Gündem – Nedim Bal / 2014 Temmuz / 20. Sayı
Ashab, Allah’ın Rasulü ile birlikte sabah namazında… Ümmetin emini Ubeydullah bin Cerrah cizye tahsili için gittiği Bahreyn’den mühim mallarla dönüyor Medine’ye… Cemaat gelen kervanın haberini alıyor. Yüzlerde büyük bir sevinç ve mutluluk. Allah Rasulü’nde ise buruk bir hüzün. Bu hüznünü mübarek dudaklarından çıkan şu cümlelerle ifade ediyor hazreti peygamber; “Öyle zannediyorum ki Ebu Ubeyde’nin bir şeyler getirdiğini haber aldınız. Sevinin ve ileride sizi sevindirecek şeyler bekleyin. Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip, birbirleriyle yarıştıkları ve dünya onları helak ettiği gibi, sizin de önünüze dünyalığın serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum.” (Buhari, Müslim)
“Korktuğum şeylerden biriside benden sonra size dünyalığın açılması, sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.” (Buhari, Müslim)
Allah’ın Rasulü ümmetini uyarıyor; dünyevileşmeyin, denileşmeyin, değersizleşmeyin..
Dünyevileşme; Servete, sayıya, güce tapmaktır.
Dünyevileşme; Çıkarcılık, menfaatçilik, ikiyüzlülüktür.
Dünyevileşme; Nefsin arzularını ilah edinmektir.
Dünyevileşme; Eşref’i mahlûkatdan Esfele Safiline dönüşmektedir.
Dünyevileşme; Kur’an ve sünnet çizgisinde bir hayat yaşarken, nefsin ve arzuların doğrultusunda bir hayat yaşamaya başlamaktır.
Dünyevileşme; Allah’ın razı olduğu şerefli bir hayattan, şeytanın razı olduğu pislik bir hayata gömülmektir.
İnsanı dünyevileşmeye götüren üç temel sebep vardır;
1- Makam-mevki-şöhret tutkusu
2- Mal-mülk-servet tutkusu
3- Kadın-şehvet tutkusu
Müslümanlarda dünyevileşmenin belirtileri ise şunlardır;
Akidenin sulandırılması
İbadetlerde gevşeklik ve geçiştirme
Dinin emir ve yasaklarına karşı vurdumduymazlık
Dini konularda laubalilik ve ciddiyetsizlik
Bencillik, kibir, gösteriş ve lüks düşkünlüğü
Dua, zikir ve tefekkürden uzaklaşma
Dünyevileşme hastalığı üç yönden ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.
1- Akidede Dünyevileşme
İslam’ın değişmez ve değiştirilemez temel sabitelerinin terkedilmesi akidede dünyevileşmedir.
Kader inancının reddedilmesi, Allah’a şirk koşan Yahudi ve Hristiyanların cennete gireceğini iddia etmek, Rasulullah’ın müminler için hüküm koyucu olmadığını sadece ilahi emri ileten bir postacı olduğunu iddia etmek gibi.
2- Davet ve Metot’da Dünyevileşme
Allah’u Teâlâ’nın şeklini ve usulünü belirleyip, Hz. Muhammed sallalahu aleyhi vesellem ve ona inanan mü’minlere uyulmasını emrettiği tevhidi davet usulünü ve hareket stratejisini; zamanı, şartları ve zorlukları bahane ederek terk etmekte bir tür Dünyevileşmektir.
Ağır bedeller ve dünyalık mahrumiyetler gerektiren bu ilahi davet ve hareket metodu yerine, mevcut siyasal rejimin müsaade ettiği taleplerle, meşru gördüğü kavram, söylem ve hareket metotlarıyla İslam’ı savunmaya çalışmakta aynı şekilde Dünyevileşmektir.
İslâm davasına kendilerini nispet eden bazı cemaat, grup ve kişilerin, toplumun tüm katmanlarını Allah’a, Rasulü’ne, Kur’an’a ve yüce şeriata itaat etmeye çağırması, insanları şirk’in karanlığından tevhid’in aydınlığına ulaştıracak söylem ve eylemleri gündemde tutması gerekirken maalesef tam tersine siyasal rejim tarafından meşru görülmek adına, toplumu demokrasiye, laikliğe, kemalizmin ilke ve inkılaplarına inanıp itaat etmeye çağırmaları Dünyevileşmenin en büyük ispatıdır.
Demokratik düzenin vazgeçilmez bir parçası olan ve yine demokratik, laik, kemalist rejimin yüceltilmesi için izin verilen particilik metoduyla İslam’ı savunma! iddiası Dünyevileşmenin geldiği son noktadır.
“Amaca ulaşabilmek için her yol mubahtır” şeklindeki makyavelist anlayış İslam’ın kabul ettiği bir mücadele metodu değildir.
Bu din nasıl ilahi bir din ise, onun tebliğ usulü ve mücadele stratejisi de aynı şekilde ilahidir. Beşeri düzenlerin beşeri mücadele metotlarıyla İslam’ın mücadele metodunu birbirine karıştırmak, beşeri düzenlerin mücadele yöntemleri ile başarı aramak ve insanları bu batıl düzenlere inanmaya çağırmak İslam’ı ve Müslümanları sulandırmaktır. Velev ki bu batıl metotları kullanarak güç ve iktidar sahibi olunsa bile..
