Osmanlı Sonrası İslam Dünyası – Muhammed Eyüp / 2020 Mayıs / 90. Sayı
Libya, İslam dünyası için önemli din ve fikir adamları yetiştiren, aynı zamanda yeraltı kaynakları, jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemi ile ön plana çıkan, nadide bir İslam toprağıdır.
Akdeniz’e hâkim konumda olmasının yanı sıra, Afrika’yı coğrafi ve kültürel açıdan birbirine bağlayan bir pozisyonda bulunan Libya, geniş toprakları ile aynı zamanda büyük bir lojistik ehemmiyet arz etmektedir.
Libya’da İslam Dönemi
Libya, geçmişten günümüze dek üç ana bölge temelinde incelenmektedir. Bunlar ülkenin batı sahillerinden orta kesimine uzanan Trablusgarp, güneybatısından ortasındaki çöl kesimine uzanan Fizan ve doğu kesimini oluşturan Sirenayka’dır. Nüfus, Libya’nın sahillerinde, özellikle batı sahilinde yoğunlaşmıştır. Sahil şeridinde Trablus, Bingazi, Derna gibi önemli şehirler bulunmaktadır.
İslamiyet ilk olarak 640’lı yıllarda bölgeye ulaşmıştır. İslam orduları kısa bir süre içerisinde bölgede ilerlemiş, fetihler kısa bir süre dursa da ikinci bir sefer vesilesiyle tüm bölge Bizans’tan alınmıştır. Libya’nın fethinde öne çıkan İslam fatihleri Amr bin As, Abdullah bin Saad ve Ukbe bin Nafi’dir -Allah hepsinden razı olsun. Bunlar arasından, günümüzde bölgede büyük bir fatih ve kahraman olarak anılan Ukbe bin Nafi tüm Mağrip’i Atlas Okyanusu’na dek fethetmiştir. Bölgeyi İslam için tamamen fethettikten sonra Ukbe bin Nafi’nin atını Atlas Okyanusu’na sürerek “Rabbim! Eğer deniz engel olmasaydı küfür ehliyle savaşmak için cihad ederek nice ülkeler fethederdim.” dediği rivayet edilmektedir.
Bu tarihin ardından yerel halkın İslamiyeti benimsemesi ve zaman içinde bölgeye yerleşen Arap halkların da etkisiyle Libya’da hem İslam dini hem de günümüze dek uzanacak yeni bir kültür var olmuştur.
Farklı güçlerin egemenliğinde Libya
İslam hakimiyetine girdikten sonra Libya, zaman zaman yerel güç odaklarının isyanlarına sahne olsa da büyük ölçüde İslam hakimiyetinde kaldı. 700 yılının başında Hassan bin Numan ve Musa bin Nusayr’ın son fetihleriyle İslam’ın hakimiyeti bölgede pekişirken, Libya ilerleyen yıllarda bölgedeki birçok farklı güç arasında el değiştiren bir toprak parçası olacaktı.
Haricilerin ve Berberilerin isyanlarının, buna ek olarak Şiiler ve Hariciler arasında şiddetli savaşların yaşandığı Libya’da, Emevi egemenliğinin sona ermesinin ardından Ağlebiler, Şii Fatımiler, Ziriler, Eyyubiler, Abbasiler, Ihşidler, Tolunoğulları gibi birçok farklı güç hüküm sürdü.
Libya, Osmanlı dönemine kadar genel olarak istikrarsız bir görünüm arz etti.
Osmanlı’nın Libya’daki egemenliği
İslam egemenliğine girdikten sonra öncelikle güçleri azalana dek Bizans, daha sonra ise özellikle 1500’lü yıllarda İspanyol saldırılarına maruz kalan Libya’da kısa süreli işgaller yaşandı.
