Kapak Dosya – Said Özdemir / 2016 Ekim / 47. Sayı
İsminle Allâh’ım…
İslâm ümmeti geldiğimiz son noktada kendi içinde fikri kargaşaların, kavram karmaşasının, ilim, bilim ve ahlâki eksiliğin içinde yaşamaktadır. Büyük ailemiz olan İslâm ümmetinin her bir ferdi çocuklar gibi sağa sola dağılmış, çeşitli fikir ve hiziblere bölünmüşlerdir. Ak ile kara’nın, doğru ile yanlışın ayırt edilemediği bu vahim çağda en vahim olan da İslâm’ın temel doktrini olan ve başlı başına ehil insanların ellerinde şekil bulacak olan temel akaid konularının avam halkın eline düşmüş olmasıdır. Avam halk elbette dini yaşama, gerektiğinde savunma anlamında güzel örnek olabilir lâkin iman ve küfür gibi kişinin dünyasını ve ahiretini ilgilendiren esas konularda rahat konuşması, pervarsızca gündem etmesi hiç yakışık değildir. Hele ki bu konular geçmiş de İslâm âlimlerini en çok meşgul eden ve üzerinde en çok durulan, İhtilâfların ve fırkalaşmanın temel zeminini oluşturan bir alan ise.
Bizim burada karşı geldiğimiz konu tekfirin temel mantalitesini kavramadan, kurallarını, usûlünü, şartlarını, engellerini bilmeden şer’i ilimleri tam bir şekilde tahsil edip tecrübe etmeden iman ve küfür konularına giren kişilerdir. Daveti, davetçi de bulunması gereken vasıfları, davet metodunu, muhataba davranış biçimini tam bir şekilde öğrenmeden, bir eğitim geçirmeden, en önemlisi de hikmeti kavrayamadan iman ve küfür konularına giren kişilerdir. Bu tarz oluşum, kişi ve kuruluşlar toplumun içinde ayarlanmış saatli bir bomba kadar tehlikeli, bedene yerleşen bir ur kadar da ölümcül bir hastalıktır. Bu tür hastalıklara ve hastaya yaklaşım tarzımız ortada yatmakta olan kanserli, ölümcül bir hastaya davranışımız gibi olmalıdır. Bu açıdan ‘hedef belirlenmediği sürece adım atılamaz’ sözü gereğince tekfire götüren sebep, bunun tedâvisi, önü alınamadığı zaman tekfirin ne gibi sonuçlar doğuracağından bahsetmek sanırım yerinde olacaktır.
Müslümanlar arasında çıkan ilk ve en şerli bidat, ilk tekfir fitnesi ve ilk sapma hâricilik zihniyetidir. Hz. Ali radiyAllâhu anh’ın kanını dökmeye kadar varacak neticeleri ardından getiren bu zihniyet hali hazırda İslâm ülkelerinde yerini almış, şer’i ilimden yoksun, nasları kendi heva ve heveslerine göre yorumlayan, en ihtilâflı meselelerde bile cesaretle en uç görüşleri alan ve bunu topluma hadsiz ve hesapsızca uygulayan bir zihniyettir.
