Kapak Dosya – Taliban Kurucu Lideri Molla Muhammed Ömer / 2023 Ağustos / 129. Sayı
“Şeriat’ın sesi radyosunun sevgili ve muhterem dinleyicileri, Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Bildiğiniz gibi, İslam alimleri ve muallimleri tarihi Kandahar şehrinde kısa süre önce bir toplantı gerçekleştirdi.
Bu toplantı 30 Mart 1996 tarihinde başladı. Toplantı dört gün sürdü ve dördüncü günde muhterem lider Molla Muhammed Ömer, dinleyicilere önemli bir konuşma yaptı.
Sizlerin isteği üzerine şimdi bu konuşmayı yayımlayacağız.
***
(Salonda) Tekbir! Allahu ekber! Tekbir! Allahu ekber! İslam Talebeleri Hareketi! (Taliban) Çok yaşa! Sesleri yükselmeye başladı.
Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm.
“Asra yemin olsun ki insan muhakkak hüsrandadır. Ancak iman edip de sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir.” (Asr Sûresi)
Bismillahirrahmanirrahim
Muhterem alimler ve şeyhler.
Biliyorum ki ben, sizin önünüzde bir konuşma yapmaya layık değilim.
Ancak İslam temelinde, bunun bir fayda sağlayacağı umudunu taşıyorum.
Mesele şu ki, bu vazife ve Talebe hareketi, büyük bir zorluk ve sorumluluk ile başladı.
Bir gazeteci, bir ülke, bir dost, bir düşman veyahut herhangi biri tarafından bir soru sorulabilir: “Taliban hareketinin gerçek hedefi ve vazifesi nedir?”
Bu sorunun cevabı, Taliban’ın vazifesi ve hedefi şudur: Allah’ın bu arzında, Allah’ın şeriatını tatbik etmek.
Cevap budur. Başlangıçtan bu yana gerçek hedef ve vazife işte budur.
Şimdi öyle bir noktaya ulaşmış durumdayız ki, Taliban birçok kurban vermiştir.
Ve hala görevlerini yapmakta, kurban vermeye devam etmektedir.
Burada bulunan alimlere mesajım şudur, ayrıca onlardan benim mesajımı, burada bulunmayan alimlere de ulaştırmalarını istiyorum.
Alimlerimizden bazılarında bir miktar ihmalkarlık bulunduğunu fark ettim.
Tatbik edecek olduğumuz zorlu imtihanı, Allah’ın şeriatını uygulama vazifesini göğüslediğimiz zaman.
Bunu fiili olarak kim yapacaktı ve bu nasıl yapılacaktı?
Talebeler birer neferdir. Harp etme vazifelerini yerine getirirler, yaralanabilir yahut öldürülebilirler.
Görevleri bu beldeyi kanunsuzluktan, ahlaki ifsaddan, fasık ve facir çetelerden temizlemektir.
Görevleri ve hizmetleri budur.
Talebeler, Allah’ın şeriatını topluma tatbik edeceğini ilan ettiği zaman, alimlere bel bağladılar.
Alimlerin kendi saflarında yer alıp kendilerine yardım edeceklerini düşündüler.
Talebeler şeriatı tek başlarına tatbik edemezdi.
Zira şeriatın kurallarını, düzenlemelerini ve ahvalini yalnızca alimler bilir.
Talebeler yalnızca temel İslami bilgiye sahiptir, neyin hak, neyin batıl olduğuna dair bilgi sahibidirler.
Peki ya toplumdaki Müslümanların karmaşık meselelerini kim çözüme kavuşturacaktır?
Biliyorum ki bazı alimler kendi görevlerini yerine getiriyorlar, ancak şimdi atıfta bulunacağım başkaları da var.
“Allah hiç kimseyi gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz.” (Bakara, 286)
Ancak bu konuları, insanların sizlerin üzerindeki hakkı olarak düşünmeniz gerekiyor.
Ben küçük bir medresede bulunuyordum. Burada yaklaşık 15-20 talebe vardı. Ben muallimdim.
