Gündem Analizi – Muhammed Eyüp / 2021 Haziran / 103. Sayı
Gerek son dönemde Müslümanlar nezdinde yeniden gündem olması, gerekse günlük gelişmelerin ötesinde Müslümanların kanayan yaralarından biri oluşu sebebiyle, Filistin meselesini kapsamlı bir şekilde ele almanın gerekliliği açıktır.
Öncelikle ele alınacak olan meseleyi etraflıca anlamak için bu meseleye bazı tanımlar getirmek gerekir. Her ne kadar Filistin meselesi neredeyse her Müslümanın ayrıntılarına vakıf olduğu bir konu olsa da meseleyi teorik yönlerden esaslı bir biçimde ele almak, geçmişe olduğu gibi bugüne ve yarına da daha iyi bakabilme fırsatını bize sunacaktır.
Filistin Neden Bir Meseledir, Kudüs Ne Meselesidir?
Evvela belirtmek gerekir ki Filistin meselesi, Kudüs davası, Müslümanın dünyevi ve uhrevi kulluk davasından farklı bir dava değildir. Müslümanların şahsi, toplumsal ve küresel açıdan kulluk sorumluluklarının sebebi ve gayesi neyse, Filistin meselelerinin de sebebi ve gayesi budur. Her şeyden önce, Filistin Allah’ın yarattığı beldelerden bir beldedir ve üzerinde Allah’ın kanunlarının yani, şeriatının tatbik edilmesi gerekmektedir. İlk ve en temel mesele budur.
Ayrıca Filistin, işgal altında olan bir belde olması hasebiyle, Müslümanların bu beldelerini işgalden kurtarmaları ve bu beldenin insanlarını zulümden azat etmeleri, bu beldede Allah’ın hükümlerini egemen kılmaları doğrudan bir sorumluluktur.
Tüm bunların ötesinde Filistin ve Kudüs, Müslümanların haremlerinden ve mübarek mescidlerinden olan Mescid-i Aksa’ya da ev sahipliği yapmaktadır. Allah azze ve celle İsra Suresi’nin ilk ayetinde Mescid-i Aksa’dan şu şekilde bahsetmektedir: “…çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa…”
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de Mescid-i Aksa ile ilgili şunları buyurmuştur: “Mescid-i Aksa’ya gidin ve orada namaz kılın. Eğer oraya gidemez, içinde namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.”[1]
Allah’ın ve Rasûlü’nün yüce buyruklarında görüleceği gibi Mescid-i Aksa, Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir. Bu minvalde, Müslümanlar için yeryüzünün en doğusundan en batısına her İslam beldesini işgalden kurtarmak büyük bir sorumluluk olduğu gibi konu Kudüs ve Mescid-i Aksa gibi mühim bir yer olduğu zaman, bu sorumluluğun ehemmiyeti daha da artmaktadır.
Böylece söylemek gerekir ki Filistin, Allah’ın hükümlerine itaatimiz ve kulluğumuz doğrultusunda bir meseledir. Kudüs de iman, mücadele, mücahede ve ihlas meselesidir. Kudüs’ün bizler için bir mesele olmasının sebebi bir kavmiyet, bir hakimiyet, bir güç gösterisi, bir sloganizm kaygısı değildir. Kudüs bizim için bir meseledir, zira biz gerek ferdi gerekse toplumsal olarak Allah’ın buyruklarını yerine getirme vucubiyeti olan Müslümanlarız. Kudüs’ü bizim için bir mesele yapan şey, Afganistan’ı, Türkistan’ı, Arakan’ı, Mısır’ı mesele yapan şey ile aynıdır. Bu da bizlere yüklenen kulluk, tevhid, mücadele ve cihad sorumluluğudur.
Kudüs’e Ne Oldu ve Onu Neyden Kurtarmaya Çalışıyoruz?
Tarih boyunca birçok farklı güç Kudüs’e hükmetmiştir. Genel olarak bakacak olursak dünya sahnesinde güçlenen ve tarihin belirli bir döneminde hâkim devlet olan güçler Kudüs’e de egemen olmuştur.
