Gündem – Nedim Bal / 2015 Ekim / 35. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
İran’ın sömürgecilik geçmişi 2500 yıl öncesinde kurulan Pers imparatorluğuna kadar dayanır. Pers imparatorluğu; bugünkü İran, Afganistan, Arap yarımadasının büyük bir bölümü ve Mısır’a kadar uzanan geniş bir bölgede hâkimiyet kurmuş, o zaman ki dünya nüfusunun üçte birinden daha fazlasına hükmetmişlerdi. Daha sonraları Part’lar ve Sasani devletlerini kurarak tarihte yerini alan Persler, Hz Ömer (Allah ondan razı olsun) döneminde Müslümanlara mağlup olmuş ve o görkemli imparatorlukları tüm cahili düzenler gibi tarihin çöplüğüne gömülmüştür.
Hz Ömer (Allah ondan razı olsun) döneminde; imparatorluklarını, saltanatlarını, şatafatlarını, iktidarlarını kaybeden ve Müslümanlara mecburen boyun eğmek zorunda kalan Mecusi İranlılar/Farslılar kalplerinde gizledikleri İslam düşmanlığını hiçbir zaman açıkça ortaya koyamamışlardır. Fakat İslam dinine olan düşmanlıklarını; 2500 yıllık pers imparatorluğunu sonlandırmak kendisine nasip olan Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) nefretiyle kusmuşlardır. Mecusi İran/Perslilerin İslam düşmanlığı adına ortaya koydukları ikinci husus ise; yaşanan tarihsel olayları da bahane ederek sözde “Ehli Beyt sevgisi” görünümünde “Şİİ’LİK” fitnesini daha da köpürterek ve körükleyerek, yüzyıllardır İslam ümmetinin altını oymaya çalışmasıdır. Maalesef bunu da fazlasıyla başarmışlardır.
Pers ırkçılığı ile Mecusi inançlarını batıl Şii’lik akidesiyle birleştiren İran merkezli yeni din anlayışı, her zaman İslam dünyasından ve ümmet anlayışından tamamen farklı ve muhalif bir çizgi izlemiştir.
İslam ümmetinin hamisi/bekçisi konumunda olan Osmanlı devleti 1900’lü yılların başında emperyalist ve Siyonist egemen güçlerin etkisiyle ortadan kaldırılmış, yerine Kemalist, ulusalcı, laik bir rejim oturtulmuştur. Bu yeni rejim; yüzünü İslam’a ve Müslümanlara değil, Amerika’ya, Avrupa’ya ve İsrail’e çevirmiştir. Yeni rejimin oturması için ülke içinde binlerce katliama imza atılmış, İslam’ın tüm değerlerine karşı düşmanca bir tutum takınılmış, İslami yaşam tarzı yasaklanmıştır.
İslam dünyasının diğer coğrafyalarında da durum çok farklı değildi. Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin İslam coğrafyalarının birçok yerini işgal etmiş, yüzbinlerce Müslüman katledilmiş, on binlerce kadının namusu kirletilmiş, topraklar ve kaynaklar sömürülmüştür. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi, ”kâfirler, Müslümanların üzerine aç köpekler gibi saldırmış, ümmetin tüm güçleri dağılmış ve suyun üzerindeki çer çöp gibi etkisiz hale gelmiştir.”
