Sünnete Bağlılık Ve Bidatlerden Sakınmak

Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2021 Ağustos / 105. Sayı

Ebu Necih İrbad bin Sariye radıyallahu anh dedi ki:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan bir vaaz vererek nasihat etti. Biz de şöyle dedik: “Ya Rasûlallah! Bu yaptığın konuşma, (vefatı yaklaşıp da) vedalaşan bir kimsenin nasihatine benziyor. O halde bize tavsiyelerde bulun.” Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– Size Allah’tan korkmanızı, idareciniz bir köle bile olsa, ona itaat etmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü içinizde yaşayanlardan bazıları, birçok ihtilâflar görecekler. O durumda siz, benim sünnetime ve raşid (doğru yolda olan) hidayete erişmiş halifelerin sünnetine sarılın. Onlara (dişlerinizle ısırır gibi) sımsıkı sarılın. Dinî konularda sonradan ortaya çıkarılan bidatlerden da sakının. Çünkü her bidat sapıklıktır.[1]

Açıklama

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yapmış olduğu bu özlü tavsiyelerde kısaca dört hususa yer verilmiştir. 

1) Allah’tan korkmak

2) Yöneticilere itaat etmek

3) Sünneti seniyyeye ve raşid halifelerin yoluna uymak

4) Bidatlerden sakınmak

Bu hususlara dair kısa açıklamalara geçmeden önce hadis-i şerifi bize ulaştıran sahabi İrbad bin Sariye ile alakalı bazı malumatları aktaralım;

İrbad, ilim uğruna hayatlarını vakfeden ashabı Suffa’dan fakir bir kişiydi. Tebuk Savaşı için ordu teçhizat toplamaya başlayınca cihada katılma gayesiyle her yolu deneyen İrbad, maddi imkansızlıktan dolayı binek bulamamıştı. Hz. Peygamber’e giderek durumunu izah etti ve bir binek vermesini talep etti. Ancak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona verecek bir binek bulamamıştı. Cihada katılamayacağını öğrenen İrbad üzüntüden dolayı göz yaşlarına hâkim olamamıştı. O ve onunla aynı durumda olan diğer sahabiler hakkında şu ayet-i kerime nazil oldu;  

“Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde ‘Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum’ deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de (sorumluluk yoktur)” (Tevbe, 92)

Allah yolunda mücadeleden geri kaldıkları için ağlayan ve üzülen o yiğit sahabilere selamlar olsun…

Hadisten Çıkarılacak Dersler

A) “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan bir vaaz vererek nasihat etti.”

Bu ifadeden vaaz ve nasihatin ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Âlimlerimiz vaaz, nasihat ve öğütlerin faydalı olabilmesi için bazı noktalara dikkat edilmesini gerekli görmüşlerdir. Bu noktalar şunlardır;

I) Vaaz ve nasihat edecek kişi anlatacağı konuyu iyi kavramış olmalıdır.

II) Yapacağı bu nasihat karşılığında dünyalık bir menfaat gözetmemeli yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’ın rızasını hedeflemelidir.

III) Konular anlatılırken ayetler ve sahih hadisler esas alınmalıdır. Uyduruk ya da kaynağı belli olmayan bilgilerle nasihat edilmemelidir.

IV) Nasihat ve öğüt esnasında Kur’ani metod takip edilmelidir. Bu metoda göre hayırlı ve yararlı işler yapanlar müjdelenmeli, haram ve münker işlerin peşlerinden koşanlar ise nasslarda geçen tehditler ile sakındırılmalıdır.

V) Muhatapların durumu göz önünde bulundurulmalı. Bilgi, kültür ve eğitim seviyelerine göre konuşulmalı zira hikmet, her insana anlayacağı şekilde konuşmayı gerekli kılar.