1500’li yılların başında, 1492’de Endülüs’teki son İslam toprağını da ele geçiren İspanyollar, Kuzey Afrika’da da Müslümanlara saldırılar düzenlemeye başladılar. Bu doğrultuda Trablus İspanyol Haçlılarca ele geçirilirken, bölge daha sonra Haçlı Malta Şövalyeleri’ne bırakıldı. Barbaros Hayrettin Paşa’nın kısa bir süreliğine ele geçirmeyi başardığı bölgeler, daha sonra 1551 yılında tekrar ve tamamen Osmanlı tarafından kontrol altına alındı. Bölgedeki hakimiyet 1577’de Fizan’ın da alınmasıyla pekişmiş, Libya’nın üç bölgesinde de İslam hakimiyeti yeniden kurulmuş oldu.
Bu dönemin ardından Libya’ya çok sayıda Türkün de yerleşmesiyle Libya’nın bugünkü kültürel ve etnik yapısı şekillendi. Günümüzde ülkenin 4’te 1’inin kökeninin Anadolu asıllı olduğu bilinmektedir.
Osmanlı’nın yıkılma dönemine kadar Libya, İslam toprakları için bir ileri karakol, Akdeniz’deki egemenlik için bir stratejik üs konumunu aldı. Öyle ki Akdeniz’e ve ötesine uzanan donanma faaliyetleri için Libya hayati önem kazandı. Bölge ilerleyen yıllarda bazı iç çekişmeler neticesinde zaman zaman özerk bir görünüm arz etse de 1911 yılına dek Osmanlı hakimiyetinde kalacaktı. Libya ve çevresini üs edinen Müslüman denizciler İngiltere, Fransa, İspanya, Napoli, Sardinya hatta Amerika da dahil çok sayıda devletin donanmalarıyla harp etti, bazılarını haraca bağladı.
Burada Libya’nın önemini anlamak için bölge coğrafyasını incelemek yeterlidir. Dikkatle bakıldığında Libya’nın, Tunus ve Cezayir ile birlikte Avrupa’nın içlerine uzanan bir alana hâkim olduğu göze çarpacaktır. Bu bakımdan söz konusu topraklar, günümüzde olduğu gibi geçmişte de Avrupa için hem bir tehdit hem de bir fırsat niteliği oluşturdu.
Ancak yıllar içerisinde gerek iç çatışmalar gerekse Avrupalı devletlerin Libya’daki faaliyetleri, buradaki gücü azalttı. Özellikle Libya’yı 1711 yılından itibaren babadan oğula geçecek şekilde idare eden Karamanlı ailesi içerisindeki anlaşmazlıklar nedeniyle Libya günden güne zayıfladı. Nihayetinde Osmanlı 1835’te bu hanedanı sona erdirerek Libya’yı merkeze bağladı.
Osmanlı zayıflarken Libya da bu paralelde zayıflamaya, dış işgale açık hale gelmeye devam etti. Ancak bu topraklar, Afrika’da Osmanlı’nın elinden çıkan son topraklar olacaktı. Libya’nın batısındaki Cezayir 1881, Mısır 1882’de işgal edilirken, Libya 1911 yılına dek Osmanlı elinde kaldı.
Libya işgali ve Ömer Muhtar
Libya işgali Avrupalı devletler arasında da bir tartışma halini almıştı. Öyle ki kıta paylaşılırken Libya’nın kimin payına düşeceği gündemden düşmüyordu. Osmanlı idaresi, kaçınılmaz olan işgale karşı ciddi bir askeri adım atacak pozisyonda değilse de bölgede bir yıpratma harbi yürütmek için bazı hazırlıklara girişti. Silah depoları kuruldu, yerel halktan ve Libya’ya yerleşen, çoğu “Kuloğlu” olarak anılan aile kökenine sahip Türklerden askeri birlikler kuruldu. Senusi tarikatı gibi birçok tarikat Osmanlı saflarında direnişe katılacaktı.
29 Eylül 1911 tarihinde İtalya beklenen işgali başlattı. On binlerce Haçlı askeri Libya topraklarını işgal ederken, kuvvetli bir deniz donanması ve hava filosu da savaşlara iştirak etti. Yaklaşık bir sene süren ve Osmanlı subaylarının da katıldığı direniş, 1912 yılında imzalanan anlaşmayla sona erdi, Osmanlı kadroları İstanbul’a döndü. Ancak yerel halk direnişi sürdürecekti.