Uzun yıllar bu ezilmişlik ve sahipsizlik içinde yaşayan dünya Müslümanları 1979 yılına geldiklerinde, radyo ve televizyon kanallarından şu haberleri işitiyorlardı; ”İran’da Amerikancı ŞAH yönetimi devrilmiş ve HUMEYNİ önderliğinde İran İslam(!) Cumhuriyeti kurulmuştur”.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiyeli “Sünni” Müslümanlarda da; başında İslam(!!) olan bir devletin kurulması ve devrimin önderi Humeyni’nin; ‘büyük şeytan Amerika’dır. Amerika ile dost olanda büyük şeytandır’ sözleri; sempati ve büyük bir umutla karşılandı. Hele hele Humeyni, devrimin ilk günlerinde; ”İran İslam Devrimi, kesinlikle mezhepsel bir devrim değildir. Bu devrim; mustazafların, İslam ümmeti halklarının ve Filistin’in kurtuluşu lehine bir devrimdir” sözleri, Sünni dünyanın samimi insanlarında umutları daha da artırmıştı. Birçok insan Humeyni’nin, Şiiliğin sapkın inançlarını düzelteceğini ve tarih boyunca ehli Sünnete karşı ihanet kokan tavırlardan kurtaracağını zannettiler. Fakat öyle olmadı. Devrimin o ilk günkü cafcaflı, yaldızlı sloganları değerini hızlıca kaybetti. İran, diğer Ulus-Devletler gibi kendi çıkarlarına yöneldi. Fars ırkçılığı, Şiilik inancını da kendisine kamuflaj yaparak İslam dünyasında meşruiyet kazanmaya ve bölgede daha geniş bir etkiyle yayılmaya çalışmıştır.
İran/fars milliyetçiliği tarihsel olarak bölgede Araplara tepeden bakar. Onlara göre; Araplar bedevidir. Medeniyet ve uygarlık ise ancak Acemlere yani asil Fars ırkına aittir. Bugün İran’ın içinde 2 milyona yakın Sünni Arap yaşamaktadır. İran’ın başkenti Tahran da Sünni Müslümanlara ait bir caminin olmaması Şii İran’ın Sünni dünyaya bakışını çok güzel resmetmektedir.
İran; Şii nüfusun bulunduğu Lübnan, Yemen, Irak, Bahreyn ve Suriye’ye aktif olarak müdahale etmekte ve buradaki mezhepsel çatışmaların kaynağını oluşturmaktadır.
İran, devrimin ilk yıllarında kullandığı İsrail ve Batı karşıtı söylemiyle Müslüman halklar nezdinde ilgi görüyordu. İsrail karşısında Filistin’de Hamas’ı, Lübnan’da Hizbullatı desteklemesiyle Sünni dünyada ciddi anlamda sempati topluyor ve Şiilik mezhebinin yayılması için aradığı zemini rahatlıkla buluyordu. Sünni anadan babadan doğan, Şiilik hakkında hiçbir ön bilgisi olmadığı halde sırf Humeyni’nin meşhur sloganlarına ve devrimin İslami görünümüne aldanarak önce İran konsolosluğuna, oradan da Humeyni’ye ve Devrime biat etmek için Tahran’ın yollarına düşen binlerce insan; İran’ın Sünni dünya içinde nüfuz alanı açma ve Şii’leştirme projesinin somut ispatlarındandır.
Bazıları şöyle diyebilir; İslami (!)bir devletin, dünya Müslümanlarından biat almasından daha doğal ne olabilir ki?. Bu itiraz ilk başta haklı gözükse bile bu itirazı yapan kimseler ya meseleleri derinlemesine bilmeyen saf kişilerdir veya hakikatin ne olduğunu bilip de her zamanki gibi takiyye yaparak insanları aldatmaya çalışanlardır.
O tarihlerde Türkiye’den İran’a biat etmek için gidenlere, Şii mollalar gözetiminde 15 günlük ya da aylık programlar düzenlendiğini, bu programlarda Şiilik inancının benimsetilmeye çalışıldığını, buna itiraz edenlerin programdan çıkarılarak ülkeden alelacele kovulduğunu, itiraz etmeyenlerle programların devam ettiğini ve bu programlardan geçerek ülkeye dönen insanların başka dertleri yokmuşçasına ha bire Kerbela olayı ve ehli beyt sevgisi üzerinden Şiilik propagandası yaptıklarını cümle âlem biliyor. Bu olaylar gizli saklı bir şey değil. O günlerde bu toplantılara bizzat katılanlar hala hayattadır.
