Allah’ın Görünmez Ordularından; Covid-19

Serbest Köşe – Ümit Şit / 2020 Haziran / 91. Sayı

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih 7)

İnsanlık tarihi boyunca, insanlar hep köleleştirilmiş, sindirilmiş, gerçeklere karşı yalanlarla büyütülmüş, hakka karşı batılla sulanmıştır. Bunların neticesinde de gerçeklere rağmen yalanlarla mutlu olan nesiller ortaya çıkmıştır. Eski zamanlardan günümüze kadar insanı insan yapan kuralları çiğnemenin hep özgürlük olacağı felsefesi ile hareket edilmiştir. İnsanlık, kuralların bir sonucu olan ahlak ilkelerini hep kendisi belirlemek istemiştir. Oysaki milyarlarca insanın her biri farklı bir fikre sahiptir. Bunun sonucunda milyarlarca farklı ahlaki kurallar ortaya çıkmayacak mıdır? O zaman her insan bir öteki insana karşı ahlaksızlık içinde olmayacak mıdır? Bütün insanların ortak noktada buluştuğu ahlaki prensipler mevcut değil midir? Dünya insanları, birleşerek kendi ahlak kurallarını oluşturabilirler mi?

Bunun cevabı “hayır”dır. Çünkü insan, doğası gereği tartışmaya müsait yaratılmış olup ayrıca kendi fikirlerinin kabul edilmesi konusunda da oldukça hırslıdır. Nasıl olur da milyarlarca insan ortak bir kanaat oluşturup kusursuz bir ahlaki düzen oluşturabilir. İnsan kelimesinin manasının unutkan olmasına rağmen nasıl olur da unutma acizliği içinde olan varlıklar, diğer varlıklara yol göstermede örnek olabilir. Akıl ve kalp bu durumda devre dışı kalmaktadır. 

Günümüzde insanlar medeniyetin zirvesinde bulunduğunu iddia etmektedir. Oysaki teknolojinin çok ileride olması medeniyetin zirvede olduğu anlamına gelmemektedir. Şu soru sorulmadır. İnsanların ellerindeki ileri teknoloji insanlığa ne gibi hayırlar getirmiştir? Medeni toplum demek huzur, güven, refah, barış içinde yaşayan insanların olduğu bir toplum demektir. Güçlünün zayıfı ezmediği, hırsızlığın, fuhşun, faizin, cinayetlerin kısacası insanlığa zarar veren her kötülüğün en aza indirgendiği toplumlara medeni toplum, içinde yaşayan insanlara ise medeni insanlar denilmektedir.

Teknoloji eşittir medeniyet demek değildir. Bir tarafta obez çocuklar mevcutken diğer tarafta açlıktan ölen çocuklar olduğu halde nasıl medeniyetten söz edilebilir? Çiseleyen meltemli yağmurlar sorun olarak görülüyorken, üzerlerine yağan kurşunları göğüsleyenleri görmezden gelen bu dünya, nasıl medeni olabilir? Bir tarafta güneşin yakıcı ışınlarından yavrularını koruyan anneler yaşarken, diğer tarafta yakıcı silahlarla parçalanmış yavrularından kalan parçaları, adi bir çuvala titrek ellerle dolduran anneler varken, söyler misiniz, dünya insanları nasıl medeni sayılabilir? Bir tarafta; bahçede oynarken çamur olan yavrusunun yüzünü mendili ile silen babalar hayat sürerken, diğer tarafta oğlunun elbisesindeki kanları gözyaşları ile temizlemeye çalışan babalar var oldukça söyler misiniz, dünya nasıl barıştan ve huzurdan söz edebilir?

