Kapak Dosya – M. Ali Yücel / 2013 Haziran / 7. Sayı
Müslümanlar, tarih boyunca zaman zaman, vahdet krizi yaşadılar. Müslümanların, vahdet zafiyeti yaşadıkları dönemlerde, büyük musibetlere düçar oldukları da malumdur. Haçlı seferleri, Moğol istilası gibi imtihanlar hep bu kabildendir. İslam düşmanları her fırsatta Ümmeti Muhammed’in tevhid kelimesi etrafında toplanmalarını engelleyebilmek için, Müslümanların esas hedeflerini, istikametlerini, dikkatlerini ve enerjilerini önemsiz şeylere yönelttiklerini görürüz hep.
Tarihi tecrübenin şahitliğine dayanarak diyebiliriz ki; Müslümanların tümünde olmasa da, kahir ekseriyetinde, birlikte hareket etmeleri halinde, güçleri zararları defetmeye, maslahatları celbetmeye yetmiştir. Bugün yaşadığımız birçok problemlerin sebebi vahdeti tesis edememektir. Vahdeti parçalayan unsurlar, gerek fert bazında kalitenin düşmesi, gerek ümmet bazında niteliğin düşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu nokta itibari ile ümmeti parçalayan unsurları şu iki başlık altında toplayabiliriz.
A: Mikro Faktörler – Ferdi Düzeyde Olan Unsurlar
B: Makro Faktörler – İçtimai Düzeyde Olan Unsurlar
ÜMMETİ PARÇALAYAN MİKRO FAKTÖRLER / FERDİ UNSURLAR
Aslında bu konunun başlığı dahi okunduğunda basit, sıradan, önemsiz gibi görünen ufak şeyler akla gelir. Gerçekte ise ümmetin fertlerinin ekseriyetini içinde bulunduğu bu hastalık ile yaşamı idame ettirmeleri ve bu sebeple de fertlerin, cemiyetleri oluşturduğu durumda, yani gücün büyüdüğü esnada tekrar onları parçalayan asıl sebeplerin kökeninde bu önemsiz, ufak fakat pek mühim görülen unsurlardan kaynaklandığını görürüz. Başlıcaları şunlardır.
1. Ahlak Unsuru
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmaktadır ki; “Kötü huy, amelleri, sirkenin balı bozması gibi bozar” (Beyhaki) İbn Abbas “Her binanın bir temeli vardır. İslamın temeli de ahlaktır” der. Ahlak denilince genel olarak algıladığımız sadece büyüklere hürmet olan ahlak türüdür maalesef. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği ahlak daha farklıdır. Konuşma ahlakı, mescid/ibadet ahlakı, ticaret ahlakı, savaş ahlakı bunlardandır. Kısacası ahlak kavramı, yaşantımızın her safhasında bizleri kuşatan, genel bir prensip ve karakter olması gereken, bizim için en elzem bir husustur. Bu prensipleri kavrayabileceğimiz ortam olan en önemli kaynak ise aile ahlakıdır. Anne ve baba bu sıralanan hususları genel olarak ne kadar hassas yaşarlar ise, o aile de yeşerip büyüyen fidanlar, o pak evlatlar da o nispette bu ahlakı kuşanırlar. Ümmeti parçalayan hususların makro seviyesine çıktığımızda, maalesef şunu görmekteyiz ki; ümmetin ekseriyetinde ahlak problemi, sorunların büyük bir kısmının kaynağı olmaktadır. Genel olarak fertlerin karakterlerinde, yukarıdaki maddelerden bir vasfı, müspet iken, diğer maddelerde menfi olduğunu üzülerek görürüz. İbadetinde, mescidin de ahlaklı gibi gördüğümüz insanı, maalesef ticaret ahlakından, konuşma ahlakından yoksun olduğunu görmekteyiz. Şu hadisi şerif, ahlakın ehemmiyetinin, müjdesiyle beraber titizlik gösterilmesinin gerekliliğinin elzem olduğunu ve ayrıca tenbihi ile de genel hastalığımızın da ne olduğunu bize özetler aslında. “Kıyamet gününde makamca bana en yakın olan ve en sevimli olanınız ahlakı en güzel olanınızdır.