İlk olarak Ömer radıyallahu anh döneminde, 638 yılında Müslümanların hakimiyetine giren Kudüs ve çevresi, 4 asırdan uzun süre farklı Müslüman yönetimler idaresinde kalmıştır.
1098 yılında Şii Fatımiler, daha sonra ise Haçlılar tarafından işgal edilen Kudüs ve Mescid-i Aksa, 1187 yılında Salahaddin Eyyubi tarafından kurtarılmıştır. Bu tarihten itibaren, 1229-1244 yılları arasındaki kısa Haçlı işgali dönemi haricinde, Kudüs Şiilerin ve Haçlıların işgalinden uzak kalmıştır.
Kudüs 1260 yılından 1517 yılına dek Memlukler, 1517 yılından 1917 yılına kadar da Osmanlılar idaresinde bir İslam şehri olarak kalmıştır.
1831-1840 yılları arasında, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından işgal edilen şehirde bu dönemde Yahudi ve Hristiyanların faaliyetleri ciddi şekilde artış göstermiştir. Osmanlılar 1840 yılında şehri geri alsa da Kavalalı dönemindeki sosyal tahribat geri çevrilememiştir. Bu dönemle beraber birçok Yahudi ve Hristiyan yapı Kudüs ve çevresinde yerleşimlerini artırmıştır. Bölgede bu kişilerce, bu yerleşimlere destek olan kurumlar teşkil edilmiştir.
1917 yılında Kudüs İngilizlerce resmen işgal edilmiş ve şehirde yaklaşık 13 asırdır aralıklarla devam eden İslam egemenliği son bulmuştur. İngilizler Filistin’de bir manda yönetimi kurmuştur. İngiliz işgali döneminde Filistin’de Yahudi nüfusu hızla artmış, dünyanın dört bir yanından Yahudiler bölgeye akmıştır.
Bölgede bir Yahudi devletinin kurulması için sürdürülen Siyonist ve Haçlı projeler 1917 yılındaki Balfour Deklarasyonu ile somutlaşmıştır. Bu deklarasyonla beraber İngilizler, bölgede bir Yahudi devleti kurulması yönünde ilk adımı atmıştır. Bölgede İngiliz ve Yahudi işgaline karşı Müslüman Arapların direnişi sürse de Müslümanların gerek bölgede gerekse dünyada zayıf bir durumda oluşu, bu direnişin sonuca ulaşmasına mâni olmuştur.
1947 yılında Filistin’in Yahudiler ile Müslümanlar arasında parçalanmasına karar verilmiş, 1948 yılında ise büyük bir savaş patlak vermiştir. İngilizler bölgeden çekilirken, Batı tarafından yoğun biçimde desteklenen İsrail bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu tarihin ardından yaşananlar büyük ölçüde malumdur. İsrail ile Arap devletleri arasında cereyan eden savaşlar Batı’nın İsrail’e desteği ve laik Arap rejimlerinin Müslüman halklara ihaneti sebebiyle sonuçsuz kalmıştır. İsrail, Filistin topraklarının tamamına yakınını işgal etmiş ve bölgede ayrımcı bir devlet kurmuştur. Filistin’de İsrail’in Müslümanlara zulmü halen devam etmektedir.
İçerisinde bulunduğumuz aylarda Siyonist İsrail, Gazze Şeridi’ne ve Kudüs’e saldırılarına devam etmektedir. Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa Yahudilerin saldırılarına maruz kalmaktadır. Gazze’deki Müslüman halk da İsrail tarafından aralıksız bir şekilde bombalanmakta ve kıyıma uğratılmaktadır. Bir açık hava hapishanesinde yaşayan, gidecek hiçbir yeri olmayan bu Müslümanlar akıllara durgunluk verecek biçimde saldırıya uğramaktadır. Bu satırları kaleme aldığımız dakikalarda Gazze Şeridi’nde 200’e yakın Filistinli Müslüman şehid edilmiş, 1500’e yakın Müslüman da yaralanmıştır. Katledilen ve yaralananların yarısından fazlasını kadınlar, çocuklar ve yaşlılar oluşturmaktadır. Hasbinallahu ve ni’mel vekil.
