Zalimler Hükmedince…

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Mart / 136. Sayı

İnsanlık tarihi özünde bir harp tarihidir. Arzulanan şey her ne kadar barış ve selamet olsa da tarihin bize öğrettiği en büyük hakikat budur. Nasıl böyle olmasın ki!  Çünkü rabbimiz bu serüveni “Birbirinize düşman olarak cennetten çıkıp yeryüzüne inin!” (Araf, 24) ilahi buyruğuyla başlatmıştır. Bu buyruk şeytanın aldatmasıyla cennetten çıkarılan Âdem aleyhisselam ve Havva annemiz için yeryüzünde devam edecek bir düşmanlığın ilanıdır. Bu sebeple dünya üzerindeki tüm bireyler, bütün toplumlar dünyalık meselelerde anlaşmış olsalar bile şeytan ile verilecek bu mücadeleden dolayı savaşlar bitmeyecek, kılıçlar kınına girmeyecek, kanlar akmaktan geri durmayacaktır. İnsanoğlunun fesat çıkarıcı ve kan dökücü özelliği düşünüldüğünde onca zahmete rağmen bu savaşların nasıl devam ettiğini anlamak zor olmasa gerek.

Kıyasıya devam eden bu çetin mücadelede Allah azze ve celle zafer ve galibiyeti sadece bir tarafa hasretmemiş insanlar arasında çevirip durmuştur. Adem aleyhisselam’ın taraftarları her ne kadar hakkın taraftarı da olsa sebepler dairesinde kim daha çok çalışıp daha az hata yaptıysa zafer onunla beraber olmuştur. Rabbimiz bu hakikatin hikmetini şöyle beyan etmiştir: “Eğer siz bir acıya uğradınızsa, o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 140)

Tarih şahittir ki; imtihan için insanlar arasında dönüp duran zafer ve galibiyet müminin elinde başka kafirin elinde başkadır. O’nun sahibi mümin olduğu vakit ortaya çıkacak olan şey adalet ve merhametten başkası değildir. Çünkü mümin zaferi Allah azze ve celle‘den bildiği gibi zaferden sonrasını da Allah azze ve celle‘nin istediği gibi tanzim edecektir. Kendinden daha güçlü ve hesap sorucu olarak Allah azze ve celle‘yi kabul eden bir kimse nasıl zulmedebilir ki! Kafir ise öyle değildir. O müstekbirdir, kendisini en büyük görendir. İman ettiği bir Allah’ı hesap vereceğini düşündüğü bir mercii yoktur. Hal böyle olunca onun eline geçecek imkân ve kudretin zulümden başka bir şey doğurmasına imkân da yoktur. Bu, tarih boyunca değişmeyen özellikle içinde bulunduğumuz şu günlerde hakikatini daha da güçlü hissettiren sosyolojik bir gerçekliktir. Bu durum basiretli bir kraliçe olan Belkıs’ın ifadesiyle kitabımızda şu şekilde zikredilmiştir:

Melike dedi ki: “Gerçek şu ki, hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman oranın düzenini altüst ederler; halkının onurlu ve şerefli insanlarını zelil hale getiriler. Herhalde bunlar da böyle yapacaklardır.” (Neml, 34)

Evet. Mümin bir otorite bir yere malik olduğunda oranın daha öncesindeki batıl düzenini alt üst eder ve kendi nizamını tesis eder. İnsanlar ile İslam arasına giren zorba liderleri, önderleri de zelil bir hale getirerek güçlerini kuvvetlerini ellerinden alır. Bu ise temelinde bir zulüm değildir. Çünkü bu durum Müslümanlara fayda sağladığından çok daha fazlasıyla o beldenin halkına fayda sağlayacaktır. Başlarındaki zorba zalimlerden kurtulmuş olarak İslam’ın adalet ve merhamet ile baş başa kalmak ne büyük bahtiyarlıktır! Oysa Müslüman halklar kendi beldeleri istila edildiğinde aynı bahtiyarlığa hiç de sahip değiller! Zira karşılarında kendilerine merhamet edecek bir muhatap asla yoktur. Tam aksine canlarına, mallarına, evlatlarına ve kıymetli olan her şeylerine el uzatacak mücrimler topluluğu ellerini ovuşturarak fırsat beklemekte olacaktır.

