Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2021 Eylül / 106. Sayfa
“Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir kavim size el uzatmaya yeltenmişti de Allah onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun. Müminler yalnız Allah’a dayansınlar.”
(Maide, 11)
İslam ile küfrün savaşı henüz insanlar dünyaya gelmeden önce başlamıştır. Allahu Teâlâ’nın yeryüzüne halife olarak seçtiği Âdem aleyhisselam’a secde edilmesi emrini vermesiyle bu düşmanlık zuhur etmiş ve İblis, içinde sakladığı tekebbürü ayan etmişti.
Gerek Kur’an-ı Kerim gerekse tarih kaynaklarının teferruatla anlattığı üzere Âdem aleyhisselam bu düşmanlığın boyutlarını Allahu Teâlâ’nın ona ve onun nefsinden yarattığı eşine anlatmasına rağmen tam olarak fark edememişti. Zira Allah Teâlâ onu ve neslini dünya hayatında denemeyi takdir etmiş ve bu deneme mutlak suretle gerçekleşmişti. Tabi ki bizim bu kıssadan alacağımız semere şudur: Bir Müslüman olarak insanların hayrını ne kadar arzu etsek de kalbinde İslam’a düşmanlık besleyen ve fırsatını bulduğunda bunu tatbik edecek şeytanlaşmış ruhlar vardır. Müslümanın bu sinsi düşmanlara dikkat etmesi gerekir.
Maide suresinin kısa fakat zafer müjdesi vermesi bakımından muazzam bir ufuk açan bu ayet-i kerimesi üzerinde çok derin tefekkür etmek gerekir. Öncelikle Allah mümin kullarına verdiği nimeti hatırlatıyor. Bu nimet Allah’ın müminleri koruması, onları gözetlemesi nimetidir. Bu korumayı özellikle Mekke’de davet sürecinde, hicret yolunda ve daha sonra yapılmış savaşlarda müşahede etmekteyiz. Özellikle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hicret yolculuğu bu korumanın en müşahhas örnekleriyle doludur. Bu korumanın bir neticesi olarak şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz: Allahu Teâlâ bir şeyi murad ettiğinde ne kadar engel çıkarsa çıksın Allah’ın muradı gerçekleşir ve o engeller birer birer kalkar.
Allahu Teâlâ Yusuf aleyhisselam’ın Mısır’a sultan olacağını dilerse, kıskanç kardeşleri bunu istemese de o Mısır’a sultan olur. Allahu Teâlâ Musa aleyhisselam’ın o zaman Müslüman olan Beni İsrail’i kurtaracağını dilemişse tüm Yahudi çocuklarını öldürten Firavun’un sarayında onu yetiştirerek bunu gerçekleştirir. Allahu Teâlâ “Bu din nasıl yeryüzüne hâkim olacak, Müslümanlar bu kadar zayıfken bu nasıl gerçekleşecek?” diyen Ashab-ı Kehf’i üç yüz küsür yıl uyutarak kudretini onlara göstermeyi dilemişse artık bunu engelleyecek hiçbir irade onun önünde duramaz. Velev ki bu irade Roma imparatorluğu olsun.
Ancak bu noktada Allah’ın şu buyruğunu dikkatle tetkik etmek gerekiyor: “Allah’tan korkun.” Bu emir aslında Allah’ın yardımı ve Müslümanları muhafazası için çok önemli bir prensiptir. Allah’tan korkmak genel olarak O’nun yasaklarından sakınmak, koyduğu sınırları aşmamak anlamına gelir. Biz Allah’tan korkmanın en güzel örneğini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında görürüz. Yüce Allah bize Rasûlünü “İçinizden Allah’ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki Rasûlullah’da güzel bir örneklik vardır.” (Ahzab, 21) kelamıyla tanıtmaktadır.
Allah azze ve celle’nin koruması ve gözetimi altına girmek kuşkusuz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in adımlarını takip etmek, O’nun bastığı yere sımsıkı tutunmak ve bunda ısrar etmekle gerçekleşir. O nasıl ki çölde yaşayan, kimsenin itibar etmediği bir topluluktan güçlü bir devlet kurduysa, O’nun adımına tabi olanlarda yeryüzünün doğusuna ve batısına varis olacaklardır: “Hor görülüp ezilmekte olan kavmi de içini bereketlerle doldurduğumuz ülkenin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık…” (Araf, 137)
Allah’tan korkmanın göstergelerinden en önemlisi Müslümanın Allah’ın vadettiği zafere yakinen inanmasıdır. İşlerinde gereken tedbiri aldıktan sonra işi, asıl sahibi olan Allah’a havale etmesidir. Müslüman Allah’tan korkmanın gereklerini yapmakta gayret ettikten sonra zahiren tutunması gereken sebepleri yapmış ve kalbi Allah’ın zikriyle mutmain olmuştur artık. Çünkü Allah’a güvenmek Müslümanın itikadının metanetine, Allah’a karşı zayıflığını itirafa delalet eder. Allah’a karşı zayıf olduğunu itiraf eden bir topluluğun mağlup olması mümkün değildir.
Müfessirlerin Ayetle İlgili Görüşleri
Fahreddin er-Razi rahimehullah şöyle der: “Bu ayetin nüzul sebebi ile ilgili iki görüş vardır:
Birincisi; İslam davetinin başlangıcında müşrikler galip müminler ise baskı altında ve mağlup durumdaydılar. Müşrikler sürekli olarak Müslümanlara bela, ölüm ve yağma yapılmasını bekliyorlardı. Allahu Teâlâ İslam güçlenip Müslümanların gücü artıncaya kadar müşrikleri bundan alıkoydu. Allahu Teâlâ mealen ‘Müşriklerin öldürme, yağmalama ve yurtlarınızdan sizi çıkarmak için ellerini size uzattıkları zaman Allah’ın üzerinizde olan nimetini hatırlayın’ buyurdu. Ey Müslümanlar! Allah kafirlerin ellerini sizin üzerinizden lütfu ve rahmetiyle çekti. Bu büyük nimetten dolayı O’na isyandan ve emirlerine muhalefetten sakınmalısınız.