VI) Anlaşılır bir dil ve yumuşak bir üslup kullanılmalıdır. Anlatan kişi bağırıp çağırmasın, öfke dolu bir şekilde karşı tarafı usandırmasın… “Eğer sen çirkin huylu, (kaba) katı yürekli olsaydın, elbette etrafından dağılırlardı.” (Âl-i İmran, 159)

VII) Nasihatin gerçek anlamda faydalı olması isteniyorsa nasihatçinin sözleri ve yaptıkları çelişmemelidir. 

VIII) Vaaz, nasihat ve öğütler bıktırıcı, zorlaştırıcı ve nefret ettirici olmamalıdır.

IX) Nasihat esnasında kişiler değil, yanlış inanç, söylem, eylem ve davranışlar hedef alınmalıdır.

X) Herhangi bir ayetten bahsedilirken o ayetin öncesi sonrası ve hangi konu ile alakalı olduğu mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin Bakara suresi 2. ayet-i kerimede zikredilen “O (kitap) takvalılar için bir yol göstericidir”ifadesindeki takvalıların kim olduğu 3,4 ve 5. ayet-i kerimelerinde detaylı olarak zikredilmiştir. Sonrasına bakmadan yapılacak açıklamalar eksik kalacaktır.

XI) Konu bütünlüğüne dikkat etmek gerekir. Farklı farklı konulara atlamaktansa bir konu detaylı olarak aktarılmalıdır.[2]     

B) “Ya Rasûlallah! Bu yaptığın konuşma, (vefatı yaklaşıp da) vedalaşan bir kimsenin nasihatine benziyor.”

“Veda eden kişinin nasihati…”

İbn Receb der ki: Bu ifade, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu nasihatinde daha önce yaptıklarından daha etkili konuştuğunu ve anlattığı konu üzerinde ısrarla durduğunu göstermektedir. Bundan dolayı Ashab-ı Kiram, bunu veda eden birisinin nasihatine benzetmişlerdi. Çünkü veda edecek olan kişi, başkasının yapacağından daha ileri derecede söz ve davranışlarını ileriye götürür. Bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kişinin âdeta veda eden birisinin namaz kılışı gibi namaz kılmasını emretmektedir.[3] Çünkü kıldığı namazın veda edici birisinin namazı olduğu şuuruna varan bir kimse, onu en mükemmel şekliyle kılar. Belki de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem irâd etmiş olduğu bu hutbede veda etmek durumunda olduğunu üstü kapalı sözlerle de ifade etmiş olabilir. Nitekim Veda haccı hutbesinde de bunu bu şekilde ifade etmiş ve şöyle buyurmuştu: “Bilemiyorum belki de bu yıldan sonra (böyle bir yerde) sizinle bir daha karşılaşamam.”[4]

C) “Size Allah azze ve celle’den korkmanızı, idareciniz bir köle bile olsa ona itaat etmenizi tavsiye ediyorum.”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vaazına ilk olarak Allah korkusunu emrederek başlamış ve bu şekilde takvanın ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir. Allah’tan yani O’nun azabından korkmak, çekinmek gerekir. Bu duygu (yani takva) kişinin kendisine çeki düzen vermesini sağlar. Attığı adımları düşünerek atar. Hatalarını en aza indirmek için gayret eder. Takvası eksik olan kişi, önünde bir engel görmediği için her türlü münkerin peşinden koşar. Hayatını kafasına göre yaşar. Fakat dünyada huzur, ahirette ise bir rahat nefese muhtaç olur.

Takva ilk olarak Allah’tan istenmeli ardından kişi, bu isteğinde samimi olduğuna dair bir gayret göstermelidir. “Allah’ım senden hidayet, takva ve iffet istiyorum”[5] duası sık sık tekrarlanmalıdır. 

Zeyd b. Eslem ise der ki: “Şöyle denilmiştir “Kim Allahtan korkarsa, insanlar o kimseyi çirkin görseler dahi Allah onu insanlara sevdirir.”  

