Bu gidiş nereye?[1]

Serbest Köşe – Binnaz Karakaya

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de öyle ayetler vardır ki okuyunca etkisinden çıkamaz, tefekkür etmeye başlarsınız. Kalbinizde bir ürperti oluşur, ansızın benliğinizi bir korku sarar fakat bununla beraber bir mutluluk meydana gelir. O an kendinizi Allah’a çok yakın hissedersiniz, gözlerinizden yaşlar boşalır.  İşte o an aslında kalbinizin Kur’an’a açıldığı andır. Ruhunuz gıdasını almıştır ve mesuttur, kendinizi çok güçlü hissedersiniz. Çünkü ruh ancak Allah’ın ayetleri ile beslendiği zaman güçlenir ve sağlam bir irade sahibi olur. Nefsini arındırır, Allah’a giden yolu bulur. Kuran doğru yolu bulmak isteyenlere en güzel öğüttür.

Kalpleri titreten bu ayetlerden bazıları Nebe ve Tekvir surelerinde yer almaktadır. Allahu Zülcelal bu ayeti kerimelerinde şöyle buyurur: “İşte bu, hak olan bir gündür. Dileyen Rabbine varacak bir yol tutar. Şüphesiz ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi yapıp gönderdiği ammelerine bakar. Kâfir ise keşke toprak olsaydım der” (Nebe, 39-40), “O halde nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir, 26). Görüldüğü gibi ayeti kerimeler bizleri uyarıcı mahiyettedir.

Hepimiz dünyaya imtihan için geldiğimizi biliyoruz, peki imtihana hazır mıyız? İmanımızı korumaya zulüm görsek dahi kararlı mıyız? Bazen kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden olan, bazen de Allahu Zülcelalin kulunu imtihan için verdiği musibetlere sabredebiliyor muyuz? Etrafımızda sağlı sollu günaha çeken çirkinliklere ve gayri İslami hallere karşı tavrımız ne? Masiyetlere karşı direncimiz ne? Ayaklarımız hak din üzere sabit mi? Allah’ın emrettiği istikamet üzere miyiz? Bu soruları her zaman nefsimize sormalıyız. Bunun ruhlarımız üzerinde faydası büyüktür, insanı gafletten korumaya vesile olur.

İnsan suresinde geçen ayeti kerimelerde Allahu Teâlâ kullarını imtihan edeceğini açıklayarak şöyle buyurmaktadır. “Şüphesiz ki biz insanı karışık bir damla sudan yarattık. Biz onu imtihan ederiz. Biz onu işiten ve gören olarak yarattık. Şüphesiz ki biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, isterse nankörlük eden.”(İnsan 2-3).Yüce Rabbimizin bize gösterdiği doğru yol elbette İslam’dır. Kur’an-ı Kerim’de bunun açıklamasını görmekteyiz.  “Şüphesiz ki Allah katında din İslam’dır.”(Âl-i İmran, 19), “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.” (Bakara, 256).

İnsanoğluna kendi yolunu belirlemede özgür karar verme yetkisi verilmiştir fakat verdiği kararın neticeleri ne olacaktır? Allahu Teâlâ ‘sizi yakın bir azapla uyardık’ buyurarak kuluna şefkat ve merhamet göstermiş yanlış bir karar almasını da –Allah-u ‘alem- önlemek istemiştir. İslam olarak zikrettiğimiz ve yukarıdaki ayette de Allah katında tek din olan İslam’ı hak yol olarak seçen kişi kendini selamete, esenliğe, ebedi cennet ve nimetlerine ve daha da önemlisi Allah’ın rızasına kavuştururken, batıl yolu seçen kişi kendini elem ve ızdıraba ve fayda vermeyen pişmanlığa taşır. Nihayetinde nefsine zulmettiği için Rabbimiz tarafından lütfedilecek cennet ve nimetlerinden mahrum kalır yani kendini hasretler içinde bırakır.

Kur’an-ı Kerim’in beyanına göre ruhlar âleminde Allah azze ve celle ile kullar arasında bir sözleşme olmuştur. Bu hakikati yüce Rabbimiz şöyle beyan eder. “Hani Rabbin âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendine şahit tutarak ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuştu. Onlar da ‘Evet, şahitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin’ demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyamet günü ‘Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!’ demeyesiniz.” (Araf, 172).  Bu ayette geçen konunun mahiyetini bizler bilemiyoruz. Edindiğimiz bilgi Rabbimizin bize bildirdiği kadardır. Bunu idrak edememek veya anlayamamak bu gerçeği yok saymaz. İnsanoğlu her şeyi kavrayabilecek bilgiye sahip değildir. Nitekim dünyaya gözünü açan sevimli yavrular da annesinden doğarken hangi merhalelerden geçtiğini hangi sıkıntılara katlandığını, acı çekip çekmediğini bilemez ve yaşadığı sürede de bunları hiçbir zaman hatırlayamaz. Bizler müminler olarak Rabbimizin bildirdiklerine iman edenlerdeniz.