Tarihi süreci özetledikten sonra, Kudüs’e ne olduğunu ve bizlerin Kudüs’ü neyden kurtarmaya çalıştığımızı izah etmek daha kolay bir hal almaktadır.
Olayların seyrinden de görüldüğü gibi İslam adına fetholunan ve Allah’ın şeriatıyla, İslam Hilafeti sancağı altında yönetilen Kudüs ve Filistin, Haçlı ve Siyonist işgalciler tarafından İslam egemenliğinden koparılmıştır. Öncelikle burada Haçlı ve Siyonist kurumlar oluşturulmuş, Yahudi göçü teşvik edilmiş ve İslam toprağı olan bu beldenin demografisiyle oynanmıştır. Daha sonra ise bölgede karton, göstermelik bir Filistin devleti teşkil edilmiştir. En nihayetinde Haçlı İngilizler Filistin’den çekilmiş ve bu mübarek beldeyi Siyonist Yahudilere terk etmiştir.
Filistin seküler bir ulus devletten koparılmamıştır. Filistin milliyetçi bir yapıdan söküp alınmamıştır. Buna dikkat etmek gerekir. Biz Müslümanların meselesi bölgede ulusal sınırları ve seküler bir mantığı olan, modern bir Filistin ulus devleti kurulması değildir. Bizlerin arzusu, Haçlı ve Siyonist işgalciler bölgeye gelmeden önce var olan hali, hatta daha iyisini dirilmektir. Bu da Filistin de dahil olmak üzere İslam beldelerine Allah’ın şeriatı ile hükmedilmesi ve bu beldeleri bir araya getirebilecek bir İslam hilafetinin ihya edilmesidir.
Biz Müslümanlar, Filistin’i yalnızca Siyonist İsrail devletinin zulmünden kurtarmaya çalışmıyoruz. Bizlerin arzu ve çabası, bizatihi Allah’a kulluğun gereği olan vazifelerimizi yerine getirmekle alakalıdır. Bu sebeple bizler Kudüs’ü birçok farklı düşman ve fitneden de kurtarmayı gaye ediniyoruz. Biz Müslümanlar, Filistin’i Siyonistlerin yanı sıra
– Bölgede Yahudileşmeyi mümkün kılan yeni Haçlı-Siyonist dünya düzeninden
– Allah’ın hükümlerini reddeden seküler, mülhid ve sosyalist fikirlerin etkisinden
– Ulusal sınırları kabul etmiş seküler ulus devletlerin etkisinden
– Pragmatist düşüncelerin etkisiyle Allah’ın şeriatından ve vela-bera ölçüsünden yüz çevirenlerden
– Şii inancına dayalı bir düzen kurmak için Filistin meselesini istismar edenlerden ve bunlar gibi daha nicelerinden de kurtarmaya çalışıyoruz. Zira bizlerin kurtuluş, azadelik, hürriyet ve adalet çerçevesini Allah’ın hükümleri belirlemektedir.
Kudüs Kimin Meselesi Olamaz?
Bu meseleye değindikten sonra, Kudüs’ün kimlerin meselesi olamayacağı da kısmen açıklık kazanmıştır.
Gerçek şu ki dünya üzerinde insanlar siyah ve beyaz şeklinde ayrılmamaktadır. Bu minvalde yeryüzünde Allah’ın kanunlarını ikame etmek isteyen Müslümanların dışında da Kudüs konusunda hür bir bakış açısına sahip birçok insan bulunmaktadır.
Örneğin bazı vicdanlı sol oluşumlar, Batılı birtakım insan hakları savunucuları, bazı Hristiyanlar hatta bazı Yahudiler dahi Filistin meselesinde açıkça İsrail işgaline ve küresel düzene karşı bir tavır takınmış durumdadır.
Bu tavrın, ismini en çok duyduğumuz ve sembolleşmiş isimlerinden biri de Rachel Corrie’dir. Aslen ABD’li olan bu kadın, henüz 24 yaşındayken, Gazze Şeridi’nde İsrail’in yıkımlarını önlemek üzere katıldığı bir eylemde can vermiştir. Corrie’nin Filistin davası ile bizlerin Filistin davası elbette birbirlerinden ayrı olsa da burada Müslümanlar için çıkarılacak birçok ibret vardır.