Sevrî ise İbni Ebi Zi’b’e şöyle demiştir: “Allah’tan korkacak olursan, insanlara karşı bu sana yetecektir. Şayet insanlardan korkacak olursan, onlar Allah’a karşı senin için bir yardımda bulunamazlar.”

“İdareciniz bir köle bile olsa ona itaat etmenizi tavsiye ediyorum.”

İslam ahkâmı ile yöneten Müslüman idareciye itaat etmek farzdır. Allah’a isyanı emretmediği, açık olarak küfrü ortaya çıkmadığı müddetçe, zulüm etse de başkasının hakkını yese de Müslüman yöneticiye itaat Müslümanlara farzdır.

İtaatın farz oluşuna delil bu hususta varid olmuş ayetler ve hadis-i şeriflerdir. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” (Nisa, 59)

Buhârî’de zikredilen bir hadis-i şerifte Ebu Hureyre şöyle der “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim emire itaat eden bana da itaat etmiş olur, tayin ettiğim emire isyan eden bana da isyan etmiş olur.”[6]

Konuyla Alakalı Birkaç Noktaya Dikkat Etmek Gerekir

1. İslam devlet başkanı, Müslümanlarla, İslamî emir ve yasaklara riayet konusunda biat alır ve sözleşme yapar.

2. Masiyet, yani günah ve haram olan konularda idareciye itaat edilmez.

3. Küfrü ve dini bozucu nitelikteki bid’atı açık olan idareciyi “hal” etmek, görevden uzaklaştırmak, Müslümanlar için vaciptir.

4. İdareci İslam ahkâmını uyguluyor fakat zulmediyor ve hatalı davranışlarda bulunuyorsa ilk olarak nasihat etmek ve ıslah için hikmetli davranışlarda bulunmak gerekir.

5. Emir olarak atanan yöneticiye bir köle de olsa itaat edilmesi anarşinin önlenmesi maksadına dayanır. Allah’ın ve Rasûlü’nün yolundan gittiği, onların ahkâmını tatbik ettiği müddetçe kendisine itaat vaciptir. Köle olması ya da derisinin renginin siyah olması itaat etmemek için yeterli sebep değildir. Hz. Ebubekir halife olduktan sonra ilk yaptığı konuşmada bu hakikati ifade etmektedir “Şayet ben Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmezsem sizin bana itaat etmeniz gerekmez” demiştir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mute Savaşı için tertip ettiği orduya Zeyd Bin Harise’yi komutan yaptığını biliyoruz. Zeyd ise azatlı bir köledir, ayrıca efendimiz vefatına bir hafta kala yola çıkaracağı bir orduya Zeyd’in oğlu Usame’yi komutan yapmıştır. Usame ise babası da anası da azatlı birer köle olan siyahi bir delikanlıdır.[7]

D) “İçinizde yaşayanlardan bazıları, birçok ihtilâflar görecekler. O durumda siz, benim sünnetime ve raşid (doğru yolda olan) ve hidayete erişmiş halifelerin sünnetine sarılın. Onlara (dişlerinizle ısırır gibi) sımsıkı sarılın.”   

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu buyruğunda gelecekte ihtilafların çıkacağına dair bir haber vermektedir. Aynı zamanda bu ihtilafların bazı sahabiler tarafından görüleceğini bildirmiştir. Tarih kitaplarını okuyanlar Allah Rasûlü ve hulefa-i raşidin döneminden sonra çıkan ihtilafları elbette ki görmüşlerdir. 

İhtilaf durumundan çıkış yolu sünneti tatbik etmektir. Bir hayat tarzı olan sünneti, dar kalıplar içinde değerlendirmemek, basit hareketlerden ibaret görmemek gerekir. Bizim sünneti, Kur’an-ı Kerim’in esaslarını açıklayan yegâne tefsir ve ihtilafı önleyen tek vasıta olarak kabul etmemiz gereklidir. Çünkü sünnet, Peygamberimizin İslam’ı bütünüyle uygulama tarzıdır ve Kur’an-ı Kerim’in canlı halidir, onun hatasız uygulamasıdır. Sünnet olmadan Kur’an-ı Kerim’i anlamamız mümkün değil. Dinimizin yegâne kaynağı vahiydir, Kur’an-ı Kerim’dir, ama onu doğru anlamak için öncelikle sünneti doğru anlamak gerekir.[8]

Raşid (doğru yolda olan) ve hidayete erişmiş halifelerin sünnetine sarılın.”