On binlerce sivilin katledildiği Libya’da Müslüman halkın direnişi uzun yıllar devam etti. Bu süreçte, adı modern dönem İslam tarihine yazılacak Ömer Muhtar bölgede ön plana çıktı. Ömer Muhtar, İtalyan işgaline karşı direnişi komuta etti. 16 Eylül 1931 günü idam edilerek şehid edilinceye kadar, Libya topraklarında Haçlı birliklerine karşı mücadeleyi komuta etti. Kendi dünya hayatını feda ederek -inşallah- kazandığı ahiret hayatıyla, adını İslami mücadelenin altın sayfalarına yazdırdı. Kendisini yok etmeye çalışan tağutlar ve onların iş birlikçileri ise unutuldu.
Bağımsız Libya Dönemi ve Muammer Kaddafi
Libya’yı bir anavatan gibi İtalyanlaştırmaya çalışan Faşist Benito Mussolini yönetimi ve destek olduğu Nazi Almanyası, Libya’da İkinci Dünya Harbi sırasında şiddetli savaşlar verdi. 1943’te tamamen yenilerek Libya’dan çekilirken yerlerini Fransız ve İngiliz Haçlılar alacaktı. Bu dönemin ardından Libya halkı bağımsızlığa hazırlanmaya, özellikle Anadolu-Türk kökenli Libyalılar da ülkeye geri dönmeye başladı. Bunların büyük çoğunluğu Libya’da bağımsız bir devlet inşasında rol oynarken, bunlardan biri olan Sadullah Koloğlu başbakanlık yaptı.
Libya devleti, 1951 yılında Trablusgarp, Sireneyka ve Fizan’ın birleşmesiyle resmi olarak kuruldu. Oldukça yoksul bir ülke olan Libya, petrol yatakları bulunana dek geri kalmış bir vaziyet arz edecekti. 1959’da petrolün bulunmasıyla ülke hızla kalkınmaya başladı.
1969 yılında Libya’da, Kral İdris Türkiye seyahatinde iken yapılan askeri darbe ile ülkenin başına Albay Muammer Kaddafi geçti. Arap milliyetçiliği fikirlerinden etkilenen Kaddafi, bu yöndeki teorileriyle ülkeyi tek bir otorite olarak yönetecekti. Kaddafi iktidarında muhalefete izin verilmezken, birçok Müslüman da Kaddafi’nin cezaevlerinde işkence gördü. İslami talepler göz ardı edildi, Allah yolunda çalışan Müslümanlar Kaddafi’nin seküler Arap milliyetçisi tutumundan ve tağuti zihniyetinden büyük zararlar gördü.
Zaman zaman bölgedeki Mısır ve Çad gibi ülkelerle gerginlik ve hatta savaşlar yaşayan Libya az nüfusu, geniş toprakları ve bol kaynaklarıyla her zaman farklı bir görüntü arz ediyordu. Kaddafi, bu duruma 1976 yılında “Yeşil Kitap” olarak anılan kendi ideolojik bakışıyla yön vermek istedi. Ülkenin adı 1977’de Libya Halk Sosyalist Arap Cemahiriyesi olarak değiştirildi. Arap milliyetçiliği politikası zamanla yayılırken Kaddafi ne Mısır ne Irak ne de Suriye’deki Arap milliyetçiliği akımları gibi etkin bir ideolojik zemin inşa edemedi. Dünya ile çalkantılı ilişkiler geliştiren Libya, Avrupa ve ABD ile zaman zaman yakınlaştı, zaman zaman ise gerilimler yaşadı. Bunda Kaddafi’nin keyfi tutumlarının rolü büyüktü.
Libya’da birçok İslami hareket, Kaddafi’nin zalim ve tağuti iktidarına karşı mücadele yoluna gitti ve Libya’dan çok sayıda Müslüman gerek bölgede gerekse dünyada İslami hareketler içerisinde önemli pozisyonlarda bulundu. Ancak Libya’daki bu hareketler dünyevi bir başarıya ulaşamadı, birçok Müslüman işkence gördü, idam edildi.
