Söz Uçar Yazı Kalır Kul Kuldan Razı Kalır

Müminlere Nidalar –  Muhammed Sadık Türkmen / 2019 Kasım / 84. Sayı

Bismillahirrahmanirrahim  

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, onun ailesine ve ashabına olsun.

“Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adalet ile yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın(olsun). Çağrıldıkları vakit şahitler gelmezlik etmesin. Büyük veya küçük, vadesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunun yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.”

(Bakara, 282)

Allahu Teâlâ insanın benliğine mal sevgisini yerleştirmiştir. Dünya hayatına gelen her insan mutlaka mal ile imtihana tabi tutulacaktır. Ancak bu sevgi kuldan kula değişiklik arz etmektedir. Kimi insanlar dünya malında hayatın ihtiyaçlarını gidermek ve muhtaç olanların sıkıntılarını izale etmeyi talep ederken kimi de yaşam gayesini sadece mal biriktirmek üzere kurar.

Hayatın devamı için zaruri olan mal sahibi olma arzusu, insanlar arasında çoğu zaman ihtilaflara, kavgalara ve katle sebep olan durumlara yol açar. Çoğu savaşların temel sebebi de yine dünya malına sahip olmakta yatmaktadır.

İnsanın malının güvenceye alınması İslam’ın beş temel emniyet sınırları içerisinde yer almaktadır. İslam mal ile ilgili hükümleri koyarken en önce malın mahiyetini açıklamıştır: “Mal ve evlatlar dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak iyi işler ise Rabbinin katında mükâfat bakımından daha hayırlıdır, umut bakımından da daha hayırlıdır.” (Kehf, 46)  Yüce Rabbimiz malın dünya hayatında ihtiyaca göre ele alınmasını, gözleri ahiretteki baki mülke dikmemizi emretmiştir. Zira dünya malının Allah azze ve celle katında bir sinek kanadı kadar dahi değeri yoktur.

Kur’an’da mal ile ilgili ayetler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den zekât ve miras ile ilgili gelen hükümler incelendiğinde dikkatleri çeken en önemli nokta bu alanlardaki nassların en teferruatlı konuları dahi ele almış olmasıdır. Oysa Kur’an’daki çoğu hüküm sadece ana başlıklara dokunup meselelerin teferruatında bizleri sünneti seniyye veya âlimlerin içtihatlarına yönlendirmektedir. Bunun en önemli sebepleri arasında insanların mala karşı olan hassas durumları ve ihtilafı giderme iradesi yatmaktadır.

Borç alıp-verme konusunun insanlar arasında bazı anlaşmazlıklara sebep olabileceğini bilen yüce Allah azze ve celle bunun hukukunu Kur’an’ı Kerim’de en uzun ayette, en ince teferruatıyla bizlere beyan etmiştir.

Bu ayeti kerimeyi okuyan bir insan toplum içinde borçlardan dolayı yaşanan mağduriyetleri bilmezse niçin bu kadar detaya girildiğini bilemeyebilir. Ancak vakıalar insanların basite aldıkları, sıradan gördükleri bir meselenin toplumlarda oluşturduğu güven erozyonunu gözler önüne sermektedir. Günümüzde güven zedelenmesinin daha büyük bir haram olan faize, soyguna ve gaspa yönelttiği müşahede edilen bir gerçektir.

Şimdi ayet-i kerimede işaret edilen konulara belli başlıklar altında değineceğiz, 

a) Akitlerin yazılması: “Söz gider, yazı kalır” atasözü bizim kültürümüzde akitlerin sağlama bağlanmasının ne kadar önemli olduğuna dair bir delildir. İnsanların muamelelerinin daha sağlama bağlanması, aralarındaki ihtilaf meselelerinin izalesi için akitlerin belgelenmesi zaruridir. Burada konunun önemine binaen nakledilen bir hadisi şerifi aktarmakta fayda görüyoruz. İbni Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Borç ayeti nazil olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

“İlk inkâr eden Âdem aleyhisselam oldu. Zira Allah azze ve celle Âdem aleyhisselamı yaratınca sırtını sıvazladı ve sırtından kıyamet gününe kadar ondan türeyecek neslini çıkardı. Nesillerini Âdem aleyhisselam’a teker teker sunuyordu. Onlardan yüzü parlayan birini görünce “Ey Rabbim, bu kimdir?” dedi. 

Allah azze ve celle: “O senin oğlun Davud’tur”

– Rabbim, onun ömrü ne kadardır? 

– Altmış yıl.

– Rabbim onun ömrünü uzat.

– Hayır, olsa olsa senin ömründen ekleyebilirim, buyurdu. Âdem aleyhisselam’ın ömrü ise bin yıldı ve Allah azze ve celle onun ömrünü kırk yıl kısalttı. Sonra ona, buna dair bir yazı yazdı ve melekleri de buna şahit tuttu. Âdem aleyhisselam öleceği vakit ölüm melekleri yanına gelince Âdem aleyhisselam “Kırk yıl ömrüm daha var” dedi. Ona “Sen ömrüm oğlun Davud’a hibe etmişsin” denildi. Âdem aleyhisselam “Hayır öyle bir şey yapmadım” dedi. Bunun üzerine Allah azze ve celle ona bu kâğıdı gösterdi ve meleklerle şahitlik yaptırdı.[1]

Bu örnekte görüldüğü üzere kaleme alınan akit ihtilafı çözmüştür. Âdem aleyhisselam üzerinden cereyan eden bu hadise, bizlerin ne kadar dikkatli davranması gerektiği konusunda bir uyarı mahiyetindedir. 