( Aynı şekilde) makamca bana en uzak olanınız ve en sevimsiz olanınızda kibirlice (insanlara üstünlük taslamak, laf cambazlığı yaparak) konuşanınızdır.”(Tirmizi) buyrulmaktadır. Velhasıl; Ahlaki yozlaşma neticesinde durumumuz, aleyhisselatu ve’s-selamın belirttiği makamı en uzak olanlarının haline döner ve böylece de amelimiz defolu olur, kalitemiz düşer. “Kötü huy, amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar”. Bir tekstilci ördüğü tonlarca kumaşla büyük bir servet kazanabilir. Ancak o kumaşta bir defo söz konusu olduğunda, gerçek değerinin dörtte birinin fiyatına bile satamayabilir. Ve böylece iflasın eşiğine gelebilir. Müslüman bir ferdin ameli, kötü ahlak ile defolanır ise, ne kadar çok amel işlerse işlesin o yine de değerini, önemini yitirmeye başlar. Devreye nefsi emmare girer, bencillik doğar, böylelikle vahdete giden yolun kapılarının açılması da o denli zorlaşır.
2. Rehavet Unsuru
“İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlarda aldanmıştır. (Yani bunların değerini bilmez.) Biri sağlık, diğeri de boş vakittir.” (Buhari)
Rehavetin hayatımıza etki alanları şunlardır:
a) Geceyi tefekkür, teheccüd ve zikir ile süsleyerek imar etmek yerine, sadece yatarak tarumar etmek: Uykuyu sever halde olmak, uykuya düşkün olmak ve böylelikle yatakta rehavet haline girmektir. Hâlbuki ancak gecesini imar edip, gündüzünü mamur edebilenler başarılı olabilirler.
b) Zamanda Rehavet: Geçirilen vaktin boş, değersiz, faydasız ve lüzumsuz şeylerle doldurulmasıdır. Böylelikle hazin olarak karşımıza çıkan şu erimeyi görürüz ki; o da asli görevimiz olan davamızın yükünün; bizlere yirmi dört saatin dahi yetmeyeceği düşüncesini, şuurumuza aşılaması gerekirken, bunun yerine Allah’ın bize vermiş olduğu, kum saati misali akıp giden zaman sermayesini, gelişi güzel harcayarak, bilinçaltımızda yer etmesi gereken mücadele ruhunu bilinçsizce silmiş olduğumuzdur. Ve böylelikle de ümmetin vahdetinde bulunan mücadele sorumluluğunu kaldıramayanlar ne yazık ki yaşam tarzlarında rehavet şıkkını işaretlemektedirler.
c) Hedefte Rehavet: Bir takım insanlar tarafından İlayı kelimetullah yolunun, dinimizin belirtmiş olduğu husus üzere, dini mübini İslamın her hâlükârda yer yüzüne mutlaka hakim olacağı kaidesi bilindiğinden, hedefe giden yolda rehavete kapılarak, nasıl olsa bu din mutlaka yer yüzüne hakim olacak düşüncesi ile, ferdin kendisini daha çok bu yolda yoracağı ve, bu nurlu yolda bizimde emeğimiz, katkımız olsun diyeceği yerde, başkaları nasıl olsa yapıyor veya biz sonra da yaparız düşüncesi ile rehavete kapılarak yapması gerekenleri ertelemektedirler. Hâlbuki aleyhissalatu vesselam bu kimseler için “Erteleyenler Helak Olmuştur .” buyurmaktadır. Bu rehavetler, fertlerin şuurlarında, kalplerinde olduğu müddetçe, öncü neslin vücut bulması söz konusu değildir. Ve bu tarz fertlerde yüce İslam davasına liyakat ehli değillerdir.