Beşeri düzen ve hareketler, sadece iktidar olmayı ve iktidar olabilmek için de her yolu mübah ve meşru görürken, yüce Allah tarafından gönderilen İslam dini kendi özel inançlarına bağlı kalarak ilkeli bir mücadele metodu benimser.
Siz iktidar olacağım, toplumu yukarıdan aşağıya doğru değiştireceğim diye; Lat’ları, Uzza’ları, Menat’ları ve onların üzerine kurulmuş şirk düzenlerini övemez, onaylayamaz, halkı bunlara davet edemez ve rejim tarafından meşruiyet kazanmak adına onlardanmış gibi gözükemezsiniz.
Siz hayırlı olan ahireti, hayırsız olan dünya nimetleri ile değiştirerek Allah’ın rızasına ulaşamazsanız.
3- Amelde Dünyevileşme
Âlemlerin rabbinin âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor;
“Helaller bellidir, Haramlar bellidir. Bu ikisi arasında kalan şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden uzak durursa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeyleri işlerse, harama düşmüş olur.” (Buhari, Müslim)
Müslümanların amelde (yaşantıda) dünyevileşmesi önce dini hükmü şüpheli olan şeylere bulaşmasıyla başlar.
Fakat şairin dediği gibi, “Nefis süt emen çocuğa benzer. Emdikçe emesi gelir” misali, nefis şüpheli şeylerle meşgul oldukça artık o şüpheli işleri yapmak dahi nefsi tatmin etmez ve kısa bir müddet sonra Rasulullah Efendimizin dediği gibi haramlar rahatça işlenir hale gelirken dinin emirleri ise boş verilir. Artık kişi dünyevileşme hastalığına yakalanmıştır.
DÜNYEVİLEŞİRKEN KAYBETTİKLERİMİZ
A- Emin/Güvenilir İnsan Olma Vasfımızı Kaybettik
Bu hızlı dünyevileşme sonucunda emin/güvenilir insan olma vasfımız giderek kayboldu. Biz Müslümanların zihin dünyası dünyevileştikçe; iman ve salih amel arasındaki bağlarımız da koptu. Türkiye’de giderek artan bir dindarlık var deniliyor. Doğrudur. 1990’lı yıllara göre özellikle başörtülü olarak okuyan bayan sayısında artış var. Yine o tarihlere göre, televizyonlarda yapılan dini içerikli programların sayısında da ciddi artışlar var. Belediyeler Ramazan geceleri şenlikler bile düzenliyor. Bütün kandillerde televizyonlarda canlı yayınlar yapılıyor. namaza ve oruca karışılmıyor. Herkes dine saygılı. Ramazan’da tüsiad bile işçilerine kumanya dağıtıyor. Artık okullara başörtülü girilebiliyor. Başbakan canlı yayında “ya Allah bismillah” diyerek açılışlar yapıyor Hristiyan koçların gözünün içine baka baka!
Millet meclisinde başörtülü milletvekilleri bile var. Meclis toplantısını yöneten CHP’li başı açık bayan bir milletvekili, milletvekilleri arasında çıkan kavgada bile tarafları Beraat Kandili münasebetiyle barışmaya davet ediyor. Daha ne olsun. İşte Türkiye manzarası. Ne kadar güzel. Bal gibi dindarlaşıyor ülke öyle değil mi???
Maalesef öyle değil! Bu dindarlaşmak gibi gözüken hal ve hareketler bizi yanıltmasın. Bu sadece dış görünüşte dindarlaşma.
Sizce içimiz de dindarlaşıyor mu? Dindar olduğu iddia edilen insanlar için gönül rahatlığıyla; “Bu Müslümandır, dindar bir insandır asla yalan söylemez, zina etmez, rüşvet almaz, rüşvet vermez, adam kayırmaz, faiz alıp vermez, işine hile katmaz, sözüne güvenilir, adam satmaz, adil hüküm verir, sorumluluklarını ve görevlerini bilir, hak yemez, emanete ihanet etmez, namazını, orucunu asla terketmez, namusuna ve şerefine düşkündür, borcunu zamanında aksatmadan öder, dedikodu gıybet yapmaz, ayıpları kusurları araştırmaz, yetimi mazlumu korur, nazik ve güzel huyludur, iyi geçimlidir, asla bencil ve egoist değildir” diyebiliyor muyuz?? Hadi itiraf edelim diyemiyoruz. O halde nasıl bir dindarlaşma bu? Dışında çok güzel etiket ve reklam olan fakat içi bomboş konserve kutusu misali bir dindarlık!? İşte Türkiye’deki dindarlaşmanın gerçek manzarası.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi, bu ülkenin dindarlarının; iman ve dinin emirlerine itaat, henüz dilinden kalbine inmemiştir maalesef. Bu sözümüzden, imanını yaşantısına yansıtan samimi ve ihlaslı kardeşlerimizi tenzih ederiz.