b) Anlaşmalarda şahit tutulması: Sözlü anlaşma ve yazılı kayıt alma ile beraber borcun sabit olmasının önündeki son engel olan şahitlik konusu ele alınarak meselelere son nokta konulmuş oluyor. Bu Yüce Allah azze ve cellenin önemli bir tavsiyesi olduğu için şahitlerin durumu en ince detayına kadar açıklanmıştır. Taraf tutma ihtimalini ortadan kaldırmak için en az iki erkek şahit talep ediliyor. Böyle bir imkân yoksa kadınlardan iki erkeklerden bir şahit isteniyor. Olabilir ki kadınlar günlük hayatlarındaki yoğun meşgalelerinden dolayı biri unutursa diğeri hatırlatsın. Aynı zamanda burada kadınların zikredilmesi ile onların toplumsal hadiselere karşı sorumluluğu hatırlatılmış olunuyor. Kâtip nasıl ki kendisine söylenen bilgilerin en ayrıntılı noktalarını yazmaktan sorumlu ise şahit de çağrıldığı zaman icabet etmek ve hak üzere şahitlik etmek ile mükelleftir. Zeyd bin Sabit radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu: “Size şahitlerin en iyisini söyleyeyim mi? O, kendisinden istenmeden şahitlikte bulunmayan kimsedir.”[2]

Tabi ki kendisinden şahitlik yapan kişinin doğru şehadette bulunması gerekir. Görmediği bir olaya kendisinden istenmeden girişen bir kişi yalancı şahit olma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Bu konuda rivayet edilen hadisler asla böyle bir duruma maruz kalınmaması açısından dikkate şayandır.

c) Allah’tan korkmanın semeresi: Ayetin son kısmında tüm tedbirlerin bildirilmesin ardından müminlerin bakışları uhrevi manalara yönlendiriliyor. Yaptıkları her amelin muhasebesinin olacağı hatırlatılıyor. Dünyevi ameller ile uhrevi akıbet arasındaki irtibat hatırlatılıyor. Allah azze ve celleden korkmanın ilim ve hikmeti öğreteceğine işaret ediliyor. Allah azze ve celleden korkmanın böylesi bir üstün makama ulaştıracağı bir ayet-i kerime de şöyle beyan edilmiştir: “Ey İman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfâl, 29)

d) Allah’ın yardımı: Maddi hukukta esas olan tedbir ve her şeyin kayıt altına alınması olsa da verilen borcun bir sadaka olduğu ve Allah azze ve cellenin borcu verirken sadaka niyeti ile vereni, borç isterken de ödeme niyeti ile isteyeni hiçbir zaman darda bırakmayacağı muhakkaktır. Bu konuda rivayet edilen çok güzel bir kıssa vardır. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İsrailoğullarından bir adam yine İsrailoğullarından birinden bin dinar borç istedi ve aralarında şöyle bir diyalog geçti.

– Bana şahitler getir ki onları şahit tutayım.

– Şahit olarak Allah azze ve celle yeter.

– Bana bir kefil getir.

– Kefil olarak Allah azze ve celle yeter. 

– Doğru söyledin, diyerek belli bir süre sonra ödemesi için ona borç para verdi. Borç alan, nehirde yolculuk yaparak bir yerlere gitti. Orada işini gördükten sonra borcunu ödemek için memleketine gitmek üzere bir vapur aradı fakat bulamadı. Sonra bir tahta parçasını alıp oydu ve içine bin dinar ile borç veren arkadaşına yazdığı bir mektubu koydu. Sonra nehre geldi. “Allah’ım! Sen biliyorsun ki ben filan kişiden bin dinar borç almıştım. Benden kefil istemiş, ben ‘kefil olarak Allah yeter’ deyince kabul etmişti. Benden şahit istemişti ve ‘şahit olarak Allah yeter’ demiştim. O buna da razı olmuştu. Şimdi ise bana verdiği parayı göndermek için çok çalışıp aradım fakat (bir nehir aracı) bulamadım. Şimdi ise bunu sana emanet ediyorum” dedi ve tahtayı nehre attı. Tahta, nehre girince oradan ayrıldı ve memleketine giden bir vapur aramaya devam etti. Alacaklı adam da nehrin alt tarafında paramı getirecek bir kayık görürüm ümidi ile (arada bir) nehre bakıyordu. Bir ara içinde mal bulunan tahta parçasını (ne olduğunu bilmeden) evdekiler yaksınlar diye nehirden aldı. Onu kırdığında içinde alacaklı olduğu parayı ve yazılı kağıdı buldu. Bir süre sonra da ondan borç alan adam çıkageldi. “Vallahi, sana malını teslim etmek için tüm gayretim ile bir vapur arayıp durdum ama geldiğim şu vapurdan önce bir şey bulamadım” dedi. Alacaklı: “Sen bana daha önce bir şey gönderdin mi?” dedi. Borçlu: “Sana, onunla geldiğim kayıktan önce bir araç bulamadığımı söyledim ya!” dedi. Alacaklı: “Allah azze ve celle senin tahta ile gönderdiğin malı bana ulaştırdı. Şimdi şu bin dinar paranı al da selametle git dedi.”[3]


[1]. Ahmed bin Hanbel, Müsned 1/251

[2]. Müslim 1719, Ebu Davud 3569

[3]Ahmed b. Hanbel 2/348