Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2020 Temmuz / 92. Sayı
“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. Açık bir hayasızlık olması dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsanız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.”
(Nisa, 19)
Günümüzde insanlığın öncelikli sorunları arasında olma özelliğini koruyan kadın ve onun özgürlüğü geçmişte de her toplumun önemli bir meselesi olmuştur. Toplumların kadın konusuna çözüm getirmek istemesi dahi aslında soruna cevap verme niteliği taşımaktadır. Kadının korunması, özgürleştirilmesi, eşitliğinin sağlanması, istihdam edilmesi günümüzün ileri toplumlarının hala tartıştıkları ve çözüm bulmadıkları bir pozisyonda durmaktadır.
Allah’ın insanlığa rahmet olarak gönderdiği İslam nizamı hariç tüm sistemler kadın konusunu bu kadar gündemde tutarak kadınlara en fazla zararı verdiklerinin farkında bile değiller. Gerçek şu ki bu konuya değinmeleri kadına bir fayda vermemektir. Çünkü beşerî sistemlerde kadın hiçbir zaman gerçek değerini bulamayacaktır. Ya kenarda ihmal edilmiş bir vaziyette duracak ya da kendisine kanunların verdiği koruma haklarıyla suni bir emniyet içinde şımaracak ve onun egemenliğini kabul etmeyen erkeğin bazen ölümle neticelenen şiddetine maruz kalacaktır. Aklımıza getirmeyi dahi istemediğimiz bir durum da kadın meselesinin bu kadar gündeme getirilerek Allah’ın onu yaratmış olduğu fıtrattan onu alarak kadına farklı bir kimlik kazandırmak suretiyle nesillerin ifsad edilmesidir.
Kadın meselesine bakış aslında toplumların hangi medeniyetlere mensup olduğunu ortaya koymaktadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemefendimiz öncesi cahili dönem gelenekleri ancak İslam’ın yürürlükte olduğu yerlerde ortadan kalkmıştır. Bugün Müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlerde yer yer görülen kadına karşı yanlış davranışlar dahi İslam’ın değil topluma hâkim olan, özgürlük postu giymiş cahiliyenin bir tezahürüdür. İslam kendi sisteminin yürüklükte olmadığı hiçbir cahilliğin kendisine nispet edilmesini kabul etmez.
İslam’ın hükümlerini insanlara anlatmak, onda herhangi bir eğme bükme yapmamak Müslümanların tüm insanlığa karşı önemli bir görevidir. Kadına bakışı yanlış mecradan asıl seyrine çevirmek İslam’ın gayesi olduğuna göre bu konuyu doğru bir şekilde aktarmak da Müslümanların önemli bir vazifesidir. Çünkü İslam adına insanlara aktarılan deliller Müslümanın şahsi görüşleri değildir. Dolayısıyla onları aktarmak insanların karanlıklardan kendisine yol bulmalarını sağlayacak önemli bir sorumluluktur. Kadın konusunun günümüzde dokunulmaz bir konuma getirilmesi, bu konuda cahiliyenin görüşleri haricinde görüş sunmanın sahibini toplumdan tecrit edilmeye varan pek çok durumla karşı karşıya bırakması asla sorumluluktan kaçmaya bir sebep olamaz. Zira en doğru görüş olan Allah kelamı dahi Arap cahiliyesinin eleştirilerinden nasibini almıştır.
İslam’ın, kadını evinde oturup gelecek nesilleri eğitmeye teksif etmesi, dışarıya çıkarken kendisini örtmesini emretmesi, bazı mezheplere göre yüzünün peçe ile örtülmesinin önemli bir görev sayılması ve iffetini koruması için sosyal mesafe kuralı getirmesi kuşkusuz günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Oysa bu meseleler daha yakın zamana kadar kadına karşı işlenmiş bir cinayet sayılıyordu.
Ne geçmiş cahiliyelerdeki gibi yok sayılması ne de günümüz cahiliyesindeki gibi onu helak edecek kadar şımartılması ve erkeğin elinde bir şehvet putu haline getirilmesi İslam’ın asla benimsemeyeceği durumlardır. İslam’ın kadına verdiği konumu Allah’ın kitabından ve sünneti seniyyeden bazı delillerle arz edeceğiz. Bu nasların uygulanması on dört asırlık İslam tarihinde satır satır yaşanmış olup en güzel örnekleri kendisinde toplamıştır:
“Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükafatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz” (Nahl, 96)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 1).
“Erkekler, kadınları koruyup kollayıcıdırlar. Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar…” (Nisa, 34)
‘’Ey insanlar! Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız. Onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz…[1]
Ayet ile İlgili Görüşler:
Bu ayet-i kerimenin genel manasını İbn Cerir et-Taberi rahimehullah tefsirinde dağınık bir biçimde vermiştir. Biz bu parçaları bir araya getirerek genel manayı sunmaya çalışacağız. İbn Cerir şöyle dedi: “Allah Tebareke ve Teâlâ şunu kastetmiştir: ‘Ey Allah’ı ve Rasûlü’nü tasdik edenler! Zorla akrabalarınızın ve babalarınızın eşlerinin nikahına mirasçı olmanız size helal olmaz.
