Kapak Dosya – Ebubekir Eren / 2013 Mart / 4. Sayı
Kur’an, sünnet, sahabenin davranışları ve aklıselim, sünnetin, İslamın ikinci kaynağı olduğunu ifade etmektedir.
1) Kuran’ı Kerim de Sünnetin Şer’i Delil Olduğuna Dair Beyanlar
Kur’an da bir çok ayet, Rasulullah (s.a.v)’ın kendisine itaat edilmesini emretmekte, ona karşı gelmeyi yasaklamaktadır. Bir kısım ayetler, Allah’a ve Rasûlullah (s.a.v)‘e itaati birlikte ifade buyururken, diğer bir kısım ayetler Rasulullah (s.a.v)‘e itaat etmeyi yalnız olarak ifade etmişler, böylece Rasulullah (s.a.v)‘e olan itaatin ayrı bir özelliği olduğunu beyan etmişlerdir. Diğer bir kısım ayetlerde Rasulullah (s.a.v)‘ın sözlerinin vahiy olduğuna işaret etmişlerdir. Konu ile ilgili ayetleri şöyle sıralamak mümkündür;
A: Allah’a ve Peygamberine itaati birlikte emreden ayetler;
“Ey iman edenler! Allah’a (c.c) itaat edin, Peygambere de itaat edin. Ve sizden olan emir sahiplerine de… Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a (c.c) ve Peygamberine götürün. Eğer Allah’a (c.c) ve ahiret gününe iman ediyorsanız (böyle yapın). Bu daha hayırlı, netice olarak da daha güzeldir.(1)
Görüldüğü gibi ayetin başında “Allah’a (c.c) itaat edin, Peygambere de itaat edin” buyrularak itaat edin emri iki defa zikredilmiştir. Aslında Allah’a (c.c) itaat, peygambere itaat demektir. Buna rağmen itaat emrinin iki kez zikredilmesi “Kur’an da zikredilmeyip sadece sünnette zikredilen hükümlere uymak gerekmez” şeklindeki vehim ve kuruntuları bertaraf etmek ve Rasûlullah (s.a.v)’in hiçbir kimse için sabit olmayan müstakil ve özel bir itaat edilme hakkına sahip olduğunu beyan etmek içindir. Bu nedenledir ki Müslümanlardan olan idarecilere itaat emri tekrarlanmamıştır. Çünkü onların Allah’a (c.c) ve peygambere itaat dışında ayrı bir itaat edilme hakları yoktur. Kur’an gibi veciz bir kitapta emrin tekrarı gözden kaçırılmamalıdır.
Yine ayeti kerimenin devamında “Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a (c.c) ve Peygamberine götürün” buyurulmaktadır.
Elbette ki anlaşmazlık konusunda meseleyi Allah’a (c.c) götürmekten maksat Allah-u Teâlâ’nın kitabı olan Kur’an’a başvurmaktır. Akıl sahibi hiçbir kimse “Bundan maksat, meseleyi bizzat Allah (c.c)’ın kendisine götürmektir” diye bir iddiada bulunamaz. Meselenin hükmünü Rasûlullah (s.a.v)’e götürmekten maksat ise Rasûlullah (s.a.v) hayatta iken bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. Rasûlullah (s.a.v)’in vefatından sonra “sünnetin hakemliğini kabullenmemek” ayetin geniş kapsamlı manasını delilsiz olarak daraltmaktır. İlmi olmayan ve İslam’ın ruhuna ters düşen bir davranıştır. Çünkü bu iddiaya göre Kur’an’ın bu emri; sadece Rasûlullah (s.a.v)’in yirmi üç yıllık Peygamberliği dönemi için geçerli olur ki bu da “Kur’an’ın hükümlerinde esas olan kıyamete kadar baki olmasıdır” esasına ters düşmekte ve Rasûlullah (s.a.v)’in Kur’an’ı uygulama pratiği olan sünnet hazinesini hiçe saymaktır. Böylece ayetin cümle ve kelimelerinden sünnetin şer’i bir delil olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yeter ki onu düşünüp anlayacak akıllar bulunsun.
Başka bir ayette; “Ey Muhammed de ki; Allah’a (c.c) itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse Peygamber sadece kendisine yüklenilen yükümlülükten sorumludur. Sizlerde, sizlere yüklenilen yükümlülükten sorumlusunuz. Eğer Peygambere itaat ederseniz hidayete kavuşmuş olursunuz. Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir”(2) buyrulmaktadır.