Ülkede tamamen anarşinin, ahlaki ifsadın, cürümlerin, yağmanın ve öldürmenin sürüp gittiği bir zamandı.
Hepiniz buna şahitlik ettiniz. Kimse de bunu durdurmanın nasıl mümkün olacağını hayal dahi edemiyordu.
Bu süreçte ben de Bakara Sûresi’nin 286’ıncı ayetini kendime bir mazeret olarak görüyordum.
Çaresiz olduğumu ve bunun benim kudretimi aştığını düşünüyordum.
Bunun üzerine tamamen Allah’a güvenmeye karar verdim.
Çünkü Allah’a dayanıp güvenen insan asla başarısız olmaz.
Tabi durum oldukça zordu. Aynı zamanda alimlerin de Allah’a dayanıp güvenmesini umuyorum.
İnsanlar, bu hareketin nasıl tesis edildiği sorusunu da sorabilirler.
Onları kim gizlice destekliyor, kim eğitiyor ve arkalarında kim var?
Hareketin başlangıç noktası, benim medresedeki çalışmalarımı bitirmeye ve kitaplarımı kapatmaya karar vermemdi.
Ben ve bir arkadaşım, Sengisar köyünden Zangavat köyüne yürüyerek gittik.
Burada, Talukan köyünden Server isimli bir kişiden bir motorsiklet ödünç aldık. Böylece bir başka köye gittik.
Başlangıç noktası işte buydu, daha fazlası değil. Önceden planlanmış bir durum yoktu.
Bu köyde arkadaşıma, şu medreseye gidelim ve oradaki talebelerle bir konuşalım, dedim.
Sabah vaktinde başladık ve bir medreseye gittik. Orada 14 talebe vardı.
Onları bir araya topladık. Tabi Allah’a dayanıp güvendik, bunu unutmayalım.
Onlara, dinimizin hakarete uğradığını ve toplumda açık bir şekilde yaşanamaz hale gelindiğini izah ettim.
İnsanlar dinlerini yaşamaktan korkuyordu. Anarşi ise tamamen egemen olmuş haldeydi.
Ahlaki fesat, fücur, yağma, tecavüz, cinayetler… İnsanlar sokak ortasında öldürülüyordu.
Cesetler yol kenarlarında uzanıyordu, kimse cesetleri gömmeye dahi cesaret edemiyordu.
Onlara, bu şartlarda ilim tahsiline öylece devam edemeyeceğimizi, ayrıca yalnızca boş sözlerle bu sorunların da çözülemeyeceğini söyledim.
Bu sebeple ilim tahsiline ara vermeye ve Allah yolunda hizmet etmeye karar vermeliydik.
Elbette bir para kaynağımız olacağının garantisi de yoktu, insanları bize yiyecek vermeleri için zorlayamazdık.
Sadece bize gönüllü olarak yardım ederlerse kabul edebilirdik.
İlim tahsili olduğu gibi sürmeyecekti ve bu vazife birkaç günlük, bir haftalık, bir aylık yahut bir yıllık bir vazife değildi.
Buna hazır mısınız diye sordum.
Aynı zamanda onlara cesaret vermek için şundan da bahsettim.
Şu fasıklara, facirlere bakın dedim.
Allah’ın hükümlerine ve isteklerine düşman olarak ne kadar da kibirli bir şekilde savaşıyorlar.
Bizler ise Allah’ın safında olduğumuzu iddia ediyoruz, fakat neden Allah’ın dinini açık bir şekilde yaşayamıyoruz?
Bu 14 kişiye, bunun kolay bir görev olmadığını izah ettim. Savaşmalı ve elde ettiğimiz bölgelerde de tutunmalıydık.
Eğitim devam etmeyecekti, doğru düzgün silahımız yoktu ve paramız da yoktu.
Buna hazır mısınız, değil misiniz?
İnanın, bu 14 kişinin içinden tek bir kişi dahi bunu yapmayı kabul etmedi.
Bunu sadece boş vakitlerinde belki yapabileceklerini söylediler.