Evet, yeryüzüne geldik imtihan oluyoruz. İnsanların bazıları dünyaya gelişlerinde yeniden Lailaheillallah diyerek imanlarını tazelediler. Bazıları da bu ahdinden vazgeçerek dalalete, sapıklığa ve küfre düştüler. Peki, ahitlerini bozan kişileri müminler nasıl tanıyacaktır? Bunun açıklamasını da yine Kur’an-ı Kerim’de buluyoruz. “Onlar sağlamlaştırıldıktan sonra Allah’ın ahdini bozarlar. Allah’ın birleştirmesini emrettiği (iman ve akrabalık bağını) koparırlar. Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendisidir.” (Bakara 27). Yani o kimseler ki Allah ile iman bağlarını koparmışlarsa, akrabalık bağlarına riayet etmiyorlarsa, Allah’ın ayetlerini ortadan kaldırmaya çalışıyorlarsa, yeryüzünde fesatlık fitne ve bozgunculuk çıkarıyorlarsa, bu isyanları ahdlerini bozduklarının delili oluyor. İmansızlıkları ve yapmış oldukları gayri İslami hareketler nedeniyle cezaya uğratılacaklardır. Bu kimselerin Allah’a beyan edecek özürleri var mıdır?  Cevabı ayeti celilede zikredilir: “Daha doğrusu insan özürlerini ortaya koysa bile kendi aleyhine şahittir.” (Kıyamet, 14-15)

Hakikat şu ki insanoğlu yeryüzünde yardımsız bırakılmamıştır. Allahu Teâlâ onu üstün kabiliyetlerle donatmış, ona akıl, irade ve idrak etme gücü vermiş, işiten ve gören bir varlık kılmıştır. Onu İslam fıtratı üzerine yaratmıştır. Bu dikkat çekilmesi gereken bir durumdur. Hayrı, doğruyu kabule hazır yaratılmak Allah’ın insana büyük bir lütfudur. Yine kitaplar indirip peygamberler göndermiş yolunu aydınlatacak nurlar var etmiştir. İnsanoğlu iradesini sağlam tutar, doğru kullanırsa hakikat yoluna inşallah ulaşır, Rabbine kavuşur, felah bulan müminlerden olur.

Kur’an-ı Kerim’de yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Kim benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse şüphesiz onun için sıkıntılı bir hayat vardır. Kıyamet gününde biz onu kör olarak haşredeceğiz. O kimse ‘Rabbim! Niçin beni kör olarak haşrettin? Oysa ben gören biriydim’ der.Allah da ‘Evet öyle, sana ayetlerimiz gelmişti de sen onları unutmuştun. İşte bugün sen unutuluyorsun.’ der.” (Taha, 124-126). Bu dünyadan hiç gitmeyecek gibi zevkü sefasına ve eğlencesine sarılmak, hesap gününü unutmak gaflet olarak kişiye yeter. Kişi Allah’a giden yolu ararsa yolu aydınlanır, karanlıklar içinde kalmaz.

İşte mümin Allah’a iman edip emirlerini kabullenmekle kendisi için kolay bir yol seçmiştir. Her ne kadar dünyada kendisini meşakkat içinde buluyorsa, çalışıyor ve çok yoruluyorsa da bu yorgunluk Allah’ın izni ile hayırlı ve mutlu bir neticeye ulaşır. Affı ilahiye mazhar olur. Cennet ve nimetlerine ve Allahu Teâlâ’nın rızasına kavuşturur. Çünkü dünyada iken çalıştıkları Allah katında değer bulmuştur. Fakat Allah’ın zikrinden yüz çevirenlerin çalışmaları fayda vermeyecektir, onlar kendi nefislerine zulmedenlerdir. Allahu Zülcelâl ayetleri ile uyardığı halde dinlememiş, cezaya sebep olabilecek hallerde bulunmuşlardır. En çok zarara uğrayanlar ise yine ayeti celilede zikredilmektedir. “Ey Muhammed! De ki: Amelleri yönünden en çok zarara uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar dünya hayatındaki gayretleri boşa giden kimselerdir. Hâlbuki onlar iyi iş yaptıklarını sanarlar.” (Kehf, 103-104). Küfrün, sapıklığın, ahlaksızlığın yolları oldukça çoktur. Rahman olan Allah bizleri korusun.