Bir insan nasıl tekfir fitnesine alet olur diye içinizden çoğu defa geçirmişsinizdir. Esasen hepsinin üzerinde ayrı ayrı durulması gereken sebepleri fazla detaya girmeden şu şekilde sıralamamız Allâhu a’lem yerinde olur:
Gençlik Ateşi
Farkındalık-Farklı görünme
Şer’i ilimlerde zayıflık
Nefis muhâsebesi yapmama
Durağanlık, görüşlere kapalı olma
Muhâlefet et! Tanınırsın düstûru
Bir müslümanı haksız, delilsiz, ilimsiz ve mesnetsiz tekfir etmeye cür’et edecek en önemli etken kişinin genç olması dolayısıyla da ateşli olmasıdır. Gelişen olaylara ve kişilere karşı mâverâi/ötelerden bakmak yerine fikren ve zihnen diş bileyen, görüntüye aldanan, daima sertlikten yana olan bir gençlik tutumu sizi alıp en uç nokta olan tekfircilik furyasının içine bırakır. Bu gençlik duygusu zamanla toplum içinde farkındalığa yani yaptığı her işte, ibadette, giyim kuşamda farklı olmaya götürür. Bir açıdan kişiyi riyâ’nın içinde hikmet arar hale getirir. Şer’i/makâsıd ilimlerinde kişinin zayıf olması da tekfirciliğin bir başka sebebidir. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunduğunda basirette elden gider ve bir yere toslamadan duramayan freni patlamış araç gibi olur insan. Kur’an, hadis, fıkıh, usûl ve vâkıa ilimlerinde yeteri kadar bilgisi olmayan ve bilgisini taklid üzere kuran kişiler habbeyi kubbe yapmakta, iki kitap okumakla fetva verip her şeyin hallolunacağını zannetmekte ve güçlerini yanlış yere kanalize etmektedirler. Bu bazen o kadar ileri gider ki ‘hilal meselesi gibi fıkıh konularını akaid konuları gibi algılamaya başlarlar.’ Sonra eleştiri oklarını çekerler. Şer’i ve edebi ilimlerde zayıflıkta insanı topluma karşı psikanaliz/nefis muhâsebesi yapmaktan, kendini sorgulamaktan alıkoyar bir hale getirir. Bir yandan bid’atlarla, haramlarla, mücadele ederken elinden sigarasını düşürmez bir pozisyona büründürür insanı. Fikirlerde durağanlık da hakeza insanı tekfir düşüncesine itebilir. Gelişen olayları takip edememek, sürekli okuyarak kendini yenilememek, kendi inandığı görüşün hak olduğuna başkasının (delille) inandığı görüşün batıl olduğuna inanmak, ihtilâflı konularda geniş ve hoşgörülü olamamak da fikirlerde durağanlığın göstergesidir.
Tüm bu zikredilen hususlar toplumda yaygın bir hastalığın oluşum aşamasıdır yani bir tespittir. Kendi nefislerimizin ve nesillerimizin böyle bir hâle bürünmemeleri için ilk eğitim, ilk tedavi metodumuz şu şekilde olmalıdır:
Aile içi eğitim
Medrese/eğitim kurumları
Mescid
Tekfir hastalığının önüne geçebilmenin en temel noktaları aileden geçmektedir. Aile bizim son kalemizdir. O kale de konuşulan, yapılan her şeye, yedirilen lokmaların helal olmasına, verilen eğitimlere dikkat edilmelidir. Anne ve baba çocuklarının karınlarını doyurmakla sorumlu oldukları gibi onların beyinlerini ve ruhlarını doyurmakla da mükelleftirler. Çocuklarına daha küçük yaşlar da Allâh’ın çizmiş olduğu sınırlardan bahsetmeli, onları kendi hallerine terk etmeden helal ve haram kurallarını belirtmeli ve çocuklarına hakkın belirttiği yolu çizmelidirler. Yol üzerinde var olan tehlike ve sapkın fikirlerden örnekler vermeli ve geleceğe dair onların beyinlerinde levhâlar oluşturmalıdırlar. Bunun yanı sıra anne ve babanın yaşları kaç olursa olsun aile içinde huzurlu olmaları, aile içi problemleri çocuklara yansıtmamaları gerektiğini de bilmek gerekir. Huzursuz bir aile de yetişen gençler soluğu huzur buldukları farklı yerlerde bulurlar. Bu gerek kötü arkadaş, gerek sapkın fikirlerde olan arkadaşlar olsun fark etmez.
Bu hastalığı önlemenin ikinci yapısı ise Müslümanlara şer’i ilimleri aşılayan medrese ve eğitim kurumlarıdır. Ebeveynler İslâmi eğitim vermede sıkıntı ve sorun yaşadıklarında buna güçleri yetmediğinde çocuklarını ehlisünnet itikadını yaşayan, şaz görüşlerden arınmış, geçmiş İslâm medeniyetine muhâlif olmayan medreselere veya eğitim kurumlarına göndermelidirler. Bunun yanı sıra medrese ve eğitim kurumlarında görev alan eğitmenlerin aşırı tekfir fikrinden tamamıyla uzak durmaları bunları daha yeni yeni İslâmi ilimlere adım atan gençlerin yanlarında konuşmamaları kendi fikirlerini ilerde fitne unsuru olacak tarzda gündem etmemeleri gerekmektedir. Onlara ilimden, bilgiden daha önce ‘hikmeti ve basireti’ öğretmeleri gerekir. Sonuçta eğitmen/hoca gençlerin önünde her alanda örnek alınması gereken bir kişidir. İmâm Şâtibi rahimehullah’ın da dediği gibi: ‘Hoca ile öğrenci arasında bir ünsiyet vardır. Talebe hocasından ne görürse onu alır.’ Tüm bunlara ilaveten hayatlarının baharında, yolun en başında İslâmi ilimlere adım atmış gençlere geçmiş dönemler de vukû bulan ve İslâm ümmetinin başına bela olan sapık fırkaların (Hariciyye, Mu’tezile, Mürcie, Şia vb) fikir ve zihniyetlerini teşkil eden dersler ve ‘mezhepler tarihi’ dersi yapılmalıdır. Bu alanı hiçbir zaman öğrencinin kendi okumasına ve kendi insiyatifine bırakmadan üzerinde durulmalı sahih İslâm anlayışının ne olduğu gençlere belirtilmelidir.