Görüldüğü gibi bu ayette de peygambere itaat ayrı bir emir olarak zikredilmiş ki, Peygamberin de özel bir itaat edilme hakkı olduğu vurgulansın. Ayrıca Peygambere itaatin hidayete eriştireceği zikredilmiş ve böylece Rasûlullah (s.a.v)’in zatının ve sünnetinin, müminlerin rehberi olduğu beyan edilmiştir.
Bu ayette dikkati çeken diğer bir hususta şudur; Peygambere itaatin insanları hidayete ulaştıracağı vaadiyle, peygambere düşen ancak tebliğ etmektir fermanının yan yana zikredilmesidir. Bu da göstermektedir ki; “Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir” ifadesinden maksat, “Peygamber sapanların ve isyankârların yaptıklarından sorumlu değildir” demektir. Yoksa maksat, “Peygamber ancak Allah (c.c)’ın emirlerini tebliğ eden bir postacı niteliğindedir. Onun sünnetinin şer’i hiçbir değeri yoktur” demek değildir. Eğer böyle olsaydı Allah’a (c.c) itaatin tek başına zikredilmesi yeterli olurdu. Ayrıca Rasûlullah (s.a.v)’e itaat etme emri yersiz ve anlamsız bir uzatma sayılır, Rasûlullah (s.a.v)’e itaatin hidayete ulaştıracağı vaadi gerçek dışı bir vaat olurdu. Hâşâ Allah-u Teâlâ böyle bir vaatten münezzehtir.
Diğer bir ayette; “Allah (c.c) ve Rasûlü (s.a.v) bir şey hakkında hüküm verdiğinde herhangi bir mümin erkeğin ve mümin bir kadının kendi işlerinde seçme hakları yoktur. Bu ayette ki Allah’ın hükmünden maksat, Kur’an da bizler için indirdiği hükümlerdir. Rasûlullah (s.a.v) ‘in verdiği hükümlerden maksat ise hayatta iken hakemlik yapıp verdiği hükümler ve beyan ettiği emir ve yasaklardır.
Rasûlullah (s.a.v) ‘in bu hükümlerine sadece o hayatta iken uymak gereklidir, vefatından sonra onun hükümleri bizi bağlamaz” diyebilir miyiz? Bunu söylemekle delilsiz bir iddiada bulunmuş sayılmaz mıyız? Böyle bir iddia ne derece doğru olur? Bugün Rasûlullah (s.a.v) ‘in sünnetini kabul etmeyen bir insan onun hangi hükmünü kabullenmiş olur?
Allah-u Teâlâ birçok ayetinde kendisiyle birlikte Peygamberine itaat edenleri övmekte, mertebelerinin yüksek olacağını ve kurtuluşa ereceklerini belirtmektedir. “Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır.”(3)
Şayet Rasûlullah (s.a.v)’e itaatin bir anlamı olmasaydı onu Allah’a (c.c) itaatle birlikte zikretmenin ne anlamı olurdu? Rasûlullah (s.a.v)’e itaat, sünnetini almamızı gerekli kılmaz mı? Rasûlullah (s.a.v)’in sünnetini reddederek, ona itaati hiçe sayanlar, bu ayetler karşısında ne cevap verecekler?
“Kim Allah’a (c.c) ve Resul’üne itaat eder, Allah’tan (c.c) korkar ve çekinecek olursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(4)
“Aralarında peygamberin hükmetmesi için Allah (c.c) ve Resul’üne davet edildikleri zaman müminlerin sözü ancak “işittik ve itaat ettik” olur. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(5)
“Allah’a (c.c) ve Rasûlü’ne itaat edin ki merhamet olunasınız”(6)
Ayetlerde Allah’tan (c.c) korkmanın ona itaatle olacağı, müminlerin Allah’ın (c.c) ve Rasûlü’nün hükmüne çağrılmaları halinde “işittik ve itaat ettik” demeleri gerektiği belirtiliyor. “Ben sadece Kur’an’a itaat ederim, hadisler beni bağlamaz diyenler takvaya nasıl erişebilirler, mümin olma sıfatını nasıl muhafaza edebilirler?
Allah-u Teâlâ birçok ayet-i kerîme de kendisiyle birlikte peygambere itaat etmeyenleri kınamakta, onları kâfirlikle vasıflandırmaktadır.
“Ey iman edenler! Allah’a (c.c) ve Rasûlü’ne itaat edin. Davetini işittiğiniz halde peygamberden yüz çevirmeyin.”(7)
“De ki; “Allah’a (c.c) ve peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki Allah (c.c) kâfirleri sevmez.”(8)
Peygamber (s.a.v)’in sünnetini reddedenler bu ayeti çok iyi düşünmeli ve felsefi cedelleşmelerden vazgeçmelidirler.