İnsan kendisine sunulan nimetlerin farkına varmalı, Allah’a şükretmelidir. Onu yaratan Rabbimiz ne büyük ikramlarda bulunmuştur. Başta var olmak başlı başına çok değerlidir. Düşünelim ki dünyaya gelmedik onca nimetleri; tatları, hazları, muhteşem gökyüzünü, kâinatın içindeki rengârenk güzellikleri nereden görecektik? Omzunda onca canlıları taşıyan, bağrında nice bitkiler ve rızıklar bitiren, katmanlarında suyumuzu depolayan, yemyeşil güzellikleri ile yeryüzünü nereden görecektik? Demek ki Allahu Teâlâ bizi yaratmakla bize büyük bir ikramda bulunmuştur. Bu nimetlere mazhar olmuş olan insanın yaratılış gayesini ise şöyle açıklamıştır: “Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56). Doğru yolu bulamamış, hidayetten nasibini alamamış, gafil ve fasık bazı kişiler ‘Beni Allah kendi iradesi ile yaratmış ona ibadet etmek mecburiyetinde miyim?’ diyebilmektedir. Kendisine bir çay kahve ikram edene veya bir yemek ziyafeti verene tekrar tekrar teşekkür eden insan nasıl bu kadar nimeti veren Allah’a karşı gafil olabiliyor? Kendi vücudunda bir araya getirilmiş gören göz, işiten kulak, yürüyen ayaklar, tutan eller, mütenasip ve yerli yerince kılınmış her aza ile akleden akıl ve güzel kılınmış bu beden şükrü gerektirmez mi?  Bunları yaratana secdeler edilmez mi? Eğer aklımız olmasaydı, ellerimize güç ve kabiliyet verilmeseydi, hangi teknolojiyi meydana getirecek, hangi medeniyeti kurabilecektik? Düşünmek, idrak etmek gerekir.

Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de gerçek müminleri açıklarken “Müminler ancak o kimselerdir ki Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir, Allah’ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 2) buyurmaktadır.  Bu ayet bir mihenk taşı gibidir. İmanımızı bununla ölçebiliriz. Kulun Allah’tan korkması, ona saygı göstermesi önemlidir. Bazı kimselerin “Ben Allah’ı seviyorum, Ondan ne diye korkayım ki?” dediklerini duyarız. Elbette Allah’ı sevmek imanın varlığına işaret edebilir ancak düşünülmesi gereken “Acaba Allah beni seviyor mu?” tarafıdır. İtaatsiz, ibadetsiz sevgide insan ne kadar samimi olabilir? Emirleri hiçe saymakla Allah’ın rızası nasıl kazanılabilir? Allah korkusu; içinde sevgi, saygı ve itaati barındırır. Kişinin kalbinde ahiret inancı ve Allah korkusu yoksa kişi küfre, şirke, isyan ve sapıklığa ve de haramlara daha kolay kayabilir. Burada şu ayeti celileye kulak verelim “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarına ne hazırlayıp gönderdiğine bir baksın. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan çok iyi haberdardır.”(Haşr 18). Bu ayeti celilede Rabbimiz bizi nefsi muhasebeye davet eder. Yapıp ettiklerimizi gözden devamlı geçirmemizi ister. Bunu yaptığımız takdirde hata ve günahlarımızı görür tövbe ederiz, sevaplarımızı görür şükreder güzel amellerimizin devamını yüce mevladan isteriz. Bu durum insanın uyanık kalmasını sağlar. İmanın artmasına vesile olur. Şairin de dediği gibi ‘Yâdında mı doğduğun günler, sen ağlarken gülerdi alem, öyle bir hayat sür ki olsun sana mevtin hande, âleme matem’ Rabbimizden takva üzere imanlı ve salih bir hayat niyaz ederiz. Doğduğumuzda sevinenler olduğu gibi vefatımızda da iyi bir insanı kaybettik diye üzülüp arkamızdan hayırla yâd edenler bulunsun, âmin.

Kişi Allah’a isyanın, günahların içine düşüp de Rabbimizden gelen şu ihtarın muhatabı olmamalıdır. “O halde nereye gidiyorsunuz?”(Tekvir, 26).Bugünlerde bu uyarıyı daha kuvvetli duyar gibiyiz. Sosyal hayatımıza baktığımızda durumun sevindirici bir halde olmadığını görüyoruz. Dinden uzaklaşma, hak yoldan ayrılma, ahlaki çözülmeler canımızı sıkan ve ruhumuzu inciten durumlardır. Bir Müslüman olarak bu savrulmanın önüne geçebilmek için çokça gayret lazımdır. Özellikle gençlerin fikir yapılarında oluşan bazı girdaplar nedeniyle yanlış ve hayatlarına yansıyan fikirlerin düzeltilmesi, şüpheleri ortadan kaldıracak nitelikte bilgiye sahip olmak suretiyle onlara yardımcı olmamız gerekmektedir.