ÜMMETİ PARÇALAYAN MAKRO FAKTÖRLER
İÇTİMAİ UNSURLAR
1. Hilafetin Kaldırılması
Hz. Ebu Bekr ile başlayan, dönem dönem inkıtaya uğramakla beraber 1300 küsur yıl devam eden ve Osmanlının çökmesi ile son bulan hilafetin kaldırılışı, esasında ümmetin parçalanışında en önemli hususun başında gelir. 13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan müteşekkil üç bin beş yüz askeri birliğin İstanbul’u işgalinde dahi, Ümmeti Muhammedin o kadar sıkıntılı dönemlerinde bile tüm İslam dünyası, halifelik etrafında yeniden birleşme harekatı başlatmıştı. Bu konuda Londra’ya sayılamayacak kadar çok raporlar ulaşıyordu. Gerekçe ise gayet net idi. Esir durumuna düşen İstanbul’daki halife, Müslümanların duygusal uyanışına sebebiyet vermiş, sokaktaki Müslümanı bir şeyler yapmaya itmişti. Buradan şu sonucu çıkartırız ki; Mıknatısın materyalleri her zaman etrafına çekip topladığı gibi; Hilafette her zaman ümmeti etrafına çeker, toplar, birleştirir. 3 Mart 1924’de Lozan da perde arkasında İngiltere, Fransa ve Rusya ile beraber tüm İslam düşmanlarının çaba gösterdiği ve tuttukları maşalarca, ortadan kaldırmayı başardıkları bu hazin olay, o dönemin adliye vekili Seyyid beyin ifadesi ile “İslam tarihinin en büyük inkılabı olmuştur.” Ümmeti bir bedene benzeten aleyhisselatu vesselam’ın ifadesinden yola çıkarak, Hilafetin kaldırılmasıyla, ümmetin başının kesilip, gövdesinin aç köpeklerin önüne atılması yaşanmıştır adeta. Ümmet, çobansız bir sürüye dönmüş, aç kurtların sofrasına bırakılmıştır ne yazık ki.
2. Toprakların Parçalanışı
Birinci Dünya savaşı sonrasında İngiltere, Fransa, Belçika gibi sömürge imparatorlukları, Orta Doğuyu kendi aralarında yeniden düzenlediler. Yapay devletler ve yapay sınırlar çizdiler. İngilizlerin ana felsefeleri haline gelmiş olan “böl, parçala, yönet” stratejisi ile Osmanlının Orta Doğudan çekilmesine neden olan isyanlar oldu. Bu olayda birçok maşalar kullanıldı ve İslam dünyası başka bir parçalanmaya daha sahne oldu. Bir dönem dışişleri bakanlığı yapan İngiliz subay Mark Sykes ve Fransız subay Georges Picot’un 1916 yılında, ileride kendi soyadları ile isimlendirilecek olan Sykes-Picot anlaşması ile Kahire’de bir araya gelerek, masa başında İslam dünyasını iki ülke arasında paylaştırdılar. Bu anlaşmaya göre yeni yapay devletler kuruldu. Bölgenin etnik ve dinsel yapısı göz önünde bulundurulmadan, sadece kendi çıkarları doğrultusunda, harita üzerinde yeni ülkeler oluşturup etnik grupları da parçaladılar. Böylece ümmeti derinden parçalamış oldular. “Herkese özgürlük” naraları atanların sözlerine kananlar, gerçekte ellerinde olan özgürlükleri de kaybetmişlerdi. Her ülkenin insanları kendi ülkelerine hapsedilmişti. Kendi sınırları içerisinde (adına hürriyet denirse) özgürlerdi. Ancak eskisi gibi rahatlıkla diğer topraklara gidemeyecekler, Müslüman toplumlar, birbirleri ile kaynaşamayacaklardı. Prosedürlere uymak zorunda olacaklar, 1923’de Uluslararası polis teşkilatı görevini alan Interpol kurulup insanların, Müslümanların yurtdışı seyahatleri takip edilecek, keyfi tutuklamalar oluşacaktı. Ve resmi prosedürler gibi engeller önlerine çıkartılıp insanlar Osmanlının hürriyetini arar olacaklardı. Kendilerine verilen sınır çizgileri olan haritalar, onlar için aslında büyük hapishanenin duvarları hükmünü taşımıştı. Ve böylece Müslümanlar birbirlerinden biraz daha yoksun ve uzaklaştırılmış olacaklardı.