“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’ın ve Rasûlü’nün davetini kabul edin. Bilin ki Allah (c.c) kişi ile kalbi arasına girer. Muhakkak onun huzurunda toplanacaksınız.”(9)
B: Sadece Rasulullah (s.a.v) ‘e İtaati Emreden Ayetler;
“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Peygambere itaat edin ki merhamet edilesiniz…”(10)
Sünneti reddeden, bu itibarla peygambere itaati hafife alan insanlar bu ayeti düşünüp kendilerine acısınlar ve nasıl bir tavır takındıklarını iyice gözden geçirsinler.
“Eğer peygambere itaat ederseniz hidayete ermiş olursunuz.”(11)
“De ki; eğer Allah’ı (c.c) seviyorsanız, bana tabii olun ki Allah’da (c.c) sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(12)
Ayetin ifadesine göre Allah’ın (c.c) sevgisine erişmek peygambere uymakla tahakkuk eder. Temelsiz felsefelere ve akli münakaşalara uymakla değil.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’tan (c.c) sakının. Şüphesiz ki Allah (c.c) azabı pek şiddetli olandır.”(13)
Her ne kadar bu ayet ganimet malları hakkında inmişse de ayette geçen “ne verdiyse” ifadesi genel bir anlam taşıdığından Rasûlullah (s.a.v) ‘in ümmetine verdiği her emir ve yasağı kapsamakta ve sünnetin delil olduğunu göstermek için yeterli görülmektedir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) ‘in ümmetine bahşettiği en değerli hediyesi sünnettir.
Nitekim İbni Cureyc (r.a) ve Abdullah İbni Mesud (r.a), bu ayeti umumi manada tefsir etmişler, emir ve yasağının Müslümanları bağladığını söylemişlerdir.
Bir gün Abdullah İbni Mesud (r.a) “Allah-u Teâlâ dövme yapan, yaptıran, tüylerini alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah’ın yaratma şeklini değiştiren kadınlara lanet eder” demişti. Onun bu sözü, Esedoğulları’ndan Ümmü Yakup isimli, Kur’an’ı çok iyi okuyan ve anlayan bir kadına ulaşmış, kadın da İbni Mesud’a gelerek “Duyduğuma göre sen şöyle şöyle yapan kadına lanet okumuşsun” demişti. Abdullah İbni Mesud’da o kadına şöyle cevap verdi; “Niçin ben Rasûlullah (s.a.v) tarafından lanetlenen ve Allah (c.c)’ın kitabında da hükmü bulunan kimseleri lanetlemekten geri durayım?” Kadın ise; “Ben Kur’an ‘ın iki kapağı arasında bulunan tüm ayetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulamadım” demiş, o da “Okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah-u Teâlâ ‘nın “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının” ayetini okudun mu?” diye sorunca kadın da; “Evet okudum” diyerek cevaplamıştı. Abdullah İbni Mesud (r.a) ‘da “Kadınların böyle yapmalarını Rasûlullah (s.a.v) yasaklamıştı” diyerek mukabelede bulundu.(14)
Sünnetin Delil Olmayacağını Söyleyen Hasta Kalpler
Peygamber efendimiz, hadisle amel etmeyecek kişilerin nasıl insanlar olacaklarını bizlere tanıtmış ve bu gibi insanlardan uzak olmamızı beyan etmiştir. Bu hususta Ebu Rafi (r.a) Rasûlullah (s.a.v) ‘in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir; “Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde “Biz bunu bilmiyoruz, Biz Allah’ın (c.c) kitabında ne bulduksa ona tabi oluruz” diyen biri olarak görmeyeyim.”(15)
Mikdâm bin Ma’di Kerîb (r.a) ise Rasûlullah (s.a.v) ‘in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor; “Dikkat edin! Bana kitap ve bir de onun kadarı (Kur’an da yer almayan vahiy) verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış bir şekilde “Siz sadece bu Kur’an’a sarılın. Onda helal gördüklerinizi helal, onda haram gördüklerinizi haram sayın” diye konuşan kişiler gelecektir. Dikkat edin! Ehil eşeklerin etleri size helal değildir. Köpek dişine sahip yırtıcı hayvanların da etleri size helal değildir.”(16)