Ey ölen erkeklere varis olanlar! Kocalarının onlara verdiği şeylere sahip olmak gayesiyle ölünceye kadar o kadınları diledikleri erkeklerle evlenmeleri konusunda engellemeyin. Ancak açık bir hayasızlık yaparlarsa fidye almak için onlara zarar vermeniz helal olur.
Ey erkekler! Kadınlarınızla güzel ahlak üzere geçinin ve onlarla beraberliğinizi uygun şekilde sürdürün. Bu da size emrettiğim beraberlik şeklinde olmalıdır. Ya övgüsü Yüce Allah’ın size onlara karşı farz kılmış olduğu hukuklarını yerine getirerek onların nikahlarını sürdürmek ya da onları güzel bir şekilde boşayarak salmakla olur. Onlarla güzel geçinin. Onlarda kerih gördüğünüz bazı şeyler olabilir. Belki sizin onları bazı durumlarda kerih görerek nikahınızda tutmanızda Allah sizin için pek çok hayır lütfeder. Belki size onlardan çocuklar ihsan eder veya onları kerih görmenizden sonra sizde onlara karşı bir sevgi oluşturur.”[2]
Allahu Teala’nın “kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir” hükmü ile ilgili olarak İmam Fahreddin er-Razi rahimehullah şöyle dedi: “Bu konuda iki görüş vardır:
Birinci görüş: Cahiliye devrinde hanımı olan bir adam ölür de başka hanımından olan bir oğlu veya akrabalarından biri gelir o kadının üzerine elbisesini atar ve şöyle derdi: “Malına mirasçı olduğum gibi karısına da mirasçı oldum’’. “Böylece hem diğer insanlardan hem de o kadından daha fazla kadın hakkında söz sahibi olurdu. Eğer dilerse ilk olarak ölenin verdiği mehir hariç bir mehir vermeden onunla evlenirdi. Dilerse de o kadını başka biriyle evlendirir, onun mehrini alır ve kadına mehirden bir şey vermezdi. Allahu Teâlâ bu ayeti indirdi. Bu durumun haram olduğunu ve kimsenin ölen kişinin eşine mirasçı olamayacağını bildirdi. Bu görüşe göre “kadınlara mirasçı olmak” kadınların kendisini miras yoluyla ele geçirmek anlamındadır. Kadınlar ölen kişiden kalan miras malı değildir.
İkinci görüş: Buradaki veraset mala dönmektedir. Ölen kişinin varisi ölenin hanımını başka eşlerle evlenmekten ölünceye kadar engeller. Kadın ölünce de kalan mala mirasçı olur. Allahu Teala şöyle dedi: “O kadınlar kötü gördüğü halde onların mallarına mirasçı olmanız size helal olmaz.”[3]
Ayet-i kerimenin “açık bir hayasızlık olması dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın” bölümü hakkında İbn Kesir şöyle dedi: “Yani vermiş olduğunuz mehrin tamamını veya bir kısmını veyahut onlara karşı bir hakkınızı istemeyerek ve zorla size bırakması için hanımlarınızla ilişkilerinizi kötüleştirmeyin, onlara zarar vermeyin.”[4]
İmam Taberi şöyle dedi: “Tefsir ehli, bu makamda övgüsü Yüce olan Allah’ın ‘hayasızlıktan’ neyi kastettiği hususunda ihtilaf etti. Bazıları bundan zinanın kastedildiğini söylediler. Buna göre adamın eşi zina ederse adama o kadına vermiş olduğu mehri geri alabilmesi için ona zarar vermesi ve sıkıştırması helal olur.
Bazı alimler de ‘açık hayasızlıktan’ maksadın kadının kocasına başkaldırmasıdır dedi.”[5]
Evlilik eşler arası bir vazifeler taksimini gerekli kılmaktadır. Her eşin kendi vazifesini yapmakta gayretli olması gerekir. Bu konuda sorumluluktan kaçarak sadece karşı eşten mutluluk yaymasını beklemek günümüzde sıkça yaşanan aile dağılmalarının zeminini oluşturmaktadır. Yuvaya saadeti getiren, vazifelerin yerine getirilmesi ve güzel muameledir.
Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız eşine karşı en iyi olanınızdır. Ben de eşine karşı en iyi olanınızım.”[6]
Aişe radıyallahu anha der ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile yarış yaptım ve onu geçtim. Bu şişmanlamamdan önceydi. Şişmanladıktan sonra yaptığımız yarışta ise o beni geçti ve ‘Bu ona mukabildir’ buyurdu.”[7]
“Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur” buyruğu hakkında İmam İbn Kesir şöyle dedi: “Yani, belki de istemediğiniz halde sabredip onları nikahınızda tutmanızda dünya ve ahirette sizin için pek çok faydalar vardır. Nitekim İbn Abbas radıyallahu anhuma bu ayetle ilgili olarak şöyle der: ‘Bahsedilen hayır, adamın karısına sevgi duymaya başlaması, böylece Allah’ın ondan bir çocuk lütfetmesi ve o çocuğun çok hayırlı ve bereketli bir evlat olmasıdır.”[8]
[1]. Veda Hutbesi’nden
[2]. Taberi Tefsiri
[3]. Mefatihul Gayb, aynı ayetin tefsirinden
[4]. Tefsirul Kur’anil Azim
[5]. Taberi Tefsiri
[6]. Tirmîzî, 3895
[7]. Ebu Davud, 2578
[8]. Tefsirul Kur’anil Azim