Mü’min Her Zaman Sadıktır

Kapak Dosya – Ümit Şit / 2019 Ocak / 74. Sayı

Allah Teâlâ, Tevbe sûresinin 118. ayetinde, Tebük seferine katılamayan üç sahabenin tövbesinin kabulünü buyururken, devamında ise daima tövbeye muhtaç olan mü’min kullarını günahlardan sakındırmak, Allah’ın emirlerine itaatsizlikten men etmek üzere şöyle buyurmuştur:

’Ey mü’minler! Günahları işlemekten korkun ve Allah’ın emrine muhalefetten sakının. (Güç ve kolay herhangi halinizde olursa olsun Allah’ın emrine itaat eden) sadıklarla beraber olun.’ [1]

“Sıdk” Allah’ın dininde ve şeriatında, Allah’ın emirlerini yerine getirmede ve Allah’ın Rasûlüne itaatte samimi, azimli ve ihlaslı olmak demektir. Sadıklar yani doğru olanlar ise; tebliğ, davet, cihad veya başka bir Salih amelde ihlastan ayrılmayan, Allah’a verdikleri sözü yani “la ilahe illallah” davasının yolundan sapmadan bu sözü tutan, bir günah veya kusur işlediklerinde doğruluktan vazgeçmeyen kimselerdir. Sadıkların yani doğruların tersi ise münafıklardır.

Sadıklar o kimselerdir ki; Allah’a ve Rasûlüne itaatte kalben ve amelen doğru olan kimselerdir. Yani ağızlarıyla evet bizde iman ettik diyen ama bir sıkıntı gördüklerinde sıvışan münafık ve münafık yapılı insanlar gibi değildirler. Allah’a verdikleri sözleri eğip bükmeyen, hakkı her yerde hikmetine uygun şekilde haykıran ve ayakta tutan kimselerdir. Bilmedikleri bir şeyde kendilerine Allah’ın ayetleri ve Rasûlullah’ın hadisleri hatırlatıldığında işittik ve itaat ettik diyerek Allah ve Rasûlüne gönülden iman eden kimselerdir. O sadıklar; hülasa Allah’ın ayetleri başımın üstündedir diyen veya Allah Rasûlü şimdi aramızda olsa da başımı ayağıyla ezse diyerek dilleri ile name yapanların, pratik hayata gelince canım o ayet, o hadis tam olarak onu anlatmıyor aslında diyerek ayet ve hadisleri dilleri ile büken iki yüzlüler gibi asla değillerdir. O sadıklar ki, kendi menfaatlerinden önce Allah ve Rasûlünün menfaatini önceleyen şahsiyetlerdir. O sadıklardır ki, içinden çıkılmaz bir sorunla karşılaştıklarında beşerî icadı kanunlara başvurmak yerine hükmü Allah’a ve Rasûlüne taşıyan sadakat sahibidirler. Yoksa laf geldiğinde şeriatın kestiği parmak acımaz diyen ama amele geldiğinde şeriatı sorgulayan omurgasızlar asla ve asla değillerdir. O sadıklar ki boş ve malayani işleri amaç edinmekten kendilerini ve ailelerini uzaklaştırırlar. Amaçları her daim Allah’ı razı etmek ve hedefleri ise gelip geçici dünya malı yerine her daim ebedi cennetlerdir. Allah’ın emir ve yasaklarına her daim riayet ederler. Hiçbir zaman amir, maaş ve kınanma korkusu üçgeni içinde yer almazlar. 

 “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, Sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” [2]

Şehit Seyyid Kutub rahimullah, Fizilali Kuran tefsirinde bu ayetten şöyle bahsetmiştir. 

“Bu okşayıcı mesaj, her kalbin duygularını coşturur. İçinde zerrece iyilik bulunan, kurtuluş tohumu barındıran, yüce Allah’ın yakınlarında onurlu bir beraberliğin simgelediği yüksek bir makama tırmanma özlemi ile yanıp tutuşan her kalbi heyecanın şevki ile kanatlandırır. Bu yüce seçkinler gurubu ile birlikte olmak yüce Allah’ın tek yanlı bir bağışıdır. Hiçbir insan sadece iyi ameli ile, sırf ibadeti ile bu yüce makama erişemez. O yüce Allah’ın geniş kapsamlı, gürül gürül akışlı, e yaygın bir lütfundan başka bir şey değildir.

O sadıklar ki, ahirette peygamberlerin ve şehitlerin yanındadırlar.

