Hikmetli Kıssalar – Orhan Sağlam / 2022 Ağustos / 117. Sayı
İmam Buhârî ve Müslim, Ebu Hureyre’den
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet eder:
“Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölümü anında oğullarına şöyle vasiyet etmişti: ‘Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin ve sonra denize saçın. Vallahi eğer Rabbim beni diriltmeye güç yetirirse hiç kimseye azap etmediği şekilde bana azap eder.”
Sonra Rasûlullah dedi ki “Oğulları adamın bu isteğini yaptılar.” Allah yeryüzüne dedi ki: “Aldığını geri ver.” O an adam dirildi ve kalktı. Allah subhanehu ve Teâlâ ona “Bu yaptığın şeye seni sevk eden nedir?” diye sordu. Adam: “Senden korkumdur ya Rabbi!” dedi. Bu söylediğinden dolayı Allah onu affetti!”
Buhârî, Tevhid 35, Enbiya 50, Rikak 25;
Müslim, Tevbe 25, (2756); Muvatta, Cenaiz 51, (1,240)
Hadisten Çıkarılacak Dersler
Hadisten anlaşılıyor ki adam, fetret devrinde yaşamış, Allah’a ve ahiret gününe inanan ve Allah’tan korkan biridir. Allah’ın onu bağışlamış olması bunu gösteriyor.
İmam Nevevi; “Tevhid üzere ölen kimsenin kesinlikle cennete gireceği” bölümünde şöyle demiştir: “Tevhid üzere ölen hiç kimse ateşte ebedi kalmayacaktır. Şirkin dışında ne kadar günah işlemiş olsa bile… Aynı şekilde, bütün iyi amelleri işlese bile küfür üzere ölen kişinin cennete giremeyeceğigibi… Bu, hak ehlinin bu meseledeki görüşünün özetidir. Zaten Kitap, sünnet ve icmadan birçok delil bu kaideyi ortaya koymuştur. Bu konu ile ilgili, kesin ilmi sağlayan mütevatir naslar vardır.
Hafız İbn Hacer el-Askalani Fethu’l-Bari’de hadiste geçen söz konusu adamla ilgili olarak şöyle der: “Muhakkak ki o şahıs, tekrar diriltilmeyi inkâr etmemişti. Fakat cehaleti sebebiyle çocuklarına vasiyet ettiği şey kendisine yapılırsa, öldükten sonra Allah azze ve celle’nin onu diriltmeyeceğini, dolayısıyla azaba uğramayacağını zannediyordu. Ancak bunu Allah’ın korkusundan yaptığını itiraf etmesi onun iman etmiş olduğunu ortaya koymaktadır.” Bundan anlaşılıyor ki; adamın, Allah’ın kendisini tekrar diriltmeye kadir olduğuna genel olarak iman ettiğine açıkça delalet etmektedir. Söz konusu cehaleti ve şüphesi ancak ince bir meselede idi. Böyle ince meseledeki cehalet, Allah’ın uluhiyetini bozmaz.
Bu konuda ehl-i sünnet alimlerinin görüşleri istikametinde İbni Teymiye’de şöyle der: “Bu adam Allah’a ve ahiret gününe toptan inanan bir kişi olduğundan, Allah’ın salih amel işleyenleri mükafatlandıracağını, kötü amel işleyenleri ise cezalandıracağını bildiği için korkmaktadır. Bu adamın, günahları sebebiyle Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkması, Allah’a ve ahiret gününe iman etmesi ve salih ameller işlemesi sebebiyle Allah onu affetmiştir. Bu adamın işlediği salih amel ise Allah’tan korkmasıdır. Ayrıca kitap ve sünnette, risalet tebliğ edilmedikçe Allah’ın hiç kimseye azap etmeyeceğine işaret edilmektedir. Allah, ancak risaletin tebliğ edilmesinden sonra iman etmezse azap eder. Bir kimseye tebliğ topluca ulaşmamışsa hemen ona azap edilmez. Kendisine tafsilatsız, genel olarak tebliğ yapılan kişi de (kendisine öğretilen) üzerinde bulunduğu delili ve risaleti inkâr etmedikçe ona azap edilmez.”
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: Bu adam Allah’a ve ahiret gününe inanıyor. Allah’tan korkuyor ve dünyada işlediği günahların cezasının ahirette verileceğin biliyor. Ancak Allah’ın sıfatlarını, yani her şeye kadir olduğunu, dağılan zerreleri tekrar toplayıp bir araya getirebileceğini bilmiyordu. Cahildi ve şüphe içindeydi. Kendisini uyaran bir peygamber olmadığı için Allah onun bu cehalet ve şüphesini mazur gördü ve affetti.
