Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2013 Haziran / 7. Sayı
İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de Rabb’inizim. O halde Bana ibadet edin” (Enbiyâ, 92) buyuran Allah Azze ve Celle’ye hamd olsun. Rahmet’i ilâhiyenin insanlık âlemine en güzel hediyesi olan Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun âline, ashabına ve ona tâbi olanlara salât ve selam olsun.
Ey hayırlı selefe hayırlı halef olmak isteyenler!
Bilmelisiniz ki bu aziz İslam ümmeti, pek büyük gayretlerle ve yoğun çabalarla inşâ edildi. Peygamber efendimiz ve ashabının Mekke’i Mükerreme’de geçirdikleri zorlu imtihan döneminden sonra Allah Teâlâ onları, en hayırlı Ensar olan ve evlerini onlara açarak, her şeylerini onlarla bölüşen Medine’i Münevvere ahâlisi ile bütünleştirdi. Böylece İslam ümmetinin temel taşı sağlam bir şekilde yerine yerleştirilmiş oldu. Peygamber efendimizin hayatı boyunca aralıksız devam eden ve Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin fethi, Huneyn, Taif muhasarası ve Tebuk gibi büyük seferlerin de aralarında bulunduğu yüze yakın gazve ve seriyyelerle İslam ümmetinin binası inşâ edildi. Bu yorucu cihadi hareketin yanında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabına, Allah Teâlâ’dan aldığı vahyi tebliğ ediyor, onları en faydalı ilimle techiz ediyor, onları en güzel şekilde eğiterek nefislerini tezkiye ve ruhlarını terbiye ediyordu. Böylece Allah Teâlâ’nın rahmeti ve inayeti ile farklı aşiret, kavim ve milletlerden oluşan Müslümanlar aynı sıhhatli bir bedenin âzâları gibi kaynaşarak, tam bir uyum içinde hareket eden tek bir millet oldular. Artık insanlık için hidayet rehberliği yapmaya layık bir ümmet ortaya çıkmıştı. Hz. Peygamberin Refik’i a’lâ’ya irtihalinden sonra Hulefâ’i râşidin döneminde, onun eğitiminden geçmiş olan bu yüce ümmet, ülkeleri ve kalpleri fethederek; çok kısa bir zamanda ma’mur olan dünyanın büyük bölümüne İslam’ı ulaştırdılar ve büyük toplulukların Allah Teâlâ’nın dinine girmelerine öncülük ettiler. İşte onlar Allah Azze ve Celle’nin: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip münkerden meneden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır” (Âl-i İmrân, 104) fermanını hakkıyla tatbik ederek; Allah Teâlâ’nın: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, münkere mâni olursunuz ve Allah’a iman edersiniz” (Âl-i İmrân, 110) buyruğuna bihakkın mazhar oldular.
Ey aziz İslam ümmetinin değerli evlatları!