İmtihan; İyiyi Kötüden, Temizi Necis’ten Ayıran İlahi Bir Ölçüdür
Şanı yüce Allah beyazı siyahtan, güzeli çirkinden, temizi necis’ten ayırt etmek için bazı imtihanlar nasip etti. Filistin’de Sünni direniş hareketi Hamas, Suriye’de zalim ve kafir Esed/Baas rejimini desteklemeyi reddedince İran; İsrail ambargosu altında inim inim inleyen Gazze’ye desteğini kesti. Bu durum şunu açıkça ortaya koydu ki; Şii İran’ın, Sünni Hamas’ı desteklemesi ümmetçi bir anlayışın değil tamamen siyasi bir anlayışın sinsi adımlarıydı. Zaten Filistin meselesinde İsrail’e karşı içi boş tehdit cümleleri kurmaktan öte hiçbir ciddi katkısı olmayan İran, Filistin meselesini gerçekten sahipleniyormuş havası vererek Sünni dünyaya sahte gülücükler dağıtıyordu.. Fakat zor oyunu bozdu. İran rejiminin gerçek yüzü ortaya çıktı.
1980 yılında baba hafıss Esed döneminde, Suriyeli âlim Said Havva ve Zuheyr Salim İran’a gitmişti. İmam Humeyni’ye Suriye’deki durumu bizzat anlatarak Suriye’de İslami bir devletin kurulması için kendilerine destek olmalarını istemişti. Gelişen süreçte Hama’da büyük bir katliam olmuş, 40 bin Müslüman katledilmişti.
İran İslam(!) devriminin mangalda kül bırakmayan Şii rejimi, bırakın Müslümanlara yardım etmeyi 40 bin kişinin katlinin suçunu; utanmadan, sıkılmadan İhvan-ı Müslim’e ve “büyük şeytanın” üzerine attılar. Bugün 35 yıl öncesinden farklı değil. Şuan İran, bölgede kendi mezhebine yakın olan rejimleri ve grupları desteklemektedir. Suriye’de Esad rejimine para, silah ve lojistik destek vermenin yanında Lübnan’dan, Afganistan ve Pakistan’dan Şii gruplar getirterek Suriye’de savaştırmaktadır. Tüm bunları yaparken 35 yıl önce olduğu gibi Suriye’de ki savaşın tek suçlusu olarak yine Sünni Müslümanları ve Amerika’yı göstermektedir.
İslam tarihi boyunca Şiilerin büyük bir kısmının Ehli sünnete karşı yaptıkları ihanet ve alçaklıkları bir tarafa bırakın, özellikle acem Şiileri, 1979 Humeyni devrimi sonrasında bile Sünni dünyaya düşmanlık uğruna emperyalist ve Siyonist kâfirlerle işbirliği yaparak ihanet etme ve arkadan kalleşçe vurma huyundan asla vazgeçmemiştir.
Afganlı Müslümanların, emperyalist Amerika ile giriştikleri mücadelede İran pers/şii Rejimi bizzat Amerika’nın yanında yer almış, Humeyni’nin deyimiyle “Büyük Şeytanla aynı yatağa girmiş ve nur topu gibi bir KARZAİ kukla rejimi dünyaya getirmişlerdi. Öyle ki dönemin İran cumhurbaşkanı Ahmed’i Necat, kameralarında kayıtta olduğu bir basın toplantısında bu ilişkiyi şu sözlerle itiraf etmekten çekinmemişti: ”Eğer biz Afganistan da ABD ye yardım etmeseydik onlar Afganistan’a bile giremezlerdi.”