Dünya, kendi arzularıyla inşa ettikleri yalanlarla, sefa sürerek yaşayabilenlere şahit olurken, diğer tarafta gerçeklerin sokaklarda, caddelerde, toplumlarda ve nihayetinde de tüm dünyada hayat bulması için kendilerini feda eden insanlara da şahit olmaktadır. İnancını yaşamak isteyen insanların katledilişine şahit olunan bir zamanda… Kafirlerin Suriye’de, Irak’ta, Doğu Türkistan’da, Hindistan’da Müslümanlara nefes aldırmadan gırtlakladığına ve dev bütçeleriyle işgalleri finanse ettiklerine şahit olunan bir zamanda… Gayri meşru çocukların çöplere terk edildiğine şahit olunan bir zamanda… İyiliğin ahmaklık, fırlamalığın fazilet sayıldığı bir dönemde… Ev salonlarının içki salonlarına dönüştürüldüğü bir zamana şahit olunurken… Kötülerin kötülüğüne engel olamayan ve iyi olan her şeyi tavsiye edemeyen, etse bile karşı taraftan rağbet görülemeyen bir zamanda… Sapkınlığın her türlüsünün onur olarak addedildiği, şerefin, haysiyetin ve gerçek onurun ise bağnazlık olarak görüldüğü bir dönemde… Allah’ın men ettiği haram ortamlarda helalmişçesine eğlenen insanların görüldüğü bir dönemde…. Akrabalığın menfaatçiliğe, dostun düşmana, düşmanın veliye, velinin deliye dönüştüğü bir ortama şahit olunurken… Dünyada can, mal, namus, akıl emniyetinin olmadığı toplumlar peydahlandığı bir dönemde… Savaşlarda pazar yerlerinin, hastanelerin, ambulansların, sağlık çalışanlarının, camilerin bombalandığı anlara şahit olunurken… Temiz annelerin namuslarının kirletildiğine, babaların Allah’tan başka ilah yoktur dediği için canlı canlı topraklara gömüldüğü bir döneme şahit olunurken…  İşgalciler, halkları terörize etmelerine rağmen yerel halkı ve çocuklarını terörist olarak yaftaladıklarına, açlık ile ablukaya alınan şehirlerdeki çocukların “cennete gidince sizi Allah’a şikâyet edeceğim” sözlerine şahit olduğumuz bir zamanda Yüce Rabbimiz, covid 19 veya korona ya da yeni tip korona diye adlandırılan görünmez ordusunu yeryüzüne indirdi. Sabah her zaman geceye yakındı. Yine bir sabah dünya, bu virüsün değiştirdiği hayata uyandı. 

Kimileri Çin’in laboratuvarda ürettiğini öne sürerken Rabbimiz, “Oysa onların tüm oyunları ve tuzakları, dağları yerinden oynatacak kadar bile büyük olsa, Allah yanında onların tuzağına karşı tuzak var.” (İbrahim 46) ayeti ile cevap vermiştir. Kimileri Çin’in helal haram demeden yuttuğu lokmaları gösterirken, Allah Rasûlü, “Kötü kadınlar çoğalıp, zina bir toplum içinde yayılırsa, halk daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara maruz kalır.”[1] hadisi ile cevap vermiştir. Virüs, yayılması ile çocukların büyük bir çoğunluğu hariç her yaştan canı Allah’ın izni ile almıştır. İyiler de kötüler de bu virüse maruz kalmıştır. Nitekim azap inerse toplum içinde yaşayanlara toplu olarak inmektedir. İyiler niyetlerine göre dirilecektir. Asıl soru gerçekten iyilerden miyiz? Kötülüklerin işlenmesine engel olmadığımız için mi bunları yaşıyoruz?

Bu sorunun cevabını her kişinin kendisi bilmektedir. Virüsle beraber haram ortamlar kapandı. Müslüman kadınların başındaki eşarbına, yüzündeki peçesine laf eden Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, yüzlerini örtmek zorunda kaldı. Öyle ki maskesiz yemek bile yiyemediler. Ülkelerin sağlık sistemleri çöktü. Bunun başlıca sebebi, bütçelerinin çoğunluğunu sağlık sisteminden önce işgal edecekleri bölgeler için ordulara ayırmalarıydı. Ülke ekonomilerindeki zor durumlarından dolayı Fransa ve birçok Avrupa ülkesi askerlerini Irak ve Suriye’den çekme kararı aldı. Amerika kimseyi tehdit edemeyecek duruma düştü. Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Çin’in gündemi dışında kalarak rahat nefes aldılar. Rusya ve İran ölülerin ve vakaların hızlı yayılmasından dolayı daha az Müslüman öldürdüler. İnsanların evlerine kapanmalarından ötürü günahlar azaldı. Hava ve tabiat kirliliği gözle görünür şekilde düştü. Müslümanlar karantina ile tanışarak kuşatma altında kalan kardeşlerinin zorluklarını fark etme imkânı bulabildiler. Camilerin kapanması ile cemaatle namazın önemi düşünülürken, uyutmadan öte sayıklatan hutbelerin sosyal hayata etkisi tartışıldı. Suudi Amerika’nın hac dolayısı ile kazandığı servet sekteye uğradı. Aynı zamanda virüsten kaynaklı petrol fiyatlarındaki istikrarsızlık ile Suudilerin kemer sıkma politikasına geçerek vergileri arttırdığı görüldü.

Papanın sarayının bulunduğu ülke olan İtalya’da virüs sert geçerken aklıma zamanında İtalya tarafından Libya Müslümanlarının katledilişi geldi. Bir diğer Avrupa ülkesi ve Kızıl Derililerin katilleri olan İspanyolların, kendilerini cadde ve sokaklara atarak ağlamaklı secde etmeleri aklıma “Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğmek zorunda kalırlar” (Şuara, 4) ayetini getirmişti. Virüsle beraber Avrupa ülkeleri birbirinden maske ve eldiven çalarak hırsız olduklarını tüm dünyaya gösterirlerken, Almanya başkanı Angelina Merkel’in ağzından “Görünmez yeni bir tür ile savaşıyoruz” sözleri döküldü. ABD Başkanı Trump bu virüsün 11 Eylül olaylarını geride bırakacak nitelikte olduğunu söyledi. Bütün dünya virüsle her cephede savaştıklarını ilan ettiler. Bunun bir savaş olduğunu söylediler. Allah’ın ordusuna karşı galip gelinebilir miydi? Tabii ki hayır.