Onlara sordum: ‘Peki ya boş vaktinizden sonrası?’
Söylediklerimin doğru olduğuna Allah şahittir. Bunların doğruluğuna mahşer gününde de şahitlik etmeye hazırım.
Şayet umudumu yitirmiş ve bir mazeret aramış olsaydım, buradan doğruca kendi evime, medreseme geri dönerdim.
Fakat Allah’a dayanıp güvendim, ona verdiğim sözde durdum ve Allah da bunu gerçekleştirdi.
Vazgeçmedim, bir başka medreseye gittim. Burada takriben 7 kişi vardı.
Onlara da durumu aynı şekilde açıkladım. Hepsi benimle hemfikirdi.
Bu iki yerdeki insanlar da tam olarak aynı koşulları yaşamaktalardı.
Buna rağmen bir grup kabul ederken diğeri etmemişti. Bu bana ve isteğime dair bir imtihan gibiydi.
Bu başlangıç niteliğindeydi. Öğle vaktine kadar birçok yeri ziyaret ettik. Bu göreve hazır olan 53 kişi bulabilmiştik.
Hepsi Allah’a dayanıp güveniyordu.
Onlara, şimdi kendi köyüme gittiğimi, kendilerinin de yarın gelebileceğini söyledim. Ancak hepsi şafaktan önce gelmişlerdi.
(Salondakiler) Tekbir! Allahu ekber! İslam! Çok yaşa! Afganistan talebeleri! Çok yaşa!
İşte Taliban hareketi böyle başladı.
Sabahın erken saatlerinde imam sabah namazı için camiye giderken, talebeler şafaktan önce köye gelmişlerdi.
Bir kişi, imama geçen gece güze bir rüya gördüğünü söylemişti. Bazı meleklerin bu köye indiğini görmüştü. (Hıçkırır)
Yumuşak elleri vardı. Talebelere, ellerinize bakabilir miyim, dedim.
(Salondakiler)Tekbir! Allahu ekber!
İşte Taliban hareketi böyle başladı.
Saat 10 gibi Hacı Beşar isimli bir kişiden iki araç ödünç aldık.
Bu araçlarla (Kandahar ilinin Meyvend ilçesindeki) Keşti Nahud’a gittik.
Burada daha fazla kişi bizlere katıldı ve sayımız arttı.
Yerel halktan biraz silah ödünç almayı denedik. Ve süreç böyle devam etti.
Bunların hepsi, Allah’a dayanıp güvenmenin bir neticesi. Zira Allah’a güvenmek asla başarısızlığa sebep olmaz.
Bu sebeple alimlerimizden de Allah’a dayanıp güvenmelerini istiyoruz.
İddiamızda ve davamızda, bu ülkeye Allah’ın şeriatını tatbik etmekte başarısız olmaktan Allah bizi korusun.
Ancak hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki alimlerimizin desteği olmadan, şeriat hukukunu tatbik edebilmek imkansızdır.
Şeriatın kurallarını, düzenlemelerini ve ahvalini, ayrıca nasıl düzgün bir şekilde uygulanabileceğini yalnızca alimler bilir.
Bu sebeple alimlerden, geri durmamalarını ve bu vazifede bizlerle beraber hareket etmelerini istiyorum.
Bu görevde birçok imtihanla ve zorlukla karşı karşıya kalabiliriz.
Talebeler İslam’ın temel ilimlerini unutabilir, hatta günlük namazlarını düzgün bir şekilde kılmayı dahi unutabilirler.
Yeni bir neslin eğitilmesi gerekiyor.
Bu harekette gerçekten tamamıyla samimi ve adanmış olmanız gerekiyor.
Ben ve biz, alimlerin mazeretlerini, ancak Allah’ın kabul ettiği mazeretleri varsa kabul edebiliriz. En iyisini Allah bilir.
Yalnızca sözler söyleyerek bir kişi mazur olamaz, çünkü kendisi de Allah da hakikati bilmektedir.
Sadece, Allah’ın kabul ettiği mazeretleri kabul edebilirim.