Bilinmeli ki bu ümmetin harici ve dâhili pek çok düşmanları bulunmaktadır. Ümmet’i Muhammed, tarihi boyunca bu düşmanlarından pek çok sıkıntılar görmüştür. Özellikle de devletleri yıkılan ve kurdukları zulüm-sömürü nizamları Müslümanlar tarafından yerle bir edilen milletlerin hâkim sınıfları, türlü türlü kisvelere bürünerek İslam ümmetini içten çürütmek için yoğun bir gayret içerisine girmişlerdir. Bu gayretler daha ashabı kiram zamanında pek çok sıkıntıları ortaya çıkarmış, Hz. Ömer şehid edilmiş ve daha sonra da Hz. Osman’ın şehid olmasına yol açan o menfur olaylar yaşanmıştır. Hz. Ali dönemi de çeşitli çalkantılara ve fitnelere sahne olmuş, Abdullah b. Sebe gibi münafıklar ve zındıklar sürekli fitne kazanını kaynatmaya devam etmişler ve netice de Hz. Ali de şehid edilmiştir. Bütün bu ve benzeri olayların yol açtığı fitne, tefrika ve ihtilaflar sürekli daha da derinleşerek devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Bunlardan da daha acı ve tehlikeli olan ise, Hulefâ’i raşidin döneminden sonra bizzat Müslümanların içinde bozulma emareleri baş göstermesidir. İlk çatlak ve bozulma yöneticilerde başlamış, hilafetten saltanata geçilmiş ve pek çok mefsedelerin kaynağı olan saltanat sahipleri, İslam ümmeti tarafından yıkılarak tarihin çöplüğüne atılan yönetim tarzlarına özenmeye başlamışlardır. Yöneticilerin bozulmasına paralel olarak ilmiye sınıfında da inhiraflar baş göstermiş, çeşitli fırkalar ve itikadi mezhepler ortaya çıkmıştır. İlmi sırf dünya menfaati için tahsil eden saray bilginleri türemiştir. Bunları da ibadet ve zühd ile ilgilenen bazı kimseler takip etmiş ve onlar da postlarını dünya metaına alet etmişlerdir. Bu sınıflarda bozulmanın meydana gelmesi topluma aksetmiş ve toplum da yavaş yavaş manevi hastalıklara maruz kalmıştır. Abdullah b. Mübarek’in dediği gibi:
Dini bozanlar şu üç taifeden başkası değildir:
Bunlar; krallar, kötü âlimler ve kötü âbidlerdir.
Zaman geçtikçe fitne ve fesad artmış ve dinden inhiraf açısı genişlemiştir. Neticede hilafet ilğa edilmiş ve şeriat’ı ğarra yürürlükten kaldırılmıştır. Günümüze gelindiğinde ise, İslam âleminin her tarafının küfür, şirk, fısku fücur ve zulüm ile istilâ edilmiş olduğunu görmekteyiz. Âdeta eski cahiliyye tekrar hortlamış ve büyük bir kesim kâfirlerle iltihak etmiştir. İslam ümmetinin büyük çoğunluğunun bugünkü hâli, kitap ehlinin bozulmuş hâline ne kadar da benzemektedir! Hâlbuki Allah Teâlâ bizleri uyararak şöyle ferman etmişti: “İman edenlerin, Allah’ın zikrine ve indirilen hakka (Kur’an’a) karşı kalplerinin hûşû içinde olması ve daha önce kendilerine kitap verilip üzerlerinden uzun zaman geçince kalpleri katılaşan kimseler gibi olmamaları zamanı gelmedi mi? Onların çoğu yoldan çıkmış fasıklardır.” (Hadid, 16)
Ey Ümmet’i Muhammed’in fedakâr ve gayretli müntesipleri!
Rasûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah Azze ve Celle bu ümmete, her yüz senenin başında onun için dinini tecdit edecek bir kimseyi (kimseleri) gönderecektir.”(1)
Yine Rasûlullah efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ her kim hakkında hayır murad ederse, onu dinde fakih (derin anlayış ve basiret sahibi) kılar. Müslümanlardan bir grup, kıyamet gününe kadar kendilerine muhalefet ederek karşı gelenlere galip olarak hak üzerinde savaşmaya devam edeceklerdir.”(2)
İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu mucizevi haberi tahakkuk etmiş ve bütün fitne-fesad sebeplerine rağmen dini koruyan ve ayakta tutan bir taife her zaman olagelmiştir. Rabbani fakihlerden, sadık muhaddislerden, abid ve zahidlerden, salih yönetici ve komutanlardan, fedakâr mücahitlerden oluşan bu taife, her zaman ve zeminde Allah’ın dininin bayraktarlığını yapmışlardır. İslam düşmanlarının saldırılarını defetmiş ve her defasında onları mağlup etmeyi başarmışlardır. Sürekli bir tecdit ve ihya hareketleri silsilesi devam etmiş, içten ve dıştan gelen bütün tehlikelere, askeri ve fikri tüm tehditlere karşı sed çekilmiştir. Dünya tarihinin en büyük fitnelerinden biri sayılan Moğol fitnesi ve İslam âlemini baştan başa tahrip ve istilâ etmeyi planlayan haçlı orduları büyük bir muvaffakiyet ile defedilmiştir. Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın inayeti ile Rabbani âlimler ve sadık davetçiler, çok büyük bir gayret sarfederek İslam’ın asıl kaynaklarını ve Kur’an-Sünnet ilimlerini mükemmel bir şekilde muhafaza etmişlerdir.