3. Ümmetçiliğin Parçalanışı
Makro boyutta Ümmeti parçalayan unsurların üçüncüsü; Ümmetçilik bütünlüğünden, milliyetçilik ayrımcılığına giden süreç oldu. Bir daha ümmetin bir araya gelememesi için her bir toplumun kendi haritasına mahkûm edilmesi yetmiyormuşçasına; Milliyetçiliğin, ayrılan, parça parça edilen ümmetin tüm coğrafyasına empoze edilme süreci yaşandı. Tabiri caizse, tertemiz güçlü bir hafıza belleğe, en donanımlı virüsün yerleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi gibi, ümmetin etkisizleştirilmesi, uyuşturulması sağlandı. Ve böylelikle yek vücut olan İslam devletinin, parçalara, devletlere ve milletlere bölmesi sureti ile bir daha toparlanamaması, gücünün zayıflatılmasına mebni kılınması ile İslam düşmanlarının kendilerini teminata almaları ve tuttukları kukla rejimler aracılığı ile de o ülkeleri bol bol sömürüye maruz bıraktıkları görülür.
4. Cemaatsel Parçalanış
Ümmeti parçalayan makro düzeyde dördüncü parçalanış ise cemaatçilik düşüncesinin nüfuz bulması ile İslam toplumuna ağır bir darbenin vurulmasıyla sağlandı. Yukarıdaki anlatılan bölünmeler dahi, İslam düşmanlarını rahatlatmadığı gibi bölünen bu devletçikler içinde, mahkûm olmuş, biçare duruma düşmüş İslam ümmetinin üzerinde hesaplanan tefrika tohumları atılarak cemaatlerin aralarında uçurumları arttırmaları ve bu şekilde vahdete ulaşmanın yolunu biraz daha uzaklaştırmalarıyla oluşmuştur. Ve nihayetinde suni sınırlar ile bölünen ümmet bir de yanlış cemaat algısı yüzünden bölünmelere maruz kalmıştır.
Özetle son 13 yıl içerisinde şahid olduğumuz husus şudur ki: Ümmetin içinde dalga dalga, oluk oluk akan kanın sebebi, ne yazık ki ümmetin vahdet çatısı altında toplanamayışının bedelinin ödemekte olduğunu görmekteyiz. Ancak İslam coğrafyasında hareketin olduğu yerde bereketinde olduğunu ayrıca görüyoruz. Ve bu hareket, bir İslami uyanış ve silkeleniştir. Bu uyanış İslam coğrafyasında on küsür yıldır başlamıştır. Kâfirlerin hesaplarına karşı Allahın hesabının devrede olduğunu Müslümanlar artık daha yakinen görmüşlerdir.
Artık yapay devletlerde, yıllarca Müslümanların aleyhine maşalık yapan putların bir bir devrildiğini, İslami bir devlet çatısı dışında, hiçbir ideolojinin kabul edilemeyeceğini ve ellerinin tersi ile iten, rehavet zilletini üzerlerinden atan, dalga dalga şuurlu Müslüman toplumlar, harekete geçmiştir. Rabbimiz ümmet şuuru ile Allah için yapılan salih amellere destek vermeyi nasip eylesin.
Rabbimiz kalplerimizi birbirine kaynaştırsın ve tek ümmet bilinci ile hareket etmeyi nasip eylesin. (Amin)