Yeniden Sahnelenen Kadim Sapıklık Eşcinsellik

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2019 Nisan / 77. Sayı

İnsanoğlunun Allah’a olan isyanına her geçen gün daha güçlü bir şekilde şahit oluyoruz. Okun yaydan çıktığı gibi dinden firar eden insanlar hayatın her alanında alemlerin rabbi, sahibi, yegâne meliki olan Allah celle celaluhu ile amansız bir savaşa tutuştular. Bu, her şeyi yaratan, şekil ve nizam veren, her şeyden haberdar olan ve gerek ilahlıkta gerekse otoritede eşi ve benzeri olmayan Allah’ın hükmünü beğenmeme, onun idaresini kabul etmemenin savaşıydı. Haddi aşmış bu azgın güruhun ilk hamlesi; hayata müdahil olmayan, insanı yaratıp kendi köşesine çekilen bir rab profili inşa etmekle olmuştu. Atılan ikinci adım ise; boşalan bu eşsiz makamı dinin prangalarından kurtulup aklın ve bilimin öncülüğünde hayatı tanzim eden biricik(!) insanoğluna tahsis etmek olacaktı. İnkâr ve gaflet ile atılan bu adımlar arttıkça arttı. İnsanoğlu Allah’ın ahkamını siyasetten sağlığa, eğitimden sosyal hayata varıncaya kadar hayatın her alanında saf dışı bırakarak kendi egemenliğini iddia etmeye kalkıştı. Allah’ın izleri toplumsal hayattan tamamen silinmeye çalışılıyor; ancak yine de tatmin olunmuyordu. Rahatsızlık veren başka şeyler de vardı. Rahman’ın ayetlerini silmek için attıkları her adımda karşılarına başka izler çıkıyordu. Daima beraberlerinde bulunan, peşlerini asla bırakmayan, belki de hiç kurtulamayacakları bir iz’di bu. Allah’ın evlerini yıkmak, O’nun kitabını yasaklamak, O’nun dininin şiarlarına savaş açmak kolay; ama O’nun güç ve kudretinin en büyük alametlerinden sayılan bedenleri başkalaştırmak, sil baştan inşa etmek ya da sahibine iade etmek imkansızdı. İçler acısı bir durumları vardı. Kendi gölgelerinden kaçmak isteyip te bir türlü kurtulamayan cahiller gibiydiler. Her ne zaman Allah’ı unutturmak için hareket edecek olsalar, bizzat taşıdıkları bedenlerinin karşılarında hak namına durduğunu görüyorlardı. Durum böyle olsa da Allah’ın “ahsen-i takvim” üzere yaratışını reddedip kendi tasarruflarınca işler yaparak isyana, ilahlık iddialarına devam ettiler. Bedenlerini türlü türlü şekillere sokarak yaratanın nurundan uzaklaştırdılar. Ama bununla da yetinecek değillerdi. Çünkü bedenin sahibini tanımayanlar, ondaki izleri gizlemeye çalışanlar, Rabb’in tayin ettiği cinsiyeti de tanımayacaktı. Onlara göre; bu ancak bir dayatmaydı. Kişi, cinsiyetini de beraberinde gelen cinsel hayatını da kendi iradesiyle tercih etmeli, yaşamına öylece devam etmeliydi. Herkes, biyolojik durumuna bakmaksızın istediği cinsiyeti sergileyebilmeli, istediğini giyebilmeli, istediği kişiyle ilişkiye girme özgürlüğüne(!) sahip olmalıydı. İşte gelinen bu nokta, ardından her türlü pisliği de getiren son nokta olacaktı. Çünkü Kur’an-ı Kerim daha öncesinde bu cürmü işleyip aynı noktaya basan ve cinsel hayatlarında Rabb’in hükmüne isyan edip azgınlaşan Lut Kavmi’nin sonunu şöyle bildirmişti:  

“Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi. Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda derin bir kavrayışa sahip olanlar için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır.” [1]

“Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık; Rabbinin katında belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.” [2]

