İntifada Ağacı Büyürken

Serbest Köşe – Esma Köse / 2014 Ağustos / 21. Sayı

Direniş, kökü, toprağı kucaklamış ağaç gibidir. Direniş adına açan her yaprak ne kadar küçük olursa olsun renk katar ağaca. Gövdeden kopmuş kabukların izini örter bazen yapraklar. Her yaprağın açtığı daldan meyve çıkmaz ama bir gün o dalda meyve de olabileceğini müjdeler yapraklar. Ve yapraklar yere düşmeye başladığında başlar sonu kış olan sonbahar.                                                                           

Filistin de yükselen direniş ağacının tohumu toprağa düştüğü günden beridir açıyor yapraklar. Bazen küçücük bedenlerin kanıyla bazen de çocuk değil direniş doğurmuş anaların kanıyla…Her geçen gün gökyüzüne adım atmakta Filistindeki direniş ağacı. Belki yeni direnişlere kucak açmak için ya da tüm dünya şahit olsun diye direnişine…

İmkansızı düşleyenlerin attıkları tohumlar yeşertmiştir bu ağacı. Onlara aptal gözüyle bakanlar, bu direnişin Yahudilerin sokaklardaki varlığından, insanların başına dikilmelerinden, gözlerinden, ayaklarından, çocuklara gitmeyi yol edinmiş kurşunlarından olduğunu değil de kendilerine yapılan tepkilerden olduğunu düşünenlerdir.

Ağlamanın bile büyük bir nimet olduğunu bilmektir direnişin neferi olmak. İntifada çocuklarının gözlerindedir Yahudilerin mezarlığı. Hapislere atılsa da bedenleri, adımları hep dışarıdadır direnişçilerin. Yeni direnişlere adım atanlara iz olur o adımlar. Teller ardında ve ölüm haykırışları arasında ağlamanın lezzetini hisseden direnişçiler, hayâllerine sımsıkı sarılıp ağlamayı öğrenirler.

Öldükten sonra okunacak mektuplar biriktirir ceplerinde, sürgünde tellerin ardına sıkışmış yürekler. Gözlerinin karanlığını aydınlatacak bir ateş arar direnişçi, yüreğinde ise alaylı bir tebessümle tutuşur kelimeleri. İlerlemek de ölümdür onlar için geriye çekilmek de. Suskunluğun ise açlık ve korkunç bir soğuk olduğunun farkındadır direnişçi. Kuşatma altında boğulacak gibi olduğunda kendini kuşatma yapıp kalkar ayağa. Yaptıklarına değil yapamadıklarına pişman olmamak için her fırsatı değerlendirir.

Tellerle çevrili soğuk sürgününe aldırış etmeden ‘’ kolayı var şu birkaç metrelik yerde bir devlet kurarsak, Yahudiler oradaki Filistin’lileri  bize gönderecektir’’ diye espirili çözümler üreten adamları vardır direnişin. Açlığa namazla karşı koyar onlar. Kuvvetli rüzgarlar vücutlarını savururken bütün olumsuzluklara rağmen dönüş umudu gizlidir gözlerinde ve sözlerinde. O umutla karşı koyar bedenleri, yapılan tüm zulümlere ve çektikleri mahrumiyetlere. Evlerinde rahat uyuyanlar onların açlık ve soğuklarını örtü yapıp ısınırlar.

Ölümleriyle toprağa gazap eker direnişçiler, ümitler yeşersin diye. Kurşun diliyle konuşan Yahudilere yüreklerindeki iman ateşiyle taşlarını kurşun yapıp cevap verirler. Onlara göre vatan, hüzün ve korku değil, cengaver bir kelime, öfkeli bir taş ve sabrı kuşanan bir anadır. Direnişçi içinde doğacak bir vatan bulamasa içinde doğurur vatanını…