Kendisini Müslüman olarak niteleyen birçok yönetici İsrail ile iş birliği yapmaya çalışır ve Müslümanlara ihanet ederken, İslam ile alakası olmayan Corrie’nin tavrı, vicdanlı ve samimi insanlar için takdire şayandır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi davası İslam olmayan birçok kişi ve kesim, Filistin konusunda vicdanlı, namuslu ve insanca bir tavır almıştır.
Kanaatimizce Müslümanların bu kesimlere karşı tutumu daha yapıcı olmalıdır. Bunlarla, bizlerin Filistin davasına yardımcı oldukları ve Filistin’i Siyonist işgalden kurtarmak için bizim çalışmalarımıza istifade sağladıkları ölçüde iş birliği içinde hareket etmek mümkündür. Elbette onların Filistin’de Allah’ın hükmünün egemen kılınması gibi bir davası yoktur ve bu konuda bizle bir ortaklıkları düşünülemez. Fakat şunun altını çizmek gerekir ki Filistin’de Allah’ın hükmünü egemen kılmanın ilk yolu da onu işgalden kurtarmaktır.
Bu kesimlerle yapıcı ilişkiler kurmak ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in örnekliğinde, Allah’ın koyduğu hudutlar çerçevesinde bunlarla yakınlaşmak mümkündür. Bölgede adaletin ve düzenin yalnızca İslam ile sağlanabileceği açıktır. Bu gibi taraflarla müzakereler yürütülmesi, onların Müslümanların büyük stratejisi içerisinde tutulması ve onların eylemlerinden Müslümanların stratejilerine fayda sağlayacak şekilde istifade edilmesi sağlanmalıdır.
Ancak şunun da altını çizmek gerekir ki Kudüs, herkesin meselesi olamaz. Örneğin Kudüs’ü bir mesele olarak ortaya süren Şii İran rejimi ne samimi ne vicdanlı ne de hakkaniyetlidir. Bu rejimin Suriye’de ve Irak’ta yüz binlerce Müslümanı katlederken Kudüs konusundaki söylemlerinin ciddiye alınması olanaksızdır. Keza yeryüzünde fesadı yayan, batıl rejimlerin içerisinde yer alan, ulusal sınırları müdafaa eden, işgalcilerle iş birliği içine giren ve beldeleri Allah’ın hükmünden uzaklaştıran Arap ve acem diğer yöneticilerin de Filistin meselesinde ciddiye alınması beklenemez. Yemen’de mazlumları senelerdir bombalayan, Arap Yarımadası’nda işkence edilmedik bir muvahhid bırakmayan zalim Suudi rejiminin de bu minvalde ciddiye alınması mümkün değildir.
Aynı zamanda yerel ve uluslararası anlamda faaliyet gösteren birçok sol-sosyalist-ulusalcı yapı da Filistin konusunda söylemlere sahiptir. Bunların önemli bölümü her fırsatta İslam’a ve Müslümanlara hakaret eden, Allah’ın şeriatına düşman olan, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e küfür ve hakaretler eden kimselerden müteşekkildir. Bu mülhidlerin de bir Kudüs davası olduğunu söylemek, Müslümanların stratejisi için onlarla birlik olunduğunu öne sürmek abestir. Zira bu kişilerin Allah’a ve Rasulü’ne düşmanlığı açıktır. Böylesi mülhid, zalim ve bayağı kimselere dünyada olduğu gibi ülkemizde de rastlanması mümkündür. Kudüs böylesi kimselerin meselesi olamaz. Zira Kudüs bizim için sadece Müslümanların, Müslümanlar dışında da insanlardan vicdanlı ve şerefli olanların, İslam’a düşmanlık beslemeyenlerin meselesi olabilir.