Fakat son asırlarda müslümanların tekrar dünyaya meyletmeleri ve gaflete dalarak Allah Teâlâ’nın dininden uzaklaşmaları sebebiyle içeriden ve dışarıdan düşmanlarımız saldırılarını yoğunlaştırmış, hasta adam ilan ettikleri Osmanlı İslam Devleti’ni öldürmüş ve terekesini aralarında bölüştürmüşlerdir. Başsız kalan Müslümanlar arasında ihtilaflar iyice artmış, fakru zaruret baş göstermiş ve cehalet her tarafa yayılmıştır. Bu fırsatı iyi değerlendiren işgalci düşmanlarımız, İslam âleminin yönetimine, razı oldukları mürted ve münafıkları getirmiş, onlar da efendilerinin hedeflerini en güzel bir şekilde gerçekleştirmişlerdir. Hilâfeti ilğa etmiş, şeriatı yürürlükten kaldırmış, batıdan ithal ettikleri kanunları zorla tatbik etmiş ve halklarını İslam dininden uzaklaştırıp batıya yaklaştırmak için gece-gündüz durmadan hileler peşinde koşmuşlardır. Batılı efendilerinden daha fazla Müslüman halklara zulmetmeyi başaran bu köle zihniyetli uşaklar, hâlâ İslam âleminin dizginlerini ellerinde tutmakta ve batının kokuşmuş sistemi olan demokrasi havariliğini yapmaktadırlar.
Müslümanların umutlarının tükenmeye yüz tuttuğu bu karanlık çağda, milyonlarca şehidimizin kanlarıyla sulanan İslam topraklarından pek çok ihya ve tecdit hareketleri filizlenmiştir. Özellikle de Mısır’da meydana atılan ve âdeta “çekilin yoldan, yolun gerçek sahibi geldi” diyerek haykıran İslam şehidlerinden Hasan el-Benna, Abdülkadir Udeh ve Seyyid Kutup gibi Rabbani âlimlerin ve sadık davetçilerin öncülük ettikleri İslami hareket çığ gibi büyümüş ve her tarafa yayılmıştır. Bu mübarek hareketin sadası İslam âleminin her tarafında yankılanmış ve bütün İslam toplumlarında benzeri İslami hareketler filizlenmiştir. Allah Teâlâ’nın rahmeti ve inayeti ile bu mübarek hareketler, Allah Celle Celâluhu’nun buyurduğu: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken kuvvetlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, çiftçilerin hoşuna gider. İşte Allah, kâfirleri öfkelendirmek için (mü’minleri böyle çoğaltıp geliştirir)” (Fetih, 29) örneğinde olduğu gibi bu İslami hareketler de gün be gün kuvvetlenecek ve şımarık İslam düşmanlarının suratında patlayan bir şamara dönüşecektir. Allah Teâlâ’ya hamd olsun ki günümüzde bunu müşahede etmekteyiz. İslam âleminin her tarafında kâfirleri öfkelendiren ve onlara mağlubiyetin acısını tattıran İslami topluluklar gün yüzüne çıkmışlardır. Allah’ın izniyle bu hareketler tevfik’i ilâhiye mazhar olacak, suyun üzerindeki köpük gibi olan küfür sistemleri izâle edilecek ve tekrar en gür sada İslam’ın sadası olacaktır.