Kişinin, başkasının hayatını yaşamak istemesi zulümdür. Ülkelere girip kendilerine ait olmayan bir hayatı yaşamaya çalışan Yahudiler, ancak sırlı eller tarafından atılmış taşları hak eder. Filistin de eline taşı alan her çocuk büyür. Düşmanının korkaklığıyla güçlenen çocuğun, elindeki taş kaya olur. Filistinli olmak Filistin de yaşamak değildir. Eline taşı alan intifada ruhlu herkes Filistinlidir…

Tarihi ancak güçlüler yazabilir; tek başlarına gölgede oturanlar ise o tarihi okurlar sadece. Tarihi kitapların gözüyle okuyanlar değil, tarihi annelerinin gözüyle okuyanlar direniş ağacının yaprakları olmaya hak kazanırlar. Ancak tarihi annesinin gözüyle okuyanlar taşı eline alacak gücü kendinde bulabilir. Yahudilerin suçsuzluğunu araştıranlar değil, kardeşlerinin parçalarını arayanlar direniş ağacını yükseltebilir. Vatan onlara göre yüzük gibidir, vazgeçmek/bırakmak imkansızdır.

Öfkeli bir taş! Korkusuzca çığlık atan çehreler ve herhangi bir şeyi öldürmek için tetiğe basan ürpermiş eller…

Kaya taşırcasına güçlüyken taşı tutan el, tetiğe basan ellerin ürpermesi değildir tuhaf olan. Bir insanlığın karıncaya duyduğu hayranlık kadar hayranlık duymamasıdır, kaya gücü taşıyan taşı tutan, bu minik ele.

Suskunluk ve haram olmuş kelimeler, kanlı elbiselere bürünerek yürümeye koyulur Filistin de. Izdırapla ağlayan gözler ve öfkeyle yeri döven ayaklarda eşlik eder onlara. Saldırı başladığında öfkeden başka bir şey görülmez gözlerde. Kan, yaralılar, ölüler, ağlayan analar ve ölümün bahanesini arayan çocuklar… Her seferinde ölüme alıştığını sanır Filistin de insanlar. Ancak kanlar konuşmaya başlayınca kimse susmayı beceremez Kudüs sokaklarında. Anlaşılması gayet kolay tek hakikat ölüm olsa da alışılmaz ölüme.

Taşlar öfkelendirir, silahlar ise ölüm sıkar korkakça. Taşların öfkesi öfkelerini dindiremeyenlerin direnişi, ellerine aldıkları bıçakla tek kişide olsa üzerine yağan kurşun yağmurlarına aldırmadan,  bir Yahudi öldürmektir. Geride kalanlara düşen ise ölenleri değil, kalanları saymaktır.

Bir de kendileriyle hayatı paylaşamayanlarla vatanını paylaşmak isteyenler vardır Filistin de. Oysa onlarla tokalaşmaya kalkışan eller, onların sert elleri içinde eriyecektir. Korkudan azade olmayan yürekler, barış adı altında İsrail masalları ile kandırılmış ancak sonunda merhamet duydukları Yahudiler parçalamıştır, sevdiklerinin bedenlerini. Ancak ölürken anlar bu ahmaklar haşat olmuş bir kafatasıyla ağır bir postal arasında barış olamayacağını…

Direnişi ana diye bağrına basmış yiğitlerin kızgın kumlara atılmış başı kanlı bir düğünde güneşle kucaklaşır. Etiyse kurbanı olur o düğünün. Suskunluk, bir namazın kasırgalı okuyuşları gibidir, nefesinin sıcaklığı asla kaybolmayan soğuk bedenlerde.

Silah dirilmeyi bekleye dursun. Söze inanan, ölü bedenli canlı diller, fütursuzca edebiyat yapmaya devam etsin. Kurşunlar bedenlerini ıskaladığı için ateşlendiğini inkar etmeye devam etsin, büyük laflarının altında ezilen taşsız eller. Şehrin horlamasına kulak verip dilini hapsetmeye devam etsin, kelepçeli nefesler…

Orada, direniş ülkesi Filistin de uçurumlardan atılmak için zirvelere çıkmaya devam ediyor eli taşlı, yüreği özgür, kalbi intifada atan yiğitler…