Filistin’i Kurtarmanın Yolu
Elbette yeryüzündeki Müslümanların gerek Filistin gerekse diğer İslam beldeleri hususunda en büyük soru işareti, bu beldeleri kurtarmanın yoluna ilişkindir. Özellikle İslam beldelerinin işgalde uğradığı son iki asırda birçok farklı akım, farklı yol haritaları ve önerilerle ortaya çıkmıştır.
Evvela şunu belirtmek gerekir ki Filistin, Müslümanların elinden güç kullanarak alınmıştır. Güç kullanılarak gasp edilen bir toprak parçasını güç kullanmadan kurtarmak kesinlikle mümkün olmayacaktır. Bu kapsamda Müslümanlara barışı, silahları bırakmayı, konferanslara katılmayı, dilinden ve elinden cihadı düşürmeyi telkin edenlerin neyi amaçladığını görmek gayet basittir.
Allah azze ve celle, şöyle buyurmaktadır: “Kafirler isterler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet edesiniz de üzerinize bir baskın yapsınlar.” (Nisa, 102)
Aradan geçen asırlara rağmen inkarcıların mantalitesi değişmemiştir. Kafirler, münafıklar ve onların dostları halen Müslümanların gücünden korkmakta, onları güçsüz bırakmak için aldatma ve hileye başvurmaktadır. Bu meselede Müslümanların kafirlere vereceği yanıtın da aynı netlikte olması gerekir. Bu netlik düzeyini bir alıntı ile anlatmaya çalışalım:
“Kahire’nin efendisi de kendi cephesinden, Frenklere yeni anlaşma önerileri ulaştırır. Suriye’nin paylaşımının dışında, Kutsal Kent’e (Kudüs) ilişkin siyasetini belirginleştirmektedir: Harfiyen uyulacak bir inanç serbestliği ve hacılar için buraya istedikleri zaman gelebilme olanağı, ama elbette küçük gruplar halinde ve silahsız olarak gelme koşuluyla. Frenklerin cevabı kamçı gibi çarpar: ‘Kudüs’e hep beraber, savaş düzeninde, mızraklar havada gideceğiz’.”[2]
Haçlı Seferleri sırasında Haçlı Frenkler, Kudüs’e barışçıl bir şekilde ziyaret amacıyla girebileceklerini söyleyen aciz yöneticilere bu cevabı vermiştir. “Kudüs’e hep beraber, savaş düzeninde, mızraklar havada gideceğiz.” Evet. Müslümanların, kendilerine zafere ulaşması olanaksız olan yolları tavsiye edenlere cevabı da bu kadar açık ve net olmalıdır. Bizler Kudüs’e bir ümmet halinde, Kudüs bizden nasıl güç kullanılarak alındıysa onu aynı şekilde geri alacak vesilelerle gireceğiz. Ne 1967 sınırları ne de 1947 yılında Birleşmiş Milletler denilen küresel düzenin siyasi yüzü tarafından yapılan paylaşım planı Müslümanlarca kabul edilebilir niteliktedir.
Bu bağlamda Filistin’i kurtarmanın yolu evvela Müslümanların kendilerini ferden ıslah etmesi ve bunun ardından bir dakika dahi kaybetmeden harekete geçmesidir. Allah yolunda mücadele etmeye, tebliğe, davete, Müslümanlarla bir araya gelip yeryüzünde Allah’ın düzenini egemen kılmaya yönelmesidir. Kendi çevresinden başlayarak halka halka yayılan, inkılabı merkez edinen bir ıslahat gayesini göğüslemesidir. Bunun ardından şehir şehir, ülke ülke, kıta kıta bu daveti yaymasıdır.
Aynı zamanda Allah yolunda mallardan ve canlardan fedakarlıkta bulunulmasıdır. Yahudi Siyonistlerin Kudüs’ü işgal ederken nasıl asırlarca hazırlandığını, nasıl fedakârlıklar yaptıklarını unutmamak gerekir. Eğer biz; mallarımızdan, canlarımızdan, evlatlarımızdan, vaktimizden, dünyalık geçimimizden, bize hoş gelen şeylerden fedakârlıkta bulunarak mücadeleyi sürdürürsek, Kudüs muhakkak bize geri dönecektir.
Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: “Size ne oluyor da ‘Ey Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize katından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı lütfet.’ diyen mustazaf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
Ve şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve hoşlandığınız evler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar toplumunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe, 24)
Maalesef bugün Müslümanlar Filistin’i ve diğer İslam beldelerini kurtarmak için sonuç getirmeyecek bazı yollara meyletmiş durumdadır. Müslümanların, sonuç getirmeyeceği İslami açıdan da dünyevi açıdan da aşikâr olan yollara sapması gerçekten üzücü bir haldir.
Bu minvalde Arap ve Acem yöneticilerden, seküler ulus devletlerin idarecilerinden ve benzeri diğer kişilerden medet umanlar azımsanmayacak kadar fazladır. Oysaki bu kişiler ne kendi ahiretlerini ne de kendi dünyalarını kurtarabilecek bir yoldadırlar. Henüz kendisini tuğyanlardan, fitneden, batıl yollardan, beşerî hükümlerden, fısktan, fücurdan kurtaramamış, kurtarma gibi bir niyete de sahip olmamış kesimler Filistin’i kurtaramazlar. Zira kurtuluş İslam’dır, bunlar ise İslam’dan çok uzaktadır.
Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Yemen’de cerayan eden kıyamların aslen Filistin’den bir farkı yoktur. Esasen bizi ileri taşıyacak olan, her İslam beldesine Filistin gibi ilgi göstermek, her İslam düşmanına karşı ise Siyonistlere karşı olduğumuz kadar uyanık olmaktır. Suriye gibi, Lübnan gibi, Ürdün gibi, Mısır gibi Filistin’in kapısı olan coğrafyalar özgür olmadan Filistin özgür olamaz. Maalesef bu toprakları, İsrail’den daha Siyonist olan idareciler yönetmektedir.
Diğer bir üzücü durum ise Müslümanların, aslen faydalı olan fiilleri yanlış kullanmaları sebebiyle başarısız olmalarıdır. Boykotlar, protesto gösterileri, eylemler, konferanslar, kitap okuma grupları, sabah namazı buluşmaları gibi aslında çok büyük faydalara sahip olan yöntemler yanlış bir usulle ve tek başına kullanıldığı için meyve vermemektedir. Tüm bunlar esasen pasif direniş eylemleri olan, Müslümanları bir araya getirmeyi ve bilinçlendirmeyi amaçlayan, dolaylı yöntemlerdir. Tüm bu fiillerin doğrudan hedefe dönük ve gerçek bir yönteme eklemlenmesi gerekir.
Fakat bu tarz fiilleri esas yöntem haline getirirsek, bu pasif direniş yöntemlerinden bir sonuç çıkmayacaktır. Söz gelimi, yalnızca kitap okuyarak ve kendini eğitip ıslah ederek insan hiçbir yere varamaz. Çünkü yeryüzündeki her hareketin başlangıcı, bir hareket ettireni gerektirir. Bir kişi kendi içerisinde ne kadar enerji ve potansiyel biriktirirse biriktirsin, bunların gerçek bir yöntemle hedefe kanalize edilmemesi, ancak ve ancak insan ve zaman israfıyla sonuçlanacaktır. Zaten uzun süredir gördüğümüz gibi bu yöntemler, gündemin yoğun olduğu zamanlarda popüler olmakta ve saman alevi gibi parlayıp sönmekte, kısa bir süre sonra unutulmaktadır.
Filistin, yıllardır kanayan bir yaradır, diğer İslam beldelerinin kanadığı gibi. Filistin’in yarasını kapatmak, Allah’ın hükmüyle bu beldeleri özgürleştirmek ancak gerçek yöntemlerle, güçle, Müslümanların birlik ve beraberliğiyle, şuurla ve fedakarlıkla mümkündür. Biz Müslümanlar gündem Filistin değilken de Filistin’i düşünürsek, savaşta olduğu gibi barışta da bir araya gelirsek, mallarımız, canlarımız ve vaktimizden ciddi fedakârlıkta bulunursak, Kudüs Allah’ın izniyle bize geri dönecektir.
[1]. Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, 14
[2]. Amin Maalouf, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri kitabından