Ne yazık ki Müslümanların yaşadığı ülkelerde dahi savaşıyoruz deniliyor. Savaşıyoruz demenin yerine Allah’a dönmeli, günahlarımız yüzünden af dilemeli ve Allah’tan şifa temenni etmeli değil miydiler? Ebetteki bu hastalık da geçecek tabii ki Allah izin verdiği zaman. Tabii ki biz şifa arama mücadelesi vereceğiz. Şifa bulduğumuzda “virüsü yendik, savaşı kazandık” demeyeceğiz. Kim ile savaştınız ve galip geldiniz? İnsanın bu virüse karşı acizliği ortadayken nasıl olur da “savaştık ve kazandık” deniliyor. Kazanan savaşıp kazanmadı. Kaybeden ise savaşıp kaybetmedi. Ölmeyenler Allah’tan şifa bulduğuna, ölenlerin ise eceli geldiği için öldüğüne iman etmeliyiz ey müminler! Aksi takdirde virüsün her bulaştığı kişi ölmeliydi. 106 yaşında birinin şifa bulduğuna, 28 yaşında birinin ise virüs vesilesiyle öldüğüne şahit oluyoruz. “Şöyle şöyle yapsaydı ölmezdi” demek münafık kalpten dile dökülen cümlelerdir. Biz her türlü önlemimizi alıp takdiri Allah’a bırakacağız. Buradaki ince çizgi de budur. Önlem alanların bir kısmı takdirin kendi ellerinde olduğunu düşünüyorlar. Evden hiç çıkmayan biri bile virüsten öldüğüne şahit oluyorsak sonuç bize ait değildir. Biz kul olarak üzerimize düşeni yapacağız o kadar. 

Tüm Avrupa ve dünya kafirlerinin bilimi ilah kabul görerek başka gezegenlerde farklı yaşam formları aradığı bir zamanda… Mars’a seyahat fikirleri düşünüldüğü dönemlerde birden bilim uzaydan yeryüzüne düştü. TV’lerde “elinizi şu şekilde yıkamanız gerekmektedir” diyen bilim adamlarına yer verildi. Tapınılan bilim şu anda ellerin nasıl yıkanması gerektiği ile meşgul. Profesörler ise 7/24 medyada ellerin nasıl yıkanacağı ile ilgili görsel ve yazınsal bilgiler vermektedirler. Gerçekten de çok garip değil mi? Daha ellerini nasıl yıkayacağını bilmeyenler insanlığa ilahlık taslamaktadırlar.

Virüsle beraber insanların öncelikleri değişti. Müslümanları gericilik ile itham edenler, sokağa çıkma yasağı haberinin paylaşılması ile beraber ilk çağlara geri dönerek kıtlık psikolojisi ile hareket ettiler. Tuvalet kâğıdı için birbirine girenlerden, su şişesini yanındakine kaptırmamak için ani hamlelere girenlere şahit olduk. Halbuki herkese yetecek kadar yiyecek ve su vardı. Velev ki her şey bitti ama biz Müslümanlar, sahabenin ahlakı ile ahlaklanmış kişiler olarak suyu her zaman kardeşlerimize verme cömertliği içindeyiz. Virüs imtihanı ile ne kadar insan olduğumuzu ortaya çıkaran Allah’a hamd olsun. Müslümanlara nefes aldıran Allah’a hamd olsun. Her yerde cemaatle namaz yasak olmasına rağmen İdlib’te cemaatle namaz kılma izni veren Allah’a hamd olsun. Zalim Esed yönetimi altındaki bölgelerde vaka sayıları artarken Müslümanların hâkim olduğu bölgelerde vaka bulundurmayan Allah’a hamd olsun. İslam’a karşı azılı ateisti bile gönderdiği virüsle iman ettiren, başı secdeli kalbi perdeli olanları ise ortaya çıkaran Allah’a hamd olsun. İnsanlara övülmeye layık olan tek ilahın kim olduğunu, egemenliğin kayıtsız şartsız kime ait olduğunu gösteren Allah’a hamd olsun.

Allah’ım görünmez ordularından bir ordu olan bu hastalığı müminlerden uzaklaştır. Müslümanlar ile savaşan kafirlere ise yakın kıl. “Biz ondan sonra, halkının üzerine gökten ordular filan göndermedik zaten gönderecek de değildik! O kadar acizlerdi ki onları helak etmek için ordulara gerek yoktu.” (Yasin, 28)


[1]Beyhaki