Burada şu hadis’i şerifi kaydetmeden geçemeyeceğiz: Huzeyfe radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Aranızda peygamberlik Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediği zaman da kaldıracaktır. Sonra peygamberlik minhacı (yolu) üzere olan bir hilafet olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allah Teâlâ kaldırmayı dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı bir krallık/saltanat olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allah Teâlâ kaldırmayı dileyince onu da kaldıracaktır. Sonra zorba yönetimler olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allah Teâlâ ortadan kaldırmayı dileyince onları da kaldıracaktır. Sonra (tekrar) peygamberlik minhacı (yolu/yöntemi) üzere olan bir hilafet olacaktır.” Sonra sustu.”(3)
Evet, sadık ve musaddak olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in belirttiği merhaleler tek tek gerçekleşmiş, sıra son merhaleye gelmiştir. Peygamberlik onun risaleti ile mühürlenmiş; raşidi hilafet, hulefâ’i raşidin olan cihar’i yâr’i güzinle 30 sene sürüp son bulmuş; ısırıcı saltanat da genel olarak Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılarla sonlanmış ve bizler şimdi zorba yönetimlerin devrinde yaşıyoruz. Allah’ın izniyle İslam güneşinin önündeki kara bulutlar pek yakında Rahmani kuvvetlerle dağıtılacak ve İslam güneşi olanca parlaklığıyla tekrar insanlık âlemini aydınlatacaktır.
Ey İ’lâyı kelimetullah davası için İslam ümmetine hizmet etmek isteyen bahadırlar!
İslam düşmanlarının siyasi, iktisadi, askeri ve fikri saldırılarını yoğunlaştırdığı ve Müslümanların itikad ve ahlâklarını bozmak için her türlü hileli planları devreye soktukları şu ahir zamanda şeref ve izzetimiz ancak Allah’ın dinine yardım etmekte ve İslam ümmetinin tekrar eski izzetine kavuşması için var gücümüzle çalışmaktadır. Asla ümitsizliğe kapılmadan her türlü fedakârlığı yapmamız gerekir. Zira müslümanların ahlâkında ümitsizlik yoktur. Allah Teâlâ’nın: Allah’a kesinlikle kavuşacaklarına inananlar: “Nice az topluluk vardır ki, nice çok sayıdaki topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir” dediler” (Bakara – 249) sözünün üzerinde tefekkür etmemiz gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Benim ümmetimin misali, yağmur misalidir. Sonu mu daha hayırlı (faydalı) yoksa başı mı bilinmez (yani Allah’ın dinine yardım etmek hususunda başı da sonu da hayırlıdır).”(4)
Fakat İslam düşmanlarına galip gelecek olan bu az sayıdaki topluluğun bazı sıfatlara sahip olmaları gerekir ki, biz şimdi de bu özelliklerden sadece bazılarını açıklamaya çalışacağız:
1- İfrat ve tefritten, bid’at ve hurafelerden ve her türlü inhiraftan korunmak için Kitab’ı Mübin’e ve sünnet’i seniyyeye sarılırlar. Nitekim Rasûl’i Zişan şöyle buyurmaktadır: “Sizin aranızda iki şey bıraktım ki, bu iki şeye sarıldığınız müddetçe sapmazsınız: Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti…”(5) Allah’ın kitabını türlü te’villerle yorumlayarak, ayet’i kerimelerin taşımadıkları anlamları onlara yüklemeye çalışanlar; sahih hadis’i şerifleri inkâr ve reddedenler veya daha çok uyduruk rivayetlere dayananlar, Allah Teâlâ’nın kâmil ve pak olan dinini nasıl yüceltebilirler ki?!