Bu ve benzeri ifadelerle bizler için sahabenin yolunu takip etmek tavsiye edilmiştir. Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma şu sözlerinde bu hakikati bizim için şerh etmektedir; “Her kim birilerine uymak istiyorsa vefat etmiş kimselere uymaya baksın. Sözünü ettiğim bu kimseler Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır. Onlar bu ümmetin en hayırlıları idi. Kalpleri en iyi, ilimleri en derin, buna karşılık kendilerini gereksiz külfete sokmaktan en uzak kimselerdi. Allah’ın, peygamberi Muhammed’in sohbetine seçtiği bir topluluktu. Kâbe’nin Rabbi olan Allah hakkı için onlar dosdoğru bir hidayet üzere yürüyorlardı.”

İşte bundan dolayı Rasûlümüz de bu mübarek hadisinde bize kendisinin sünnetine ve hakkı kendisinden bilip öğrenmiş ve kendisine tabi olmuş bulunan halifeleri Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali radıyallahu anhum’un sünnetine sımsıkı sarılmamızı tavsiye (emir) etmiştir. Onların izledikleri yolu azı dişlerimizle kavramamızı istemiştir…

E) “Dinî konularda sonradan ortaya çıkarılan bidatlerden da sakının. Çünkü her bidat sapıklıktır.”

Bidat; Hz. Peygamber ve Ashab-ı Kiram dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslam’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışlardır. Bu gibi söz ya da fiillerin peşine düşmek dolaylı olarak dinde bir eksikliğin var olduğunu söylemek demektir. Halbuki Allahu Teâlâ “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim” (Maide, 3) buyurmuştur. 

Bazı âlimler bidati iki kısma ayırmıştır. Bunlar; dalalete (sapkınlığa) sebep olan (bidat-ı seyyie) ve dalalete sebep olmayan (bidat-ı hasene)dir. Ancak izah etmeye çalıştığımız hadis-i şerifte kastedilen bidat kişinin sevap umarak ibadet kastıyla yaptığı ya da söylediği aslı olmayan amel ve inançlardır. Dinde bir eksik yoktur, emredilen amel ve inanç esasları kişiyi dünyada ve ahirette huzura ulaştırmaya yeterlidir. Allahu Teâlâ bu vaaz-u nasihatle amel edebilmeyi hepimize nasip eylesin.


[1]. Nevevi der ki: Bu hadisi Ebu Dâvud ve Tirmizi rivayet etmiş olup Tirmizi: “Bu, hasen sahih bir hadistir” demiştir. Hadis sahihdir. el-Elbani, Sahihu’i-Câmi’, 4546. (Tirmizi, İlim 16; Ebu Dâvud, Sünne 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimi, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126-127.)

[2]. Konuyla alakalı geniş bilgi için D.İ.B Yayınları, Kürsüden Öğütler, s. 31-37

[3]. İbni Mâce, Zühd, 15; Müsned, V, 412.

[4].  Câmiu’l-Ulumi ve’l-Hikem, 246.

[5].  Müslim, Zikr, 72

[6].  Buhari, 6604; Müslim, 3418; İbni Mace, 4122; Ahmed b. Hanbel, 7335, 10226

[7].  Nübuvvet Pınarından Kırk Hadis, A. Lütfi Kazancı

[8].  Konuyla alakalı bir makale olarak; Yaşar Değirmenci,“Sünneti çağa taşımak mecburiyetindeyiz!”