Aynı şekilde İran cumhurbaşkanı yardımcısı Seyit Muhammed Ali Abtahi de şöyle diyordu: ”İran’ın desteği olmasaydı Amerika; Irak ve Afganistan da savaşmayı hayal dahi edemezdi”. ABD eski Dış İşleri bakanı ve Bilderberg’in daimi üyesi Henry Kissinger’da “İran bize destek vermeseydi Irak ve Afganistan’da 2 hafta bile kalamazdık” ifadesi aslında malumun ilanından başka bir şey değildi.
İran rejimi; Yemen, Kuveyt, Bahreyn’de de Şii grupları destekleyerek yönetimleri ele geçirmeye çalışmaktadır
İran’ın şuan ki cumhurbaşkanı Ruhani’nin baş danışmanlarından Ali Yunusi, geçtiğimiz Mart ayında ’ İran’ın artık bir imparatorluk haline geldiğini ve başkentinin de Bağdat olduğunu’ ilan etmişti. Yemen de Şii Husi darbesinden hemen sonra İran’ın dini otoritesi Ali Hameney’in danışmanı Ali Reza Zekai 2014 yılının eylül ayında ’Dört Arap başkentinin İran’ın kontrolüne geçtiğini’ ilan etmişti. Bu açıklama bölgedeki tüm çatışmaların, dökülen kanların, kirletilen namusların arkasında emperyalist ve Siyonist güçlerle birlikte iş tutan İran/Şii/Pers rejiminin olduğunun en açık kanıtıydı.
Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, 1979 yılında yapılan devrim Humeyni’nin dediği gibi; ‘Ümmet adına, Mustazaflar adına, Filistin adına, Mescid-i Aksa’ adına yapılmış İslami bir devrim değildir. Tam aksine 1979 yılında yapılan Fransız/Humeyni devrimi; 2500 yıllık pers/fars ırkçılığının Şiilik inancıyla sentezlenerek iktidara taşınması için yaptırılmış sahte bir devrimdir. Bu devrimin amacı; HİLAL ve HAÇ savaşında; her daim HİLAL’le savaşan fakat HAÇ ile barışık yaşayan Şiileri güçlendirerek; savaşı İslam coğrafyasının içine taşıyıp fitneyi büyütmek ve küfür cephesini rahatlatmaktır.
İran Pers/Şii rejiminin ortaya attığı ‘mezhepler arası yakınlaşma’ çağrıları büyük bir aldatmacadır. Samimi ve gerçekçi değil tamamen siyasidir. Bununla maksat; mezhepler arası ihtilafların giderilmesi ve Ümmetin birbirine yakınlaşması değil, Ehli sünnetin, Şia mezhebine yakınlaştırılmasıdır. Aradaki fark çok büyüktür.
İran/Pers Şii Devleti Ve Mescid-i Aksa’nın Kurtuluşu
Şiiler; Kudüs’ün ilk fatihi ile ikinci fatihi olan Hz. Ömer ve Selahattin Eyyubi’yi ‘katilü’l müslimin’ ‘Müslümanların katili’ diye anarlar. Kudüs onlar açısından hiçte önemli değildir. Hatta bazı müsteşrik/oryantalist ve Yahudi yazarlar; Mescidi Aksa’nın Kudüs’te olup olmadığı ile ilgili şüpheler ortaya atarken dayandıkları noktalar ise Şii kaynaklardır. Bazı Şii müellif ve müfessirlere göre; Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) Kudüs’ü fethettiğinde burada Mescidi Aksa yoktu. Dolayısıyla Mescidi Aksa Kudüs’te değil, gök semasındadır. Aynı iddiaları Şii müfessir Feyz Keşani ”tefsirus safi” adlı eserinde de dile getirmiştir. Ayani ve Bahrani gibi tanınmış Şiilerde aynı görüştedir.(1)
İran’ın; Filistin ve Mescidi Aksa üzerindeki duygusal söylemleri tamamen siyasidir. İran’ın gerçek derdi, Şia akidesinin Filistin topraklarında yayılmasıdır. Muhammed Bakır Harrazi’nin şu sözü işte bu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya dökmektedir: ’Filistin halkı Ehli Beyt mezhebini benimsemedikçe, onunla İsrail (yahudiler) arasında bir fark yoktur.’ (2)
Bu arada düşmana karşı takiyye yapmayı imanlarının gereği olarak gördükleri için Harrazi konuşmasında Sünni dünyanın tepkisini çekmemek için ’Filistin halkının Şia akidesini benimsemesi gerektiği’ ifadesi yerine daha yumuşak ve tevil edilebilir olan ‘ehli beyt’in yolu’ ifadesini kullanıyor.