2- Değerli kardeşlerim! Bugün Müslümanlar olarak bizim en tehlikeli hastalığımız, ahireti unutmamız ve dünyaya meyletmemizdir. Bizler fâni olan ve herkese yetmeyecek kadar az olan dünya metaını çekiştirince, ihtilafa düştük ve selin üzerindeki çer-çöp gibi dağıldık. Bunun neticesinde düşmanlarımızın sinesindeki korkumuz kaybolup gitti ve maddi güçleriyle bize galip geldiler. İşte bundan dolayı Allah’ın dinine yardım etmek isteyenlerin en önemli vasfı, dünyada zahid olmak, ahirete rağbet etmektir. Bu konuda şu hadis, derdi de dermanı da belirten bir reçetedir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Pek yakında topluluklar, yemek yiyenlerin birbirlerini yemek kâsesine çağırdıkları gibi size karşı birbirlerini kışkırtacak (ve size saldıracak)lardır” buyurdu. Birisi: “O gün bizim az olmamızdan dolayı mı?” diye sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bilakis siz o gün çok olacaksınız. Fakat siz selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. Allah Teâlâ düşmanlarınızın sinelerinden sizden korkma duygusunu çekip alacak ve kalplerinize “vehn” (hastalığını) atacaktır.” Denildi ki: “Vehn de nedir ey Allah’ın Rasûlü?” Şöyle buyurdu: “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamak (ahiretten gafil olmak).”(6)
3- Allah’ın kelimesini yüceltecek olanlar, izzetin sadece İslam’da olduğuna yakinen iman ederler. Onlar izzeti ne mal-mülkte, ne mevki-makamda, ne şan-şöhrette ve ne de giyim-kuşam, araba ve evlerde aramazlar. Onlar izzeti sadece Allah’a kullukta ararlar. Nitekim Hz. Ömer, Şam’a geldiği esnada, nehrin geçilebilecek yerine gelir, devesinden iner, mestlerini çıkarıp eline alır ve devesiyle birlikte suya dalar. Bunun üzerine Ebu Ubeyde ona: “Sen bugün dünya ehline çok ağır gelecek şöyle şöyle bir şey yaptın” deyince; Hz. Ömer onun sinesine vurarak şöyle der: “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Muhakkak ki sizler insanlar arasında en zelil, en hakir ve en az kimselerdiniz. Allah Teâlâ İslam ile sizi aziz kıldı. Şayet sizler izzeti başka bir şeyde ararsanız, Allah Teâlâ sizleri zelil edecektir.”(7)
4- Aziz kardeşlerim! Günümüzdeki zilletimizin en önemli sebeplerinden biri de, Allah yolunda cihadı terk etmiş olmamızdır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır, “Siz iyne (hileli faiz) alışveriş(ler)ini yaptığınız, sığırların kuyruğundan tuttuğunuz, ziraate razı olduğunuz ve cihadı terk ettiğiniz zaman; Allahu Teala size öyle bir zilleti musallat kılacaktır ki, siz dininize dönmedikçe onu sizden çekip kaldırmayacaktır.”(8)
5- Değerli kardeşlerim! İslam ümmetini tekrar eski izzetine kavuşturabilmemiz için ümmetçi bir düşünceye sahip olmamız ve Müslümanlarla birlikte hareket etmemiz gerekir. Bilmemiz gerekir ki İslamın en fazla üzerinde durduğu hususlardan biri de Müslümanların ittifakı, birlikteliği ve cemaat halinde hareket etmeleri; ihtilaf, tefrika ve bölük-pörçük olmaktan şiddetle sakınmalarıdır. Bu konuda yüzlerce ayet ve hadis bulunmaktadır. Biz Allahu Teala’nın: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Ve sakın ayrılığa düşmeyin…”(Al-i İmran:103) ayeti kerimesini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben size Allah’ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum: Cemaat, dinlemek ve itaat etmek, hicret ve Allah yolunda cihad etmek…”(9) hadis-i şerifini kaydetmekle yetinelim. Allahu Teala bu hususu hakkıyla anlamayı Müslüman gençlerimize müyesser eylesin!