İbn-i Cerir’in, İbn-i Humeyd ve Yakub Sekemı yolu ile Cafer b. Ebu Muğıre’ye dayandırarak bildirdiğine göre sahabilerden Said b. Cubeyr şöyle diyor: “Bir gün Medine yerlilerinden (Ensar’dan) bir arkadaşımız Peygamberimizin yanına geldi, arkadaşımız üzgündü. Bunun üzerine Peygamberimiz kendisine “Ey falanca seni üzgün görüyorum, sebebi nedir? diye sorduğu Arkadaşımız “Düşündüğüm bir şey var da onun için üzülüyorum’ dedi. Peygamberimizin “Nedir o düşündüğün şey?” diye sorması üzerine arkadaşımız şunları söyledi: “Her gün sabahleyin yanına geliyor ve ancak gece olunca yanından ayrılıyoruz. Bütün gün yüzüne bakıyor, seninle birlikte oturuyoruz. Oysa sen yarın Peygamberlerin yanına yükseltileceksin ve biz artık sana ulaşamayacağız.” Peygamberimiz arkadaşımızın bu sözlerine hiçbir karşılık vermedi. Fakat bir süre sonra Cebrail geldi ve ‘Allah ve Peygamber’e itaat edenler var ya, bunlar Allah’ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle…’ diye başlayan ayeti getirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz, o arkadaşımıza haber salarak kendisine bu müjdeyi iletti.”

Öte yandan Ebu Bekir b. Murdeveyh’in bildirdiğine göre Peygamberimizin eşi Hz. Aişe şöyle diyor: “Bir defasında adamın biri Peygamberimize gelerek şöyle dedi; ‘Ya Rasûlullah, ben seni kendimden, ailemden, çoluk-çocuğumdan daha çok seviyorum. Bazen evdeyken hatırıma geldiğinde kendimi tutamayarak sana geliyor, seni görüyorum. Benim ve senin ölümünü düşününce senin cennete girip diğer peygamberlerin yanına yükseleceğini biliyor, eğer ben de cennete girersem seni göremeyeceğimden korkuyorum! Peygamberimiz, adamın bu sözlerine hiçbir karşılık vermedi. Bunun üzerine bir süre sonra ‘Allah’a ve Peygamber’e itaat edenler var ya, bunlar Allah’ın nimetine eriştirdiği Peygamberlerle, dosdoğru kullarla, şehitlerle ve iyilerle birlikte olurlar. Bunlar ne iyi arkadaşlardır!’ ayeti indi.”

Bu arada Akl b. Ziyad’ın, Yahya b. Kesir yolu ile Ebu Seleme b. Abdurrahman’a dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Rebie b. Kaab Eslemi şöyle diyor ‘Bir gece Peygamberimizin yanında yatmıştım. Sabah olunca helâ ve abdest suyunu hazırlayıp önüne koydum. Bunun üzerine bana ‘bir dilekte bulun’ buyurdu. Kendisine ‘Ya Rasûlallah, cennette seninle birlikte olmak istiyorum.’ diye cevap verdim. ‘Başka bir isteğin yok mu?’ diye sordu. ‘Hayır, tek dileğim bu’ dedim. Bunun üzerine bana ‘O halde çok çok secdeye vararak kendin için bana yardımcı ol’ buyurdu.” [3]

Ayrıca bir gurup sahabeden tevatür yolu ile nakledildiğine göre bir defasında Peygamberimize sevdiği kimselere katılamayan, onlarla birlikte olma imkânı bulamayan kimsenin durumu soruldu. Peygamberimiz bu soruyu; “İnsan, sevdikleri ile birliktedir» diye cevaplandırdı. Sahabilerden Enes b. Malik diyor ki; “Müslümanlar bu söze sevindikleri kadar hiçbir şeye sevinmemişlerdi.” [4]

Allah şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür’. Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” [5]

O sadıklar ki yalan söylemezler.

Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh’dan rivayetlerine göre; o şöyle demiştir: “Ciddî de olsa, eğlenmek için de olsa yalan hiç doğru değildir. Sakın içinizden biri çocuğuna söz verip de sonra sözünü tutmamazlık yapmasın. Dilerseniz: ‘Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklardan olun’ ayetini okuyun. İbn Mes’ûd ayeti: ‘Sadıklarla beraber olun’ şeklinde değil de ‘sadıklardan olun’ şeklinde okumuş ve bunda herhangi bir kimseye bir ruhsat görüyor musunuz? demiştir.”

O sadıklar ki doğrulukları sebebi ile tevbeleri kabul edilir.

Allah Teâlâ, Tevbe sûresi 118-119. Âyetlerine konu olan üç sahabiyi sıkıntı ve kederden kurtardığını zikrediyor. Müslümanlar, onlardan elli gün ve gece ayrılmışlar, nefisleri onları sıkıştırmış, bütün genişliğine rağmen yeryüzü kendilerine dar gelmiş, çıkış yolları kapatılmış, ne yapacaklarını bilmez hale gelmişler fakat Allah’ın emrine sabredip boyun eğmişler, geri kalmaları hususunda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ’e doğru söylemeleri sebebiyle Allah Teâlâ onları sıkıntıdan kurtarıncaya kadar sebat etmişlerdir.