Öncelikle Müslüman olarak örnek insan modelini ortaya koyabilmemiz gerekir. Nitekim Rasûlullah en güzel insan modelini ortaya koymuştur. Fakat bu, o çağ ile sınırlı kalmamalıdır. Bugün Müslümanlar onun gibi yaşayarak İslam şahsiyetini ve karakterini pratikte gösterebilmelidir. Bilgilerimiz var, ancak hal ve hareketlerde, toplumsal ahlak kurallarında bunu hakkıyla yaşayamıyor ve de gösteremiyoruz. Acilen İslamla olgunlaşarak hayat çizgimizi ve prensiplerimizi netleştirmeli, dürüst ve güvenilir olmalıyız. Güven ortamı oluşturmalıyız. Halkın Müslümanlara güveni artmalıdır. Bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin su hadisi şerifleri ile sağlayabiliriz. “Bana altı şey hakkında söz verin, ben de sizin cennete gireceğinize kefil olayım: ‘Konuştuğunuz zaman doğru konuşun, vaadde bulunduğunuz zaman yerine getirin, emanet hususunda güvenilir olun, iffetinizi muhafaza edin, gözlerinizi haramdan koruyun, ellerinizi haramdan uzak tutun.”[2]

İşte Rasûlullah efendimizin bana garanti edin dediği bütün bu özellikler bizlerde mevcut olmalıdır. Hal ve duruş nasihattir ve insanlar sözden çok duruşa bakarlar. Allah’ın rızasına giden yolda erdemli kul olabilmek esastır, bu şuuru kaybetmememiz dileğiyle…

Yazımızın başında açıkladığımız ayeti kerimeleri bir daha tekrar ederek mevzuyu tamamlayalım. “İşte bu, hak olan bir gündür. Dileyen Rabbine varacak bir yol tutar. Şüphesiz ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi yapıp gönderdiği ammelere bakar. Kâfir ise keşke toprak olsaydım der.” (Nebe 39-40), “O halde nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir 26). Evet, Allahu Teâlâ ayaklarımıza, kalbimize kendi dini üzerinde kalabilmemiz için sebat versin, istikamet ve doğruluktan ayırmasın, âmin.

Son olarak vefatının sene-i devrisinde mübarek aylar içerisinde kaybettiğimiz muhterem Hasan Karakaya hoca efendiden biraz bahsetmek istiyorum. Onu ailece rahmetle anıyoruz, mekânı cennet, makamı âli olsun. Aramızdan ayrılıp ahiret âlemine irtihal ettiği 20 Mart 2018 günü hüznümüz vardı. Yakınlarının acısını tadan herkes gibi biz de bu acıyı tadıyorduk. Esasen Hasan Hoca bizi sabra alıştırmıştı. ‘Her an gidebilirim ayaklarınızı sağlam basın bu durumlar sabrı gerektirir’ diyordu. Allah ondan razı olsun, ölüm bir hakikat değişmez bir kaderdir. “Biz Allah’a ait (kullar)ız. Şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara, 156). 

Hasan Karakaya Hoca, kendisine gıpta edilecek bir kişi idi. Hayatını İslam’a adamış, çalışmaları hep bu yönde olmuş, yol göstereni Kur’an-ı Kerim olmuş, istikametini buna göre ayarlamıştı. Hayatının sonuna kadar bu uğurda çalıştı. Son eseri olan ‘Fıkhî Meseleler’ kitabını yazmaya Allah’ın yardımı ile muvaffak oldu ve eser görüldüğü üzere yorucu bir çalışma idi. Eserini Arapça olarak tamamlayabildi. Ancak Türkçeye çeviri aşamasında ezelde takdir edilen ömrünü tamamlamıştı. Kitabın basımını göremedi. Gönül istedi ki bu çalışmanın neticesini ve mutluluğunu görmüş olsun.

Cenabı Hak’tan niyazım şudur ki; onun bu gayretini ve çalışmalarını hüsnü kabul ile kabul etmiş olsun. Sevabını da amel haznesine bir sadaka-i cariye olarak geçirsin, rızasına mazhar kılsın.

Allah, kendi rızası için yapılan hiçbir emeği boşa çıkarmaz.  Rabbim hepimize güzel amellerde bulunmayı nasibi müyesser eylesin. İstikamet ve doğruluktan ayırmasın. Bu vesile ile “Fıkhî Meseleler” kitabının hazırlanmasına öncü olanlardan, tercüme aşamasından basım aşamasına kadar emeği geçen herkesten, bilhassa çevirisini üstlenen Mahmut Varhan Hoca ve de Nebevi Hayat Yayınları camiasından Allah razı olsun. Allah yaptıkları hayrın mükâfatını hizmeti olan herkese versin, âmin.


[1]. Bu yazı vefatının seneyi devriyesi adına muhterem Hasan Karakaya Hocaefendi’nin eşi tarafından kaleme alınmıştır.

[2].  Ahmed, V, 323