Gündem Analiz – Muhammed Eyüp / 2022 Ağustos / 117. Sayı
Müslüman olduğumuzu yeniden hatırlamak, üzerimizdeki zilleti ve ölü toprağını atmanın ilk adımı ve esasıdır.
Maalesef içerisinde bulunduğumuz düzlemde, Türkiye’deki Müslümanlar olarak yönümüzü kaybetmiş, nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi bilmez bir haldeyiz. Sahte kurtuluş umutları, yanlış rotalar, aldatanlar, aldananlar, konfora düşkünlük ve diğer birçok mesele, bizi Müslümanlığını unutan, Müslümanlığın anlamını unutan bir kitle haline sokmuş vaziyette.
Allah azze ve celle, İslam dinini kâmil bir din olarak göndermesindeki esası şu ayetle bize açıklamaktadır:
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih, 28)
Allah azze ve celle İslam dinini bir kültür öğesi, sosyal bir zenginlik, bir renk, bir çeşit olsun diye göndermemiştir. Aksine İslam, Allah azze ve celle katında makbul olan tek inanç olarak, tüm yeryüzüne egemen olsun, insanların hepsi dünya ve ahiret kurtuluşuna ersin, zillet ve esaretten kurtulsun diye gönderilmiştir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de Ömer bin Hattab radıyallahu anh’dan rivayetle bu minvalde şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlarla ‘la ilahe illallah’ deyinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar savaşmakla emrolundum.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem burada çok mühim bir kıstası izah etmektedir. İslam, yeryüzünde egemenliğin sağlanması ve Allah’ın dinine boyun eğmeyen kimsenin kalmaması gibi oldukça net bir şiara sahiptir. Müslümanlar da bu noktada, Allah’ın yeryüzünde yarattığı halife sıfatıyla, bu şiarı sırtlanmaya mecburdur. Biz istesek de istemesek de Allah’ın dinini yeryüzüne egemen kılmak için aktif bir şekilde mücadele etmeye mecburuz. Bu mecburiyet, Allah’a olan kulluğumuzdandır. Allah’ın dinini egemen kılmak için mücadele etme sorumluluğu üzerimize yüklendiğinden, bu sorumluluğu tıpkı namaz gibi, oruç gibi, zekât gibi fiilen icra edilen bir ibadet olarak görmemiz gerekir. Biz ahirette nasıl ki namazdan sorulacaksak, oruçtan sorulacaksak, aynı şekilde İslam’ı yeryüzüne egemen kılmak için mücadele ve mücahede edip etmediğimizden de sorulacak, hesaba çekileceğiz. Bu yüzden, böyle bir mücadeleyi terk etmek asla bir seçenek değildir.
İslami tebliğ olgunluğa ulaştığında ve cihad farz kılındığında Müslümanlar, bir an bile yerlerinde oturmayarak, yeryüzünde Allah’ı inkâr eden, tağuti hiçbir otorite kalmayıncaya kadar cihada azmetmişlerdir.
Ey Müslüman kardeşim! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in son günlerinde, hastalığına rağmen meşgul olduğu işin ne olduğunu unuttuk mu? O, nihayetinde canını Rabbine teslim etmesine yol açacak hastalığa yakalanmasına rağmen, Usame radıyallahu anh komutasındaki ordunun Bizans’a karşı sefer hazırlıklarıyla meşgul oluyordu. Vefat etmeden önce defaatle Usame radıyallahu anh’ın ordusunun sefere çıkmasını söylemişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından kısa bir süre önce dahi bu denli ısrarla takipçisi olduğu meseleyi iyice anlamamız gerekir. O, üzerine düşen İslami tebliğ ve davet vazifesini hakkıyla yerine getirmesinin ardından, İslam’ı egemen kılmak için bir gün dahi beklemedi. Ömrünün son anına kadar da bu vazifenin yerine getirilmesi için çaba sarf etti. Beraberindeki ashab da cihada çıkacak ordunun hazırlığından geri kalmadı, İslam’ın yeryüzüne egemen kılınması vazifesinden bir an dahi gevşeklik göstermediler. Hastalığı, meşguliyeti, konforu, dünya metaını, zorlukları bahane etmeden, Allah’ın dininin yeryüzüne egemen kılınması için can ve mallarını feda ettiler.
Yine bu seferlerden birinde, Ribi bin Amir radıyallahu anh ile Pers ordularının komutanı Rüstem arasında yaşanan konuşma, İslam’ın yeryüzünde neyi maksat edindiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
“Allahu Teâlâ, dilediği kimseleri kula kulluktan kendisine kulluğa, dünya sıkıntılarından ve bâtıl dinlerin zulmünden kurtarıp İslam adaletine ulaştırmak için bize bir Peygamber gönderdi. Kim bu dini kabul ederse, bizden olur, biz de döner gideriz. Kim de kabul etmezse, Allah’ın vaat ettiğine kavuşuncaya kadar onunla savaşırız. Ki bu, kafirlerle savaşırken ölen için cennet, geride kalanlar için ise zaferdir.”
İşte İslam’ın yeryüzündeki siyasi maksadı budur. İnsanların kula kulluktan, dünya sıkıntılarından ve batıl dinlerin zulmünden kurtarılması. İnsanları köleleştiren batıl, tağuti otoritelerin yerle bir edilmesi, İslam’ın adaletinin hâkim kılınması…
Yazık ki bugün İslam âlemi, Allah’a imanı bir utanç, İslam’ın egemen kılınmasını ise bir suç olarak gören bir anlayışa şahitlik ediyor. Allah’ın şeriatına iman eden bizler dahi maalesef, İslam’ın yeryüzüne egemen kılınması vazifesini unutmuş, Müslümanlığımızı unutmuş, kendi hayatlarımıza tamamen dalmış bir vaziyetteyiz.
Oysaki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İbni Ömer radıyallahu anh’dan rivayetle şöyle buyuruyor:
“Her kim dertlerini tek bir dertte birleştirirse, Allah onun dünyasına yeter. Kim de derdini böler, dağıtırsa Allah, onun dünyanın hangi vadisinde helak olduğuna aldırmaz.”
Müslüman, bu yolda tek derdini Allah’ın rızasında birleştirmek, vazifesinin farkına varmakla yükümlüdür. Allah, kendi yolunda mücadele ve mücahede sahasına çıkanlara kefildir:
“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz.” (Ankebut, 69)
Müslümanlar, İslam’ı ve Müslüman olduklarını tekrar hatırlamak mecburiyetindedir. Geçmiş, kendisiyle nostalji yapılan ve “güzel günlerin” anıldığı birer anıdan ibaret olamaz. Aksine geçmişimiz, geleceğimiz için bize şevk veren bir unsur olmalıdır. Bir Müslüman geçmişiyle avunan, gelecek için planı olmayan, bayrağı düşüren, zalimlerle uzlaşan, ilke ve ideallerini unutan, düşmanların gücü sebebiyle gözü korkan, cahiliyye bağlarına meyleden, batıl sistem ve otoriteleri meşru kabul eden kimseler gibi olamaz.
Elimizde yalnızca şu an vardır. Şayet Müslümanlar, elindeki fırsatların kıymetini bilmez ve her anı Allah’ın dinini hâkim kılmak için bir fırsat olarak değerlendiremezse, gelecek hızla bizlerden uzaklaşacaktır.
İslami egemenliğin, Allah’ın hükmünü hâkim kılmanın, üzerimizdeki zilleti atmanın, uykudan uyanmanın vakti şimdi değilse ne zaman?
Yarın bekleyen için yakındır, zafer ancak Allah’tandır, vesselam.