Bu hususta ki diğer bir rivayette şöyledir; “Dikkat edin! Olabilir ki koltuğuna yaslanan bir kimseye benim bir hadisim ulaşır da, der ki; “Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı bulunmaktadır. Onda neyin helal olduğunu görsek helal sayarız. Neyin de haram olduğunu görsek haram sayarız.” Dikkat edin! Rasûlullah’ın haram kıldığı Allah’ın haram kıldığı gibidir.”(17)
Bütün bunlardan sonra peygamberleri hafife almayı ve onun sünnetini reddetmeyi bir modernlik sayan, kendilerinin de ileri görüşlü bir aydın oldukları vehmine kapılan birtakım zayıf taklitçilere şunu hatırlatmakta fayda var; Sizler Rasûlullah (s.a.v) ‘in sünnetini reddederek bir yere varamazsınız. İslama hizmet etmek yerine, ona şüpheler sokmuş oluyorsunuz. Rasûlullah (s.a.v) ‘i devre dışı bırakarak Kur’an’ı felsefi görüşleriyle açıklamaya çalışan şımarıklara zemin hazırlıyorsunuz. İçinizden kâfirlere şirin görünme hastalığına yakalananlar da şunu iyi bilsinler ki bu halleriyle onlara yaranamazlar. Müslüman olduğunuzu söylediğiniz müddetçe sizler onların nezdinde gericisiniz. Örümcek kafalısınız. Yobazsınız. Mürtecisiniz. O halde nedir sizin bu haliniz? Kimlere hizmet ediyorsunuz. İyi niyetli olmanız yeterli değildir. Biraz da kafanızı çalıştırıp bilgisizliğinizi anlayınız. Aczinizi itiraf ediniz. Allah’ın Elçisinin önüne geçmekten hayâ edin ve şu ayetin sesine kulak verin; “Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin. Allah’tan (c.c) korkun. Şüphesiz ki Allah (c.c) işiten ve bilendir.”(18)
Diğer yönden başka bir takım müminler de “Orta yolu tutalım. Hadisleri ne tamamen reddedelim, ne de sahih denen her hadisi alalım. Diğerlerini yedek kaynak kabul edelim. Aklımıza ve mantığımıza uyuyorsa onu alırız. Şayet uymazlarsa onu almayız. Mütevatir hadisler de parmak sayısını geçmez” şeklinde iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Aslında bunlarla hadisleri tamamen reddedenler arasında pratikte pek fark yoktur. Çünkü bunlar da yalnız kendi ölçülerine göre mütevatir saydıkları birkaç hadisi kayıtsız şartsız kabullenmekte, diğer sahih hadislerin kabullenilmesinde akıllarını hakem kılmaktadırlar. Bunlara şunu sormak yerinde olur; “Sizler mütevatir olan sahih hadislerin kabul edilip edilmeyeceği hususunda aklınızı hakem kılıyorsunuz. Şimdi Müslümanlar peygamberlerinin hadisini bırakıp da sizlerden hanginizin aklını esas alsınlar. Çünkü her biriniz kendi aklının daha üstün olduğunu iddia ediyor. Yoksa sizler Müslümanların ittifak içinde olmalarından rahatsız mı oluyorsunuz? Müslüman olmanız nedeniyle hakkınızda böyle bir kanaate varmak istemiyoruz. Fakat davranışlarınız insanları buna sürüklüyor. Bırakın bu meseleleri de enerjinizi Müslümanların faydasına olacak meselelere harcayın. Zira İslam dini akılların mahsulü olan bir din değil, nakillerin ortaya koyduğu bir dindir. Akıllarınızı ise nasları anlamada kullanınız, onları yargılamada değil. Çünkü akıllarınız nasları yargılayacak bir güçte değildir. Ayette buyrulduğu gibi; “Size ilimden sadece az bir pay verilmiştir.”(19)
—————————————————————–
1 Nisa, 59
2 Nur, 54
3 Ahzab, 36
4 Nisa, 69
5 Nur, 52
6 Ali İmran, 132
7 Enfal, 20
8 Ali İmran, 32
9 Enfal, 24
10 Nur, 56
11 Nur, 54
12 Ali İmran, 31
13 Haşr, 7
14 Buhari; Libas kitabı; 82-84-85-87, Müslim; Libas; Bab 120 hadis no; 2125
15 Ebu Davud; Sünen; Bab 6; Hadis 4605, Tirmizi; İlim; Bab 10 Hadis no: 2663
16 Ebu Davut; Sünen; Bab 6; Hadis 4604, Tirmizi; İlim; Bab 10 Hadis no:2664
17 Tirmizi; İlim; Bab 10; Hadis no: 2664
18 Hucurat, 1
19 İsra, 85