Hiçbir zaman da tüm Afganistan’da hiçbir alimden bunun dışında bir mazeret kabul etmeyeceğim.
Herkes, kabiliyetine göre hizmet vermek zorundadır ve bu herkesin üzerine bir yükümlülüktür.
Ki insanlar onlardan istifade edebilsinler.
Bazı insanlar şöyle düşünebilir: ‘Bu hizmette onlar için maddi veya şahsi bir çıkar yok ve bundan hiçbir şey elde edemiyorlar.’
Ancak bundan bahsetmem gerekiyor çünkü bu, kulağa iyi gelmese bile, alimler için önemli bir şeydir.,
Bu dini bir yükümlülük olduğu için, ben kendi sorumluluğumu yerine getirmek zorundayım.
Ben Allah’tan korkarım. Ve bu yüzden de alimler için açıklığa kavuşturmak istiyorum ki, bizim yapmakta olduğumuz şey onların da vazifesidir.
Bizim vazifemiz güç kullanmak, silahları elimize almak, hizmet ve emniyet sağlamaktır.
Davamız, şeriatı tatbik etmektir. Bu, alimlerin yardımı ve iş birliği olmadan mümkün değildir.
Öyleyse Allah rızası için, bunu insanların sizin üzerinizdeki bir hakkı olarak telakki edin.
Bizler elimizden gelenin en iyisini yapalım, Allah bize yardım edecektir.
Bu sebeple buradaki alimlerden, Allah’ın dinine samimiyet ve adanmışlık göstermelerini istiyorum.
Şeriat uygulandığı zaman liderler de hayırlı olacaktır ve fesat olmayacaktır.
Eğer herhangi bir alim benim mesuliyetimde bir hata ettiğimi görürse, veya benim bu mesuliyet için uygun olmadığım sonucuna varırsa, ben derhal görevimi bırakırım.
Bu talebelerin hepsi, Hak ehli olma davasındadır.
Artık, haydutların, fasık ve facir çetelerin dönemi değildir ki onlar alimleri dinlememişlerdir, onlara saygı da duymamışlardır.
Artık devir talebelerin devridir. Onlar alimleri dinleme konusunda adanmıştır.
Alimlerin söylediklerine saygı duyarlar ve itaat ederler. Yahut terk edilmesi söylenen şeyleri terk ederler.
Alimlerin sözü dinlenecek, onlara saygı duyulacaktır. Bu sebeple onlar da öne çıkmalı ve dik durmalıdır.
Mahşer gününde bu görev nedeniyle sorumlu tutulursam, bu görevde başarısız olursak, ben de alimlerin sorumlu olduğunu söyleyeceğim. Onlar başarısızlığın yegane sorumluları olacaklardır.
Mahşer gününde alimler, bu vazifenin başarısızlığından sorumlu tutulacaklardır.
Çünkü sadece alimler şeriatın hudutlarını ve düzenlemelerini bilmektedir. Talebeler bu konuda ayrıntılı bilgi sahibi değildir.
Alimlerin daha faal olmaları ve daha sağlam durmaları gerekir.
Yeni fikirlerle öne çıkmaları, geçmişte kalan yöntem ve fikirleri unutmaları gerekir.
Allah’ı, mahşer gününü ve sorumluluklarını hatırlamaları gerekir.
Şayet bizler davamızda başarısız olursak, bir kere daha söylemek istiyorum.
Eğer bizler fesatta bulunur ve kötü insanlar olursak, alimlerin bizi durdurma veya görevden alma sorumluluğu vardır.
Ancak alimler her zaman kendi konumlarında kalacaklardır.
Diyeceklerimin hepsi bu kadar.
Burada bulunan alimlere mesajım ve onlardan istirhamım şudur: Mesajımı, buradan olmayan bütün alimlere iletin. ‘Bize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.’ (Yasin Suresi, 17)
***
Sevgili ve saygıdeğer dinleyiciler, bu, muhterem Müminlerin Emiri Molla Muhammed Ömer Mücahid’in, önde gelen kimselere ve alimlere yaptığı konuşmaydı.”