6- Değerli Müslümanlar! İslam ümmetini ihya etmek ve Müslümanların eski izzetine kavuşmaları davasında öncülük yapmak, gerçekten çok zordur. Çünkü İslam ümmetinin münafık ve kafirlerden oluşan dahili ve harici pek çok düşmanları bulunmaktadır. Yerli ve yabancı bu düşmanlar ittifaklar kurmuş ve tek hedefleri bir İslam devletinin, şeriat-i ilahinin tatbik edildiği bir İslam toplumunun oluşmasına mani olmaktır. Bunun için de gizli-açık pek çok planlar yapmaktadırlar. İşte böyle bir durumda İslam ümmetinin ihyası için gayret sarfeden Müslümanların sabır, sebat ve kararlılık hususunda Allah’ın düşmanlarına galip gelmeleri gerekir. Rabbü’l-alemin şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, hudutlarınızda nöbet tutun, Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz”. (Al-i İmran, 200)
7- Değerli kardeşlerim! Bizleri asıl mağlup edip, zelil kılan düşmanlarımız değildir. Bizim asıl mağlubiyetimiz, kendi nefislerimizdendir. Rabbimize karşı gafil ve asi olmamız ve günah işlememiz, sayıca ve maddi güç bakımından bizden daha üstün olan düşmanları bize musallat kılmıştır. Hz Ömer radiyallahu anhu ordu komutanlarına gönderdiği mektubunda bu hakikati ne de güzel ifade eder: “Sana ve ordundaki askerlere her halükarda Allah’tan sakınmayı emrediyorum. Zira Allah korkusu savaşta her türlü maddi güç ve asker sayısından daha önemlidir. Sizden her birinize, düşmanlarınızdan ziyade günahlardan son derece sakınmayı emrediyorum. Zira bir orduda işlenen günahlar, o orduya düşmanlarından daha fazla zarar verir ve orduyu daha çok korkutur. Müslümanlar ancak, düşmanları Allah’a isyan halinde olduğu için yardım görür. Böyle olmadığı takdirde bizim düşmanlara karşı üstün bir gücümüz yoktur. Zira maddi güç ve asker sayısı olarak onlardan daha üstün değiliz. Allah’a isyan hususunda onlarla eşit duruma gelirsek, maddi güç olarak onlar bizden daha üstün bir duruma geleceklerdir.”
8- Aziz Müslümanlar! Allahu Teala kendi dininin bayrağını dalgalandırmayı ve şeriatını hakim kılmayı ancak ihlaslı Müslümanlara müyesser kılar. Onlar Allahu Teala’nın rızasını kazanarak O’nun cennetine girmekten başka her türlü maksattan tecerrüt etmişlerdir. Onların hedefi kendi şahsi menfaat ve iktidarlarını tesis etmek değildir. Allah’ın şeriatı hâkim olduktan sonra yönetimden en fazla onlar uzak durmaya çalışırlar. Onlar hizmet esnasında öne atılan ancak dünyevi ücretler dağıtıldığında ortalıkta görülmeyen kimselerdir. Nitekim ashabı kiram Akabe’de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, onu korumak ve Ona yardım için mallarını, canlarını ve her şeylerini feda edeceklerine dair bey’at ettiklerinde; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara tek bir şeyi va’detti ki, o da cennet idi. İşte onlar sadece cennet karşılığında her şeylerini sattıkları için Allahu Teala onları muvaffak kıldı. Gerçekten bilenler için ne kadar değerli ve ne kadar karlı bir alışveriş!
Son olarak makalemizi şu hadisi şerif ile mühürleyelim;
Ubeyy bin Ka’b’ın rivayet ettiği hadisi şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur-maktadır: “Bu ümmeti kadri yüksek olmak, yücelik, (hak) din (sahibi olmak), zafere nail olmak ve yeryüzünde iktidar sahibi olmakla müjdele. Bundan dolayı onlardan her kim ahiret amelini dünya için yapacak olursa, onun için ahirette hiçbir pay olmaz.”(10)
——————————————–
1. Ebû Dâvûd: 4391 (Ebû Hureyre’den). Sahih bir hadistir.
2. Müslim: 1037 (Muaviye’den)
3. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 18406. İsnadı Hasendir.
4. Tirmizi: 2869; Müsned: 12461. Sahih li ğayrihi bir hadistir.
5. İmam Malik, Muvatta’: 1601. Sahih bir hadistir.
6. Ebû Dâvûd: 4297; Müsned: 5/278. Senedi Hasendir.
7. İbni Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye: 7/163
8. Ebu Davud 3462 Müsned 2/42 Hasen bir hadistir
9. İmam Ahmed, Müsned: 17170; Tirmizi: 2863. Sahih bir hadistir
10 – İmam Ahmed Müsned; 5/134 (21220) isnadı kuvvetli bir hadistir