Ölümü ve Hesabı Unuttuk
“Ölüm hak gerisi yalan” “üç günlük dünya” sözleri sadece cenazelerde formalite icabı söylenen cümleler oldu biz Müslümanların hayatında. Hâlbuki ölümü ve hesabı biliyorken unuttuk. Ya da öylesine bencil, kibirli ve Karun’ca bir hayat yaşamaya başladık ki, yüce Allah bize ölümü ve hesap vermeyi unutturdu. Öyle ya da böyle ikisi de felaketimiz bizim.
Biz Müslümanların yüksek ve şerefli idealleri varken, inandığımız gibi yaşayamadığımız için yaşadığımız gibi inanmaya başladık ve dünyanın nimetlerini hayatımızın hedefi haline getirdik. Maalesef böyle olunca Allah ve ahiret ile bağlantımız koptu. Bencil, kibirli, malıyla övünen, konumuyla makamıyla hava atan, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, her şeyin en iyisine sahip olmaya çalışan, hep önde olmak, hep meşhur olmak, hep yönetmek isteyen bir Müslüman tipi ortaya çıktı.
Sabır, kanaat, şükür, bereket, tahammül, hilim, yumuşaklık, nezaket kavramları bizden ve ailelerimizden uzaklaştı. Kapitalist düzenin çarkları arasında yaşaya yaşaya lüks, israf ve gösteriş her tarafımızdan dökülür oldu. Marka ürünler vazgeçilmezlerimiz arasında. Sınıf atlayan Müslüman elit bir tabakamız bile oluştu.
Bu baş döndürücü dünyevileşme neticesinde helal-haram duyarlılıkları kayboldu ve bu hastalık en dindar ailelere kadar her yeri istila etti. Şuan İslâmi camiaların içerisinde tesettür! Defilelerinden pop müziğine, saz kurslarından flört’lere kadar her şey rahatça yapılabiliyor. İşin tuhaf tarafı ise, neredeyse herkesin bu gidişatı kabulleniyor gözükmesi…
Sahip olduğumuz maddi imkânları ya da standartlarımızı kaybetmemenin mücadelesi içerisine girdik. Öyle hırs ve azimle çalıştık ki dünyaya, Kur’an okumayı, tefekkür etmeyi, nafilelerle Allah’a yaklaşmayı, dua ve zikri tamamen unuttuk. Öyle unuttuk ki yüce Allah’ın “Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirirse, biz ona yanından hiç ayrılmayan bir şeytan musallat ederiz” ayetinde buyurduğu durum ile cezalandırıldık. (Zuhruf; 36)
Sahi en son ne zaman güzelce bir abdest alıp anlamı üzerinde de düşünerek Kur’an’ı Kerim’i okuduk? En son ne zaman Allah’a yakınlaşmak ve imanınızı arttırmak niyeti ile yarım saat zikir ve istiğfarla meşgul olduk? Gece namazı kılan ve seher vaktinde Allah’a gözyaşları içinde dua eden müminler vardı bir zamanlar öyle değil mi? Ölümü, dirilişi, Allah ile yüzleşmeyi, amellerimizin ortaya dökülüşünü ve cehennemi en son ne zaman düşünmüş ve terlemiştik???
Artık bakışlarımız yamuldu. Baksak da göremiyoruz, görsekte kımıldayacak mecalimiz kalmadı.
NE YAPABİLİRİZ?
Biz Müslümanları saran dünyevileşme hastalığına karşı neler yapabiliriz noktasında âcizane tavsiyelerimiz şunlardır;
Kur’an ve sahih sünneti esas alan bir cemaatle beraber olun.
İslam’î mücadeleden kopmayın.
Kur’an’ı Kerim ile irtibatınızı sağlamlaştırın. Kur’an’ı düşüne düşüne okumaya çalışın. Kur’an’ın inananlar için gönüllere şifa olduğunu unutmayın.
Şüpheli şeyleri terk edin. Fetvalara göre değil takvaya göre hareket etmeye çalışın.
Size Allah’ı, hesabı, cehennemi hatırlatacak gerçek dostlarla arkadaşlık yapmaya çalışın.
İslam’i tebliğ çalışmalarından uzak durmayın.
Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in şu sözüne kulak verin; “Allah sizin ne dış görünüşünüze nede mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, İbn Mace)
Yahya bin Muaz’ın feryadını duyun; “Ey insanlar! Görüyorum ki evleriniz Rum Kayser’inin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın haline, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun’un saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefih/beyinsizlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana ümmeti Muhammed’den olanlar nerede???
Ya rabbi! Bize doğru bir anlayış ver. Bizi iyilerin arasına kat. Bizi herkesin diriltilip tek tek hesap vereceği o gün mahçup etme. Dünyevileşen bu topluma karşı bize yardım et. Rabbimiz içimize dünyayı ve onun sevgisini sokma. Bizi cehenneme giren kimselerle birlikte haşretme. Ey rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı affedip bağışla. Bizi bize bırakma. Bizi sensiz bırakma. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Kâfir ve münafıklar topluluğuna karşı bize yardım et.
Allaha Emanet Olunuz
Selamın Aleyküm