İktidarı sona yaklaşırken Kaddafi, özellikle oğlu Seyfulislam Kaddafi eliyle Libya’yı Batılı yatırımlara açık bir ülke haline getirmek istiyordu. Ancak 1969’dan 2011’e kadar Libya, Kaddafi’nin keyfi uygulamalarına devam ettiği ve herhangi bir muhalif düşünceyi ve bilhassa İslami talebi umursamadığı bir ülke pozisyonunu korudu.
2011 ve Sonrası
Libya’da Arap Baharı kapsamındaki barışçıl gösteriler, 2011 yılının başlarında görülmeye başlandı. Kaddafi yönetimi, kontrolünden çıkan gösterilere şiddetle müdahale etti. 1969 yılından bu yana kurduğu zorba yönetimin yıkılmaya yüz tutması Kaddafi’yi geri dönüşü olmayan bir yola itecekti. Göstericileri hain olarak niteleyen Kaddafi iktidarı, onlara karşı savaş açtı.
Batı’nın bölgede kendi çıkarları için artık Kaddafi’den başka bir isme ihtiyacının olduğu bir gerçekti. Kaddafi, İslam’ın yükselişine ve Müslümanların taleplerine engel olarak uzun yıllar kendisinden beklenileni yapmış olsa da artık değişim kaçınılmazdı. Ancak Batı, burada da doğal bir değişime engel olmak, Müslüman halkın kendi maslahatını belirlemesine izin vermemek hususunda kararlıydı. Kaddafi’nin artık bir geleceğinin olmadığı kesinlik kazanınca ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin öncülüğünde Kaddafi’ye karşı askeri müdahale gerçekleştirildi. Suriye’de Beşar Esed’e karşı tek bir mermi dahi ateşlemeyen Batı, Libya’da Kaddafi’nin yıkılacağı ufukta görününce değişimi kendi elleriyle oluşturmaya niyetlendi. İşte zalim tağutların yöntemi böyledir.
Kaddafi, 20 Ekim 2011 tarihinde, Müslümanlara yaptığı zulüm ve işkenceler ile kabir sandığını doldurmuş bir biçimde, linç edilerek öldürüldü. Kaddafi’den sonra da iç savaş bugüne dek devam etti.
Müslümanların Libya’da elde ettiği kazanımlar Batı destekli gruplar, IŞİD ve de Kaddafi’nin eski generallerinden Halife Hafter tarafından bertaraf edildi. Bugüne dek Libya’da süren savaşlar, yıllarca köle olarak yaşamaya mecbur bırakılmış ne bir sivil toplum örgütü ne de bir cemaat kurmasına izin verilmiş bir halk için oldukça doğaldır. Bu parçalanmış yapının bir müsebbibi Batı ve işbirlikçileri olduğu gibi, bir diğeri de bizatihi Libya’yı keyfi ve tağuti olarak idare eden Kaddafi’nin ta kendisidir.
Bugün ise Libya’nın güney kesimlerinde kabile birlikleri egemenliği vardır. Ülkenin başkenti Trablus dahil batısında kontrol sahibi olan taraf, uluslararası arenada tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ndedir. Bu yapı, çok sayıda farklı gruptan oluşmaktadır. Aralarında demokrat anlayışa sahip olanlar olduğu gibi, İslami bir yapıya sahip gruplar da vardır.
Doğu Libya’da ise kontrol Hafter’dedir. ABD, Fransa, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan gibi birçok zalim yönetim tarafından desteklenen Hafter güçleri, Libya’nın doğusunda Müslümanlarla savaşarak bölgeleri ele geçirmiştir. Bingazi ve Derna’da Müslümanların kurduğu yapılara karşı savaşan ve burada Müslümanlara akıl almaz zulümlerde bulunan Hafter, bu şehirleri kuşatarak açlığa mahkûm etmiş, yakaladığı Müslümanları işkenceyle katletmiştir.
Savaşın devam ettiği Libya için Allah’tan niyazımız, hilafetin izzet ve şerefli günlerine, İslam’ın temiz ve pak egemenliğine yeniden dönebilmeleri için Libya halkına bir yol açmasıdır.