“İnni Küntü Minezzalimiyn” Diyebilecek Miyiz? | Abdurrahman Dilipak/Akit Gazetesi

İktibas – Nedim Bal / 2019 Ocak / 74. Sayı

Evet, iktidarı suçlayabiliriz ama itiraf edelim ki, tek suçlu iktidar değil. Tek başına bir suçlu bulup onu “Günah Keçisi”ne dönüştürmek mümkün.

Önemli olan “İnni küntü minezzalimiyn” diyebilecek miyiz?

Tamam, iktidar görevini yapmadı, bürokrasi de. Peki, “Cemaat” dediğimiz yapılar görevini yaptı mı? Üniversiteler ve basın görevini yaptı mı? İş adamlarımız görevini yaptı mı? STK dediğimiz, oda, vakıf, dernek ve sendikalarımız görevlerini yaptılar mı?

Herkes iktidarı kullanmaya çalıştı, iktidar da herkesi.

Ama görüyorum ki, kimse kendi suçunu itiraf etmeye yanaşmıyor.

Çok egosantrik oldu. Herkes “kendine bağlanmamızı, itaat etmemizi” istiyor. Tarikatı da öyle, siyaseti de. Vatandaş da kendi çıkarına bakıyor. Adeta, kimse doğru-dürüst birini istemiyor. Kim onun işini görürse, o ondan yana. Onun işi görülsün de gerisi ne olursa olsun. Yiyecekse yesin, ama kendi işini yapsın(!)

(Bir insan) kendisi de haksız ve usulsüz bir işe talipse başkasından nasıl hukuk ve usule bağlılık talep edebilir ki!

Her yerde her zaman iyiler de vardır, kötüler de! Birilerinin iyiliğini gördüğümüzde, kötülüklerini göz ardı etmeyelim. Ya da kötülüklerini gördüğümüzde iyiliklerini görmezden gelmeyelim. Adil şahitler olalım.

İftiradan, yalandan, dedikodudan, gıybetten sakınalım. Elbette sonuçları itibarı ile topluma yansıyan, emsal oluşturan, suimisal/kötü örnek oluşturan işlerin toplum önünde eleştirilmesi gerek, ama ahval-i şahsiye ye ait yanlışların ise alenileştirilmesi büyük bir vebaldir.

Hatta bu anlamda “batılın tasviri saf zihinleri idlal edeceği/bozabileceği” gibi, bir günahın alenileşmesi, zayıf kişiler nezdinde toplumsal zihinlerde meşruiyet kazanmasına sebep olur.

Her iki halde de aşk ve öfkenin aklımızı zail etmesine imkân vermeyelim.

Mücahidlikten müteahhitliğe savrulanlarımız oldu, muvahhidlikten münafıklığa savrulanlarımız da. Kimi zenginken cömertti, fakirleşince sapıttı. Kimi de fakirken daha cömertti, zenginleşince savruldu.

Başörtüsü forumunda istişare kurulu üyeliği yapan birileri bugün çok farklı vadilerde kâm/zevk alıyor dünyadan. Laiklik ve Kemalizm eleştirisinde önde koşanlardan bazıları bir baktık ki Yeşil Kemalist olmuşlar, liberalleştikten sonra Ilımlı İslâmcılık’tan Sekülarizm’e evrilmişler. Dinleri vicdan sorunu olmuş. Kimi Deist takılıyor, kimi Agnostik olmuş. Kimi “tarihselci” olmuş, kimi nev’i şahsına has bir ulusalcı!

Ehl-i Sünnet, Sufi, Selefi, Şii geçtik, şimdi Maturidi, Eş’ariyi tartışıyoruz. Yakında Akaidi de tartışırız. Türk İslâmı, Fars İslâmı, Arap İslâm’ını konuşuyoruz, daha da ötesi, Protestan İslâm, Ortodoks İslâm, Katolik İslâm icad oldu!

Evet, ulaşamadıkları hazlara “murdar” deyip, o hazlara ulaşınca, dünyayı ve toplumu değiştirmek için çıktıkları yolda değişip dönüp (o hazları) meşrulaştırırlar. Paranın, makamın ve fuhşun dönüştürücü gücü onları da dönüştürmüş.

İktidar ve toplum ilişkisi aslında “U Borusu” gibidir. Birbirini dengeler. Sonuçta, “Tencere yuvarlanır, kapağını bulur.” Sonuçta biz bize benzeriz. Birbirimizi eleştirmeden önce biraz da kendimize baksak ne iyi ederiz.

Aslında günahlarımızın çoğu ortak. Aynı yanlıştan besleniyoruz ve birbirimizin günahlarının gerekçesini/bahanesini üretiyoruz. Aynı sütün yağı, kaymağı, yoğurdu, ayranıyız…

Bakıyorum da başörtüsü eylemlerinde en önde koşan bazı anne-babaların kızları bugün başka vadilere savrulmuşlar. Buraya nasıl geldik bunun muhasebesini yapmamız gerek.

Bugün daha rasyonalist, daha pragmatik, daha determinist düşünüyoruz. Daha liberal, daha rekabetçi, daha hedonist olduk… Daha egosantriğiz. “Ben” (ene) demek ayıptı. Nefsimizi terbiye edecektik, ama şimdi “ene”miz kabardı. Kendi boyumuzun yetmediği yerde, benim liderim, benim şeyhim, benim örgütüm… Ben, ben, ben!

Allah’ın emrine uymazsanız haram, peygamberin sünnetine uymazsanız mekruh, benim gibi düşünmezseniz dinden çıkarsınız!  Haşa…

Kardeşlik hukuku, istişare ve şura, ehliyet ve liyakat, adil şahidlerden olmak modası geçmiş şeyler bunlar(!)

Kur’an’dan bir kıssadan yola çıkarak bir nasihat ya da eleştiride bulunacak olsan, “hard” kaçıyor. Onlar “dünde kalmış”, “basit” şeyler gibi anlaşılıyor. “Asri”lik moda şimdi.

“Kifayetsiz muhterisler”in “Muhafazakâr asri”liği başımızın belası. Yeşilin her tonu var atık. “Yeşil Kemalist”ler, “Yeşil Kapitalist”e, “Yeşil Çağdaş”tan, “Yeşil Ulusalcı”lığa kadar!

Tekin Erer diye biri, 1970’lerin başında biz “Ne sağdayız ne solda, Hak yoldayız Hak yolda” diye slogan atınca bize “Yeşil Komünist” diye saldırmıştı. Dünden bugüne biz de evrildik (gerçekte bir tereddiye/yozlaşmaya uğradık) ve artık “Yeşil Kapitalist” olduk herhalde!

Sivil-siyaset fark etmiyor. Biz birbirimize benziyoruz. İçimizdeki beyinsizlere yakamızı kaptırdık gidiyoruz. Eğer kurtulmak istiyorsak, önce yakamızı bunların elinden kurtarmamız gerek. Yoksa içimizdeki beyinsizlerin işledikleri helakımız için yeter.

Onların ve onların yaptıkları karşısında sessiz kalan bizlerin bu sessizliği sebebi ile Allah’ın yardımı bize ulaşmaz. Çünkü Allah, cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez.

Allah’ın yardımı bize ulaştıktan sonra ne gam. İnşallah akleden bir topluluk oluruz ve tevbe ederiz. Yüzümüzü Hakk’a çeviririz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunuruz da hüsrana uğrayanlardan olmayız.