Sonra Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Allah’tan korkun. Müminler yalnız Allah’a dayansınlar.’ Yani Allah’a itaatte daim olun ve Allah’a itaat hususunda kimseden korkmayın.
İkincisi; bu ayet özel bir meseleden dolayı inmiştir. Bu konuda değişik görüşler vardır. Birincisi, İbni Abbas, El-Kelbi ve Mukatil şöyle dediler: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Beni Amir kabilesine bir seriyye göndermişti. Bunlardan üçü hariç hepsi Biri Maune’de katledildi. Kurtulanlardan biri Amr b. Ümeyye ed-Damri idi.
O ve yanındaki bir kişi kendi topluluklarının başına gelen olayı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e haber vermek için geri döndüler. Yolda Beni Süleym’den Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den eman (can güvenliği belgesi) almış iki adamla karşılaştılar. Onlar bu durumu bilmedikleri için o adamları öldürdüler.
Öldürülen adamların kavmi, diyet talebi için geldiler. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem yanına Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi alarak Beni Nadir kabilesine gitti. Beni Nadir savaşmamak ve diyet konusunda yardımlaşmak hususunda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile anlaşma yapmışlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onlara: ‘Ashabımdan iki kişi kendilerine eman verdiğim iki adamı öldürmüş, bundan dolayı onlara diyet vermem gerekiyor. Sizden bu konuda bana yardımcı olmanızı bekliyorum’’ dedi. Onlar da: ‘Otur, önce sana yemek yedirelim ve istediğini verelim’ dediler. Ardından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve ashabına suikast tertiplediler. Cibril bunu haber verince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı derhal kalkıp oradan çıktılar. Yahudiler ‘Kazanlarımız kaynıyor, nereye gidiyorsunuz?’ deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onların niyet ettikleri şey hakkında kendilerine vahiy geldiğini onlara söyledi.
Ata rahimehullah onların peygambere değirmen taşı veya büyük bir taş atmak konusunda anlaştıklarını söylemiştir. Başka bir görüşe göre onların taşı attığı ancak Cibril’in o taşı tuttuğu söylenmiştir.
İkincisi: Bazı âlimler şöyle dediler: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir yerde konakladı ve herkes bir yere dağıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcını bir ağaca astı. Bedevi biri gelip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kılıcını aldı ve O’na yönelerek: ‘Seni benden kim kurtaracak?’ dedi. O da üç kere ‘Allah kurtaracak!’’ dedi. Cibril o adamın elinden kılıcı düşürdü ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı alarak o adama: ‘Peki seni benden kim kurtaracak?’ dedi. Adam ‘Hiç kimse kurtaramaz!’ diye cevap verdi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına seslendi, olayı onlara anlattı ve adama ceza vermedi.
Bu iki görüşe göre ‘Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın’ kelamından maksat Allah’ın peygamberden şerri ve kötülüğü defetmesiyle müminlere verdiği nimetini hatırlatmasıdır. Eğer peygambere şer ve kötülük isabet etseydi bu müminler için en büyük imtihanlardan biri olurdu.
Üçüncüsü: Rivayete göre Müslümanlar Usfan’da öğle namazına cemaat ile durdular. Namazını bitirince müşrikler: ‘Keşke onlara namaz ortasında saldırsaydık’’ diyerek pişman oldular. Müşriklere ikindi namazını kastederek şöyle denildi: ‘Müslümanlara bu namazlarından sonra evlatlarından ve babalarından daha sevimli olan bir namaz var.’ Müşrikler de Müslümanlar ikindi namazına duracakları zaman onlara saldırmaya niyet ettiler. Bunun üzerine Cibril aleyhisselam ‘korku namazını’ indirdi. [1]
Şehit Seyyid Kutub rahimehullah şöyle der: “Bu ayette söz konusu edilen kimselerin kimler olduğuna ilişkin çeşitli görüşler vardır. Ancak bunlar içinde en tercihe şayan olanı, bunların Hudeybiye’de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Müslümanlara saldırma niyetinde olan bir gurup olduğu görüşüdür. Bunlar, sabahın ilk saatlerinde ansızın Müslümanlara saldırmayı düşünüyorlardı. Oysa aksine Allah onları Müslümanlara esir düşürmüştü.
Olay ne olursa olsun burada dikkat çekilen husus, İslam’ın eşsiz eğitim sistemi içinde yer alan, Müslümanların gönlünde bu insanlara karşı kin ve düşmanlık ateşinin söndürülmesi ilkesidir. Böylece onlar, Yüce Allah tarafından korudukları ve gözetildikleri bilinciyle huzur ve sükûna kavuşurlar. İşte, nefsi kontrol altına almak, hoşgörülü olmak ve adaletten ayrılmamak ancak bu huzur ve sükûn ortamında kolay ve mümkün olabilir. Yüce Allah kendilerini koruyup gözettiği ve kendilerine uzanan düşman elini üzerlerinden çektiği halde, Müslümanlar onunla yaptıkları sözleşmeye uymamaktan utanırlar.”[2]
[1]. . Mefatih Gayb, aynı ayetin tefsirinden
[2]. . Fi Zilali’l- Kur’an, aynı ayetin tefsirinden, Hikmet Yayınları