TARİHTEN SAYFALAR…

İnsanlık tarihinde nice zorbalar gelmiş geçmiş ve nice zulümler dünyada yanlarına kar kalmıştır. Kaydedilmeyenler bir yana tarihin kaydettiği en büyük zorbalar Moğollardır desek yanılmış olmayız herhalde. Çünkü insanlık o güne dek böyle bir zulme şahit değildi. Dünyanın batısından doğusuna neredeyse ayak basmadık yer bırakmayan gaddar, barbar, zalim Moğollar önlerine çıkan her şeyi yakıp yıkmış gerilerinde tamiri çok zor kalıntılar bırakmışlardır.

Moğol istilasının dehşetine şahit olan tarihçi İbnü’l-Esir, Moğolların İslam alemine tasallutlarını dünyanın en büyük hadisesi ve musibeti olarak değerlendirerek şöyle demektedir:

“Zaman yaratıldığından beri böyle bir bela görülmemiştir. Öyle bir musibet ki, bütün mahlukat onlardan zarar görüyor. Onlardan zarar görenlerin başında tabi ki Müslümanlar gelmektedir. Eğer birisi çıksa ve dese ki, kâinat yaratıldığından bu ana kadar böyle bir musibet görmemiştir, iddia etse, muhakkak ki, doğru söylemiş olur. Çünkü tarih böyle bir afeti daha kaydetmemiştir.”[1]

Tarihçilerin kaydettiklerine göre Moğolların düzenledikleri bu seferler neticesinde 1 milyona yakın insan hayatını kaybetmiş ve Bağdat, Buhara, Semerkand başta olmak üzere birçok İslam merkezi tam anlamıyla tarumar edilmiştir. Bu tahribatlardan ibadethaneler ve kütüphaneler de çok ciddi anlamda nasibini almıştır.

Tarihte iz bırakan bir başka zalimler güruhu da Hristiyan birliği olan Haçlı ordularıdır. Moğollar kadar olmasalar da onlar da katliamlar listesinin baş taraflarına isimlerini büyük bir maharetle yazdırmayı başarmışlardır. Fatımilerden aldıkları Kudüs’te yaptıkları zulümlere dair tarihi vesikalarda çokça kayıtlar vardır.

15 Temmuz 1099 günü Haçlı Ordusunun zafere ulaşmasının ardından askerler şehre girmiş, iki gün boyunca şehirdeki tüm Müslüman ve Yahudileri öldürmeye başlayıp büyük bir soykırım gerçekleştirmiş ve şehirdeki 70 binden fazla kişiyi katletmiş, şehrin merkezini Müslümanlardan ve Yahudilerden temizlemeye başlamışlardır.

O günleri yaşamış, ismi bilinmeyen bir yazarının “Gesta Francorum”adlı Latince tarih eserinde bu katliam şöyle tasvir edilir:

“Bizim askerlerimiz Süleyman Tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.”

Bir diğer birincil kaynak olan Foucher de Chartres tarihi şöyle yazar:

“Bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. Gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar.”[2]

İşin dikkate şayan bir diğer tarafı; Haçlı ordusu bu zulmü sadece Müslümanlar için reva görmemiş kendi dindaşlarına ve kutsal mabetlerine de uygulamıştır. Avrupa’dan yola çıkan zalimler ordusu günümüzde Balkan devletlerinin bulunduğu bölgeye geldiklerinde kendi mezheplerinden olmayan dindaşlarını büyük bir katliam ile kılıçtan geçirmişlerdir. Aynı ordu İstanbul’a uğradığında şehrin ihtişamına kapılarak yağma yapmış ve Hristiyanlık tarihinde nadide bir yere sahip olan Ayasofya’yı dahi tahrip etmiştir. Ayasofya’nın kıymetli eşyaları çalınmış, içine saygısızca girilip atlar bağlanmış, duvar ve sütunları hercai bir şekilde kazılarak yazılar yazılmıştır. Kendi dindaşlarına bunları yapanların Müslümanlara yaptıklarına şaşırmamak gerekir doğrusu.