Genel olarak kıssa cehaletin mazeret olması babında ele alındığından dolayı biz de giriş kısmında bu alana yer verdik. Şimdi ise kıssada asıl verilmek istenen kısma değinecek olursak; o da şahsın, hesap vermekte Rabbinin makamından korkanlardan olmasıdır. Şahsın sahip olduğu vasıf büyük bir vasıftır. O da hesap vermek için Allah azze ve celle’ye hangi yüzle gideceği endişesi, Allah’a nasıl hesap veririm korkusu, hayatımda yaptıklarımdan sorarsa ben alemlerin Rabbine ne derim duygusu…
Evet muttaki olan kulların bir vasfı da Allah’ın huzurunda nasıl hesap veririm korkusudur. Bu onların en büyük vasfıdır. Bu vasıfları onları her daim teyakkuzda tutup, salih amel işlemeye ve günahlardan uzak durmaya götürmüştür. En ufak günahlarını bile azim olan Allah’ın huzurunda, ona ne derim düşüncesiyle, o küçücük günahlarını dağ gibi görürler. Bazıları bu vasıflarından dolayı işlemiş oldukları günahları sebebiyle artık güldükleri görülmediği, bazılarının yataklara düşüp hastalık geçirdikleri, bazılarının ise o esnada düşüp kalplerinin dayanamayıp vefat ettikleri olmuştur.
Bunların örnekleri sayamayacağımız kadar çoktur. Birkaç örnek verecek olursak: Hz. Ömer’in halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı. Hz. Ömer’in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisiyle doluydu. Namazlarını hep cemaatle kılar, mescidden çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü. Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu. Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birdenbire Allahu Teâlâ’yı hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü: “Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler.” (A’raf, 201) Hemen ardından da bayılarak düştü. Kadın hizmetçisini çağırdı. Genci tutarak evinin önüne getirip koydular ve kapıyı çalıp babasına haber verdiler. Babası, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu. Komşular genci tutup eve taşıdılar. Uzun süre baygın kalan genç kendine gelince, babası:
– Evladım neyin var, ne oldu?
– Bir şeyim yok.
– Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı. Babası:
– Hangi ayeti okumuştun? diye sordu. Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti. Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş. Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp gözyaşlarıyla defnettiler. Sabah olunca olay Hz. Ömer’e bildirildi. Hz. Ömer gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:
– Bana niçin haber vermedin?
– Ey müminlerin emiri, vakit geceydi.
– Bizi onun kabrine götürün.
Hz. Ömer radıyallahu anh ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler. Hz. Ömer radıyallahu anh:
– Ey filan kişi! ‘Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var.’ (Rahman, 46) dedi.
Kabirdeki genç konuştu:
– Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi.
Beyhaki’nin Şuabu’l-îman’da Hasan-ı Basrî’den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer zamanındaki bu genç, o kadının yanına gelince, şeytanın vesvesesini fark ederek birden çığlıkla hıçkırdı ve arkasından bayıldı. Onun amcası gelip onu yüklenerek evine götürdü. Genç ayılıp kendine geldiği vakit dedi ki:
– Ey amca! Ömer’e git benden selam söyle ve ona sor: Rabbinin makamından korkana ne vardır?’ Bunun üzerine amcası gitti, durumu Ömer’e haber verdi. Ancak genç arkasından bir çığlıkla daha hıçkırıp vefat etti. Hz. Ömer bu olaya vâkıf olunca:
– Sana iki cennet var, sana iki cennet’ dedi.” ayetin nüzul sebebi hakkında da: İbn Ebi Hatim’in ve Ebü’ş-Şeyh’ın, Ata’dan şu rivayetlerine yer verir. Ebu Bekir es-Sıddık radıyallahu anh bir gün düşünmüş; kıyamet, mizan, cennet ve cehennem, meleklerin safları, göklerin durumu, dağların serpilip dağılışı, güneşin dürülüşü, yıldızların dağılışı hakkında fikir yürütmüş de ‘Arzu ederdim ki ben şu yeşilliklerden bir yeşillik olaydım, hayvanlar gelip beni yiyeydiler ve ben yaratılmamış olaydım’ demişti. Bunun üzerine “Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır” ayeti nazil oldu. Evet bu korku bu ümmetin en hayırlılarında bulunan bir korkuydu, aslında bu korku Rabbe olan muhabbetten kaynaklanmaktadır. Onların korkusu “bize bu kadar lütufta bulunan Rabbimiz eğer bizden razı olmazsa bizim halimiz ne olur” korkusuydu. Bu vasıflar üstün bir vasıf olduğundan dolayı bu vasfa sahip olanlara iki cennet vardır müjdesi gelmiştir.
Bizim asıl almamız gereken ders; ‘biz hesap vermeyi ne kadar düşünüyoruz, hesap vermeye ne kadar hazırız, hesap vermeden Hz. Ömer’in yaptığı gibi kendimizi hesaba çekiyor muyuz?’ Evet herkesin bu sorulara verecek muhakkak bir cevabı vardır. Ancak bu soruya an itibariyle cevap verecek olursak kısmen bu vasıflara sahip olsak da genel olarak biraz bu vasıfta zayıfız diyebiliriz. Amel ve günahlarımıza, mücadelemize bakıldığında bunu görmek mümkündür. Bütün bunlara rağmen Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’dan duamız; Rabbimiz, biz her ne kadar hak etmiyorsak da sen bize merhametinle, lütfunla muamele et. Bizi kıyamet gününde rezil olanlardan eyleme. Rabbimiz, o gün günahlarımızı ört. Bizi kimseye mahcup eyleme. Rabbimiz bizi hesapsız olarak cennete girenlerden eyle, muhakkak ki sen dilediğine dilediğini bahşedensin.