Bugün Türkiye’de direk olarak Şia akidesini savunup yayamayan gafillerin ‘ehli beyt sevgisi ve ehli beyt inancı’ üzerinden propaganda yapmalarına karşı uyanık olunması gerekmektedir.
Bizler, Rasûlullah’ın (salat ve selam onun üzerine olsun) ehlini sevmenin imanın alametlerinden olduğuna inanan ehli sünnetiz. Bizler, hutbelerimizde dahi ehli beyti rahmet ve hürmetle anan ehli sünnetiz. Ehli sünnetin, bugüne kadar ehli beyte karşı ne tür rahatsızlığı, ne tür saygısızlığı olmuş ki ha bire; ehli beyt sevgisi, ehli beyt düşüncesi, ehli beyt inancı, Kerbela olayı üzerinden seviyesiz tartışmalara girişilerek Sünni dünya suçlanmaya çalışılıyor. Dert ehli beyt değil. Asıl dert; ehli beyti sevmenin imanın alameti olduğuna inanan ehlisünnetin içinde batıl Şia akidesini yaymaktır.
Kerbela’da vahşice katledilerek şehid edilen Hz. Hüseyin’in gerçek katilleri; zalimlere karşı savaşması için onu defalarca Kufe’ye davet eden, ‘kanımız canımız senin yoluna fedadır, sen neredeysen biz oradayız’ diyen, sonrada o zorluk gününde Rasûlullah’ın biricik torununu ve ailesini ortada bırakarak ihanet eden, Hz. Hüseyin’e sırtını dönüp uğradığı zulümlere gözlerini kapatan; VİCDANSIZ , YÜZSÜZ, UTANMAZ TAKİYYECİLERDİR.
Aşure günlerinde “YA HUSEYN YA HUSEYN” diyerek sırtlarınıza vurduğunuz o zincirlerin, Hz. Hüseyin’e yaptığınız; ihanet, alçaklık ve dönekliğin bedeli olacağına inanıyor musunuz? O gün atalarınızın işlediği bu büyük günahın vebalinden kurtulmayı gerçekten istiyorsanız; o zaman atalarınızın Hz. Hüseyin’e yaptığı ihanetin aynısını bari bugün Müslümanlara yapmayın. Arkadan vurmayın. Kâfirlerle aynı yatağa girmeyin.
Kudüs’ü fetheden Hz. Ömer’e (Allah ondan razı olsun) ağzımıza alamayacağımız alçakça iftiralar ve küfürlerle saldıran, onu kâfir ve put olmakla itham eden, (3) sapık Pers/Şii İran rejimi; Kudüs’ün ve Mescidi Aksa’nın onurunu koruyamaz.
Kudüs’ün ikinci fatihi Selahattin Eyyubi’ye küfrederek ”müslümanların katili” diyenler; Mescidi Aksa’yı özgürleştiremezler.
Allaha emanet olunuz.
Esselamu aleykum .
———————-
1. (Cafer Murtaza el- Amil/Mescidi Aksa Nerede?)
2. (A.Eren/Dinde Reformistler)
3. Hasen eş Şehhate/el- Minberul İslam Dergisi sayı 17
Zeynuttin en Nebati/ es- Sıratul Mustekım 3/28
El Meclisi/ Miratul ukul
Tefsirul Ayyaşi