Tekfir hastalığını önlemenin üçüncü yapısı Allâh’ın evi mescidlerdir. İlim ehli kişiler medrese, mescid ve eğitim kurumlarında gerek açık gerek kapalı oturumlar düzenleyerek toplumda yaygın olan sapkın düşüncelerden ve fitnelerden delillerle bahsetmeli, halkı özellikle gençleri bu tehlikelere karşı sakındırmalıdır. Şu da unutulmamalıdır ki, sahiplenmediğimiz bir şey bizim değildir. Bizler eğer iman ve küfür konularını gündem etmekten imtina ettiğimiz ve bunu insanlara anlatmadığımız zaman mevcut fertler bunları başkalarından öğreneceklerdir. Bu da tekfir hastalığının virüs gibi yayılmasına yol açan bir nedenler arasındadır. Özellikle oturumlar da: İmanın aslında olan şeyler, imanı bozan haller, tekfirin şartları, engelleri, sebepleri, tekfir etme yetkisinin kimde olacağı, davetin önemi, mutlak küfür ile muayyen tekfirin arasında ayırım, delaleti kesin olmayan (ihtilâflı ya da şaz) delillerle tekfir etmek, hakiki iman ile hükmi iman arasında ayırım yapmak, İslâm alâmetleri vb konuların periyodik olarak işlenmesi bilinçlenmeye yönelik adımlardır.
Çevrenizde yaşları ilerlemiş arkadaşlarınız, kardeşleriniz, akrabalarınız ya da kendi evlatlarınız varsa bunlara karşı da davranmanız gerek üslûp daima şefkatle olmalıdır. Onlarla yemeye, içmeye hatta gezmeye devam edin. Her daim yanında olduğunuzu bilincine kaydettirin. Eğer dinlemeye müsait ise hikmetle basiretle, nezih ve yumuşak bir üslupla hatalarını beyan edin. Eğer aksi bir durumsa onunla hiç tartışmaya girmemeli, yanlış yolda olduğunu ispat etmemeliyiz. Siz ona bir şeyi ikna etmeye çalıştıkça onu fark etmeden iyice derinleştirirsiniz. Bu açıdan susmayı, sessiz kalmayı ve duâ etmeyi sürdürün. Üzerine gidilip de baskı yapıldığında bağnazca gittiği yolun doğru olduğunu varsayar, hakkın sesini kısıyorlar (!) diyerek veryansın eder ve asla size teslim olmaz. İlmine, hikmetine itimat ettiğiniz kişilerle onu karşılaştırın, konuşturun ve en önemlisi de onunla asla bağlarınızı koparmayın. En sıkıntılı anlarda sizi her daim arkasında görsün. Bazen ilim, konuşma, ikna etme yeterli gelmediği vakit ona olan sevginiz ve korumaya çalıştığınız akrabalığınız onu kendi yolundan çevirebilir.
Ve’l-hâsıl, İslâm ümmetinin kimlik sorunu yaşadığı bir dönem de Müslümanlar kendi öz kimliklerine dönmeliler, zilletin içinden çıkış yolları şu ortamda dini yaşamak, davet ve tebliğden geçer. Dinin dışına kişileri çıkarmaktan ziyade, dinin içine kişileri katma mesuliyetimiz vardır. Bunun aksi durum ise Müslümanların tefrikasından, ayrışmasından ve toplum içinde tehdit olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Rabbim dilini, zihnini ve kalbini kötü düşüncelerden yıkayan ve arındıran kullarından eylesin bizleri. Müslümanların bedenlerine zarar vermekten daha büyük zarar ve manevi bir yıkım olan tekfir hastalığından bizleri korusun.