Lut kavminin yaptığı bu iğrenç fiil dünya tarihinde bir ilk; ama son değildir. Aradan yüzyıllar geçse de ekilen bu kötülük tohumları bir yerden baş göstermeye devam edecek, kendisini bu azgın kimselere nispet edecek modern temsilciler daima var olacaktır. Bu açıdan, “eşcinsellik” meselesinin günümüz dünyasında giderek artan bir problem haline gelmesi şaşılacak bir durum değildir. Çünkü hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim bu malumatları genel kültür olsun diye vermemiştir. Tarihi tecrübelerle sabittir ki; Kur’an’ın geçmiş ümmetler hakkında verdiği her malumat bugün, bugün olmazsa yarın mutlaka kendisini tekrar etmiştir, edecektir de. Zira, şeytan aynı şeytan, insan aynı insandır. Bu nedenle, vakıanın tekerrürü şaşılacak bir durum değildir; ancak bizzat mahiyeti insanı hayretler içinde bırakacak cinstendir. İnsan nasıl olur da Allah’ın huzur kaynağı olarak yarattığı karşı cinsi bırakır da hemcinsine meyleder! Nasıl olur da kendisine nakşedilen tertemiz fıtrattan bu kadar uzağa gidebilir! Nasıl olur da yaratana karşı bu kadar asi olabilir!        

Eşcinsellik; yani cinsel olarak hemcinsine meyletme kişilik bunalımı ya da ruhsal bozukluk olmaktan öte imani bir problemdir. Bu durumun etkenleri arasında psikolojik unsurlar da vardır elbet. Ancak, bunların hiçbirisi insanı bu denli uç bir noktaya sürüklemek için yeterli değildir. Kişinin böylesi bir hale gelebilmesi için imanını, Allah korkusunu sonuna kadar tüketmiş olması gerekir. Çünkü İslâm akıllarımıza ve kalplerimize yazıldığı kadar fıtratımıza, özümüze de yazılmıştır. Bu açıdan, böylesine iğrenç fiilin işlenmesi kişinin iman noktasında sıfırı tükettiğinin göstergesidir. Nitekim, bu akıl almaz fiilin sahipleri/destekçileri tarafından düzenlenen ve “Onur Yürüyüşü” olarak isimlendirilen “Rezalet Yürüyüşü” ndeki pankart yazıları bahsini ettiğimiz hususun vahametini açıkça ortaya koymaktadır.[3]

Eşcinsellik, salt bir kişilik bunalımı olmadığı gibi hormonal bozukluğun bir tezahürü de değildir. Maalesef günümüzde bu rezil davranış için, masumane gösterilmek amacıyla bazı tıbbi gerekçeler ileri sürülmeye çalışılmıştır. Küçük bir araştırma yapan herkes görecektir ki; ortaya konulan bu gerekçeler hem dinen hem tıbben geçersizdir. Zira bu rezil davranış biyolojik bir rahatsızlıktan kaynaklanmış olsaydı Lut kavminin kınanması ve helak edilmesi söz konusu dahi olamazdı. Oysa Kur’an-ı Kerim bu çirkin fiili işleyenleri çok açık bir şekilde eleştirmiş ve “ölçüyü aşan, aklı başında olmayan kör-sersemler“ olarak nitelendirmiştir. [4]      

Kavramsal olarak hem erkek erkeğe ilişkiyi (livata) hem de kadın kadına ilişkiyi (Lezbiyenlik) ifade eden eşcinsellik, tarihte hiçbir zaman övünülecek, gururla söylenecek bir şey olmamıştır. Sadece Lut peygamber döneminde bu çirkin fiil o kadar aleni ve çekinilmeden işlenilen bir fiil halini almış ki; bunun karşısında duran Allah’ın Nebisi Lut aleyhisselâm “Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim!”[5] şeklinde bir niyazda bulunarak çaresizliğini dile getirmiştir. Eşcinsellik bu örneğin dışında daima kenar köşede gizlice işlenilen ve dile getirilemeyen yüz kızartıcı bir fiil olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak günümüzde durum biraz daha farklı bir hal almış, insanlığın yüz karası olarak kabul edilen bu fiil, toplam 29 ülkede suç olmaktan çıkarılmış ve savunucularına hukuki haklar çerçevesinde korumalar getirilmiştir.[6]

