarmamayı dinin bir emriymiş(!) gibi lanse etmeye çalışıyorlar.
Tekfir akımına mensup olan kimselerin ise; cahil halka yönelik davet, irşad, tebliğ çalışmaları yaparak sıfırdan insan kazanmak yerine, mevcut İslami cemaatlerin içine sızarak orada gizlice batıl fikirlerini (fitnelerini) yaymaya çalışmaları, gizli gizli adam ayartmaları, içine girdikleri tüm toplulukların bir müddet sonra birbirine düşmeleri ve birbirinden nefret ederek parçalanmaları; tekfir akımının lider kadrolarına karşı olan şüpheleri artırmaktadır. “Acaba bunlar kimler tarafından niçin korunuyor ve kullanılıyor”? sorusu artık herkes tarafından sorulmaktadır.
İşte bu noktada Mısır’daki olaylardan ve Suriye’deki cihattan çıkarılacak çok önemli dersler vardır. Dünya müstekbirlerine, tağutlara, zalimlere ve onların uşaklarına karşı, şerefli bir kıyam başlatmak varken, nesli ve ekini fesada uğratanlara karşı mücadele etmek varken; Mısır’ın yeni Firavunu General Sisi ve darbeci yönetimine övgüler düzen, mevcut yönetime başkaldırmanın fitne olacağından bahseden ve zalimlerin yanında yer alan kral’cılar ile zalim ve kâfir Esed’e karşı savaşmak varken, ellerine ve dillerine Müslüman kanı bulaştırmaktan bıkıp usanmayan ve “bizim mücadelemiz İslami cepheyledir “diyen tekfirci beyinsizlere ne denilebilir ki? “Allah Islah Eylesin.”
Bu arada yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için şunu belirtmek isteriz; “Bizler bu dini şeref ve izzetle temsil eden mübarek Selef-i Salih’inin yolunun âşıklarıyız. Bizler; Abdullah b. Abbas’ın, İbni Mes’ud un, Hasan Basri’nin, Abdullah b. Mübarek’in, İbn Kayyim el-Cevzi’nin, İbn Teymiyye’nin, İmam Ebu Hanife’nin, İmam Şafii’nin, İmam Ahmed b. Hanbel’in şeref ve izzetle yücelttikleri bu yolun yolcularıyız.”
Onlar; bu ümmetin hayrı ve selameti için mücadele ettiler. Onlar, zalimlerden yana hiç olmadılar. Onlar, zalimleri hiç alkışlamadılar. Onlar, zalim, tağut ve diktatör rejimlere karşı övgüler, methiyyeler düzmediler. Onlar, dalkavukluk yapmadılar. Onlar, uşaklık etmediler. Onlar, Müslümanları tekfir etmediler. Onlar, Müslümanların canlarını, mallarını ve ırzlarını helâl görmediler. Onlar, zalim ve tağutları bırakıpta Müslümanlarla savaşmadılar. Onlar, Müslümanların önderlerine suikastler düzenlemediler.
Allah azze ve celle Selef-i Salih’inden razı olsun. Mekânları cennet olsun. Bizleri de, onların şeref ve izzetle temsil ettikleri bu yola iletsin.
Allah subhanehu ve Teâla bizleri, mübarek Selef’in gerçek yolunu terk ederek; Müslümanları dışlayan, öteleştiren, sadece kendi görüşlerini beğenen, Müslümanları bid’atçilik ve sapıklıkla suçlarken; tağuti düzenlere, top sakallı Amerikancı idarecilere ses çıkarmayıp dalkavukluk yapan cedelci KRAL’CILARIN ve Müslüman kanı içmeye doymayan HARİCİ / TEKFİRCİLERİN şerrinden muhafaza etsin.
Ey Müslümanlar uyanık olalım, uyanık kalalım ve Müslümanları uyandıralım.
Allah’a emanet olunuz. Esselamu Aleykum…