Onların savaştan geri kalmaları, bir özürden dolayı değildir. Bu sebeple bir süre cezalandırılmışlar, sonra Allah Teâlâ onların tövbesini kabul buyurmuştur. İşte doğru söylemelerinin akıbeti, onlar için bir hayır ve tövbelerinin kabulü olmuştur.
Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: ‘Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun’ buyurmuştur. Yani doğru söyleyiniz, doğruluğa yapışınız, doğru söyleyenlerle olunuz ki helâkten kurtulasınız ve Allah Teâlâ sizin işlerinize bir ferahlık ve çıkış yolu kılsın, buyrulmuştur.

O Sadık olan mü’minler, iman, güzel ahlâk ve Salih amellerde yarışırlar

Tıpkı Hz. Ömer radıyallahu anh ve Hz. Ebu Bekir radyallahu anh gibi ahlâk, iman ve salih amellerde yarışmışlardır. Sonunda Hz. Ömer: “Ya Ebubekir! Seni hayır konusunda kimse geçemeyecek mi?” Demekten kendini alamamıştır. İman ettiğini söyleyen kulların yanı sadık mü’minlerin yanlarıdır. Hangi belde de yaşıyor olursanız olun, hangi toprak parçasında mülkünüz olursa olsun; şayet mü’minlerle beraber değilseniz, beldeniz çoraklaşır. Mülkünüz ıssızlaşır. Gönül birliği için hayat birliği şarttır. Aksi takdirde sadıkların hayatları size uzak ıssız bir köy şeklinde görülür. Bu durumun ise kimseye faydası yoktur.

O sadıklar ki, doğrulukları kendilerini günahlardan uzak tutar.

Rivayet edildiğine göre birisi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem  ’e gelir ve: “Ben, sana iman etmek isteyen birisiyim. Fakat içki içmeyi, zina etmeyi, hırsızlık yapmayı ve yalan söylemeyi de severim. İnsanlar senin bütün bunları haram kıldığını söylüyorlar. Ben ise, bunların hepsini bırakmaya takat getiremem. Eğer sen bunlardan sadece birisinden vazgeçmemi kâfi görürsen, sana iman ederim” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem : “Yalanı bırak” buyurur. O da bunu kabul eder ve Müslüman olur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem  ’in yanından ayrılınca, birileri ona içki sunarlar. O, (kendi kendine) “Eğer içersem, peygamber de bana içip içmediğimi sorar ve ben de yalan söylersem, verdiğim sözde durmamış olurum. Yok, eğer doğru söylersem, o zaman da bana hadd (içki cezası) uygular” diye düşündü ve içki içmedi. Sonra ona birileri zina teklifinde bulundu. Aynı düşünce hatırına gelince, ona da yanaşmadı. Hırsızlık meselesinde de böyle oldu. Bunun üzerine bu şahıs, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem  ’e gelerek “Yaptığın, ne kadar güzel! Sen beni yalandan men edince, bütün kötülük kapılarını bana kapatmış oldun” dedi ve her şeyden tövbe etti.’[6]

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurmuştur: “Doğruluğa sarılınız. Muhakkak ki doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi, doğru söylemeye ve doğruluğu aramaya ve tercih etmeye devam ederse sonunda Allah katında Sıddık olarak yazılır. Yalandan sakının. Muhakkak ki yalan günaha, günah da ateşe götürür. Kişi, yalan söylemeye ve yalanı arayıp tercih etmeye devam ederse, Allah katında yalancı olarak yazılır.[7]

Sonuç olarak; Mü’min insan, aynı zamanda sadık olan insandır. Öncelikle Allah’a ve Rasûlüne sadıktır. Asla din konusunda yalpalamaz, taviz vermez, zilleti izzete tercih etmez, ömrü boyunca bu sadakati bir mesuliyet bilinci ile taşır. Mü’min kardeşlerine sadıktır. Onlara karşı hainlik düşünmez. İhtiyaçlarını görür, gözetir, korur. Ailesine sadıktır. Haklarını gözetir ve mesuliyetinin gereği olarak maişet, ilim, ahlâk görevlerini yerine getirir. Komşularına karşı sadıktır. Komşuları elinden ve dilinden güven içerisindedir. Ümmete karşı sadıktır. Bu bilinçle yaşar, yaşamayanlar için uyarıcıdır, yaşayanlar için hatırlatıcıdır. Asla cemaatçilik, kavmiyetçilik, mezhepçilik perspektifi ile yaklaşmaz. Mü’min mü’minlere karşı sadık bir dosttur. Kafirlere karşı ise sadık bir düşmandır.


[1]. Tevbe, 119.

[2]. Nisâ, 69.

[3]. Müslim.

[4]. Buhari

[5]. Maide, 119.

[6]. Razi, et-Tefsiru’l Kebir, XVI, 221, 222.

[7]. Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 105