Kanaatimce; eşcinselliğin insanlar nezdinde süratle yayılması, kalabalık kitlelere ulaşması düşük bir ihtimaldir. Aslında konuyu insanlık açısından tehlikeli yapan da yayılması değildir. İşin en vahim olan kısmı bu durumun toplumlar tarafından kanıksanması ve normal bir tercih olarak algılanmasıdır. Maalesef bu çirkin fiile hukuki dayanak sağlanması, yer yer devlet eliyle desteklenmesi gerek politikacıların gerekse toplumun ileri gelenlerinin bu fiili bizzat işlemeleri ve bunu da cesurca dile getirmeleri bahsettiğimiz tehlikenin gerçekleşmesi için   yeterli zemini oluşturmuştur. Bugün eşcinsellik konusu açıldığında, insanların yüzlerinde kızgınlık, şaşkınlık yerine alaysı bir tebessüm görmekteyiz. Kur’an’da Lut kavmiyle ilgili ayetleri okuduğumuzda yüzümüzde tebessüm eden bir çehre oluşmuyor; fakat gündelik muhabbetlerde gülme edasıyla meseleyi konuşuyorsak bilmeliyiz ki; eşcinsellik meselesi bizim için Kur’an’daki bağlamından koparılmış ve kanıksanmış bir mesele haline gelmiştir.

Unutmayalım ki; eşcinsellik daha 50 yıl öncesinde ABD ve tüm Avrupa ülkelerinde yasaklı bir fiildi. 

Günümüzde ise birçok ülkede ya serbest hale getirildi ya da göz yumulan bir fiil halini aldı. İslâm’dan uzak Avrupa toplumlarında imansızlıktan dolayı bu durum belirli ölçüde kabul edilebilir. İşin üzücü ve kabul edilemez tarafı ise Müslüman halkların yaşadığı ülkelerde buna göz yumulması ve yer yer hayati hataların yapılmasıdır. Ülkemizde Millî Eğitim Bakanlığı’nın “British Council” ile yani İngiltere’nin kültürel ilişkiler ve eğitim fırsatlarından sorumlu uluslararası kuruluşuyla ortaklaşa yürütmüş olduğu «Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP)” kabul edilemez bir hataydı. 2014 yılından itibaren 162 pilot okulda uygulanmaya başlayan proje; hukuksal ve eğitim imkanları anlamında bir eşitlik gibi gözükse de öyle olmadığı, tam aksine cinsiyetler arasında geçiş yapılabileceği, kişinin kendi cinsiyetini kendisinin seçebileceği ile alakalı izlenimler doğurduğu, çocukların cinsiyet algısını dejenere ettiği ilerleyen zamanlarda netlik kazandı. “Yeniden yazmaya var mısın?” sloganıyla yola çıkan projenin neyi hedeflediği, neyi yeniden yazmanın peşinde olduğu merak konusu. Umarız ki; silip yeniden yazmak istedikleri ve evlatlarımızı maruz bıraktıkları şey “Allah’ın cinsiyetlerimiz üzerindeki takdiri” değildir. 

“Dikkat edin, yaratmak da emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir.”[7]

“Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.”[8]


[1]Hicr, 73-76

[2]Hud, 82-83

[3]. İzmir Lgbt yürüyüşü “Lut kavminin çocuklarıyız!” vs.

[4]bkz: Araf Sûresi, 81; Hicr Sûresi, 72.

[5]Hud Sûresi, 80.

[6]Hollanda, Belçika, İspanya, Kanada, Güney Afrika, Norveç, İsveç, İzlanda, Portekiz, Arjantin, Brezilya, Yeni Zelenda, İngiltere, Fransa, ABD, Almanya..

[7]. Araf, 54

[8]. Mülk, 14