GÜNÜMÜZDEN PORTRELER…

Yazıktır ki; bu anlatılanlar tarihin tozlu sayfalarında unutulup gitmemiş, varlığını yeni hadiselerle birlikte sürekli tekrar etmiştir. İnsanlık ilim ve medeniyette ilerlediğini iddia etse de asıl terakki(!) bu mecralarda gerçekleşmiş maalesef. Sanki birileri; “acaba bugün nasıl bir zalimlik yapsam?” diye düşünerek bu işi sürekli daha da ileriye taşımanın gayretindeler.

Hassaten Gazze’de halen devam etmekte olan hadiseler yakinen bildiğimiz hakikatleri bir kez daha gösterdi ki; insan hakları, hürriyet gibi kavramların hepsi kocaman bir yalandan ibaretmiş. Zalim bir otorite bir yere girince oranın düzenini alt üst eder izzetlilerini zelil ve hakir kılmaya çalışırmış. Bunu başarmak için de hiçbir sınır tanımaz, her türlü kutsalı çiğner, çoluk çocuk demeden herkesi katleder, insanları aç bırakır, hastaneleri bombalar, binaları yıkarak taş üstünde taş baş üstünde baş bırakmazmış. İşin garibi de Allah azze ve celle‘nin izzetli kıldıklarından başka hiç kimse de ona ses çıkaramazmış.

Evet. Bugün Gazze’nin tüm dünyaya öğrettiği, çırılçıplak bir şekilde yalansız dolansız ortaya koyduğu hakikatlerdir bunlar. Güç zalimin eline geçince her şey değişmekte her şey başka bir surete dönmektedir. Eğer bugün İsrail’in yaptıklarını Müslümanlar yapmış olsaydı bu kavramlar güçlü bir şekilde kullanılıp Müslümanlar yıpratılacaktı. Ancak söz konusu kendileri olunca herkes susmaya, boyun bükmeye ve zilleti kabul etmeye mahkûm edilmiştir.

Şöyle bir düşünelim: Moğollar ve Haçlılar için söylediklerimizden hangisi bugün Gazze’de yapılmadı ki! İnsanlar mı öldürülmedi! Mabetlerin kutsiyeti mi ayaklar altına alınmadı! Yağma mı yapılmadı! Şehir kuşatılarak insanların erzakları mı kesilmedi! Hayır hayır. Hepsi eksiksiz yapıldı hem de ziyadesiyle. Demek ki; bu dünyanın gerçeği hiç değişmiyor hep sureti değişiyormuş. Yapan şamanist Moğol da olsa Hristiyan haçlı ordusu da olsa Yahudi İsrail devleti de olsa netice hep aynı oluyormuş.

Öyleyse “Zalimler için yaşasın cehennem.”

SADECE BİRKAÇ SORU…

Nefislerimizin zayıflığını, dünyaya olan rağbetimizi, günahların içinde yüzüşümüzü, alimlerimizin suskunluğunu, iktidar sahiplerinin kaypaklığını, ümmetimizin acziyetini bir kenara bırakıp düşünsek ve sorsak kendimize: “Eğer bugün güç ve iktidar biz Müslümanların elinde olsaydı, insanlığa biz hükmetseydik dünyada neler değişirdi? Halklar nasıl yönetilir gidişat nasıl olurdu? Neler aynı kalır neler değişirdi.”  


[1]. İbnu’l-Esir, el Kâmil fi’t-Tarih, c.XII.

[2]. bkz: Haçlı Seferleri Tarihi: I. Cilt Birinci Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu.