Şirk kavramı – 8

Kavramlar – Mahmut Varhan

Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”

(Lokman, 13)

Müşriklerin Akıbeti

İnsan fıtratı tevhide kabil bir şekilde yaratılmıştır. Dünyaya gelen her insan bu fıtrat üzeredir. Daha bedenler yaratılmadan önce bütün insanlar tevhidi kabul edeceklerine ve sadece Allah’a kulluk edeceklerine dair ervah aleminde söz vermişlerdi. Nitekim Allah azze ve celle bu hakikati şu ayet-i kerimede bildirmektedir: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.” (A’raf, 172) Rasûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de “Her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”[1] buyurarak bu hakikati ifade etmiştir.

İslam fıtratı üzere dünyaya gelen insanlar, daha sonra pek çok saiklerle şirk bataklığına sürüklenirler. Bu büyük suç, onların fıtratlarını bozduğu gibi dünyevi hayatlarını fesada uğratır ve ahiret hayatlarını mahveder. Böylece hem dünyada bedbaht ve hem de ahirette şekavet ehli olurlar.

Şirk, dünya hayatında müşrik kişinin fıtratını, ruh halini, psikolojisini, ahlakını, sosyal ilişkilerini ve çevresindeki kainatla olan irtibatını fesada uğratır. Aynı şekilde bütün toplumda kapsamlı bir fesat ve tahrip meydana getirir.

Birey hakkında meydana getirdiği fesadın sebebi şudur ki; insan imtihan için gönderildiği şu hayatta pek çok olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu olumsuzluklara karşı istinad edeceği bir kuvvete ve yardım isteyeceği bir kudrete muhtaçtır.

Tevhid akidesine sahip olan kişi bütün olumsuzluklara karşı, kâinatın Rabbi olan Allah’a istinad eder ve O’nun rahmetinden imdat ister. Fayda ve zararın elinde bulunduğu Rabbine tevekkül ederek her türlü olumsuzluğa karşı güvene kavuşur. Böylece ruhu ve kalbi huzura ererek, olumsuzlukların üstesinden gelmeye muvaffak olur.

Ancak müşrik kişi, âlemlerin Rabbi olan Allah ile bağını koparıp hiçbir fayda ve zarara kudreti bulunmayan yaratılmışlara istinad edince, hayatın zorluklarına karşı dayanaksız kalır. Işığın kaynağından mahrum kalarak karanlıkların içerisinde boğulur. Böylece ruhunda ve kalbinde ciddi ızdıraplar meydana gelir. Şeytanın da tahrikiyle nefis, bedenin dizginlerini eline alarak azdıkça azar. Ruhuyla nefsi arasında şiddetli bir çatışma ve iç âleminde bir huzursuzluk meydana gelir. Bu, diğer insanlarla olan ilişkilerinde kibir, haset, kin, haksız rekabet, bencillik, çıkarcılık, ben merkezli bir hayat anlayışı ve diğerlerini küçümseme olarak tezahür eder. Böylece maddi imkânları geniş olsa dahi iç âleminde bir huzursuzluk ve başkalarıyla olan ilişkilerinde samimiyetsizlik ve haksızlık meydana gelir.

Allah azze ve celle bu hakikati şu ayet-i kerimelerde ifade etmektedir: “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” (Taha, 124) “Allah’a şirk koşan kimse, gökten düşüveren ve kuşların didik didik edip kapıştığı birine yahut rüzgârın uzak ve ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer.” (Hac, 31)

Şirk bütün toplumda büyük bir fesattır. Şirk suçu sebebiyle enaniyetleri kuvvet kazanmış ve Allah’a kulluktan uzaklaşmış bireylerden oluşan bir toplumda insanlar arası ilişkilerde denge kaybolur, büyükler küçüklere merhamet etmediği gibi küçükler de büyüklere hürmet etmezler. Güç ve kuvvet sahibi olanlar zayıf ve fakir olanları gözetip kollamadığı gibi, zayıf ve fakir olanlar da asla onlara muhabbet beslemez ve kardeş gözüyle bakmazlar. Böylece toplumda merhamet, hürmet, muhabbet, uhuvvet, tesanüd, yardımlaşma ve adalet mefhumları yok olur.

Güçlü ve zengin olanların oluşturduğu şımarık bir aristokrat kesim bütün toplumu sömürür. Buna karşı fakir ve zayıf kesimlerin nefislerinde şiddetli bir tepki ve güçlü bir kin birikir. Böylece toplumda karışıklıklar, ihtilaller ve fesat hâkim olur.

İnsanlık tarihinde yaşamış bütün müşrik toplumlar bu hakikati açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. Özellikle son iki asırda insanlığın çektiği ızdıraplar bunun açık şahididir. 20. asırda insanlık iki büyük dünya savaşı yaşamış ve yüz milyondan fazla insan hunharca öldürülmüştür. Belirli kesimlerin çıkarlarının korunması için adeta bütün insanlığın maslahatları feda edilmiştir.

Şu anda felaketler asrı olan 21.asra girmiş bulunmaktayız ve insanlık daha dehşetli üçüncü bir cihan harbinin eşiğine gelmiştir. Yeryüzünde adalet tamamen kaybolmuş ve zulüm her tarafa hâkim olmuştur. Allah azze ve celle bu acı hakikati şu ayet-i kerimelerde ifade etmektedir: “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat baş gösterdi; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırmaktadır.” (Rum, 41)

Şirk, tevhide kabil olarak yaratılan insan onurunu aşağılayan ve onu zelil kılan onur kırıcı bir suçtur. Zira âlemlerin Rabbi olan Allah’a ibadet etme makamıyla şereflendirilmek üzere yaratılan insan, bu makamı terk edip kendisi gibi mahluk olana ve fayda sağlama ya da zarar verme kudretine sahip bulunmayan aciz varlıklara kulluk ettiği zaman adeta semadan esfel-i safiline/en aşağı noktaya düşmüş olur.

Cehenneme doluşan müşrikler, masiyet bataklığından kafalarını çıkarıp ateş yurdunda gerçek hallerini gördükleri zaman bu acı hakikati itiraf edeceklerdir. Onların bu zelilane itirafları şu ayet-i kerimelerde ne kadar da güzel tasvir edilmiştir: “O gün cehennem azgınlara gösterilir. Ve onlara: ‘Nerede o, Allah’tan başka taptıklarınız? Size yardım edebiliyorlar mı, kendilerini olsun kurtarabiliyorlar mı?’ denilir. Arkasından onlar da o azgınlar da ve topyekûn İblis ordusu da cehenneme fırlatılır. Orada putlarıyla çekişirken şöyle derler ‘Vallahi de tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz! Çünkü biz sizi Rabbulâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da o mücrimler oldu. Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim ne candan bir dostumuz! Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!’ Elbette bunda alınacak ibret vardır fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler. Ama senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir).” (Şuara, 91-104)

Müşriklerin asıl olarak İblise, diğer putlara ve mücrim insanlara taparak Allah’a şirk koşmalarının ne kadar büyük bir zillet ve insan fıtratıyla bağdaşmayan ne büyük bir suç olduğunu bütün peygamberler ve onların izinden giden rabbani âlimler tarih boyunca haykırmış ve insanlığı bu zillet bataklığından kurtarmaya çalışmışlardır. Tevhid dini İslam’ın büyük imamı İbrahim aleyhisselam kendi kavmine seslenerek şöyle demişti: “O halde, Allah’tan başka, size ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere mi tapıyorsunuz! Yuh size de Allah’tan başka o taptıklarınıza da! Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya, 66-67)

Allah azze ve celle’nin insanoğluna lütfettiği en büyük nimetlerden olan selim aklı bir kenara koyan, nefsin arzularına tabi olan insanlar -ne yazık ki- sürekli bir şekilde var olmuşlardır. Bu akılsızlar en büyük hakikat olan tevhidi terk etmiş, hiçbir dayanağı bulunmayan ve en batıl meslek olan şirk yoluna sapmışlardır. Dünyadaki zillet ve bedbahtlıklarından sonra ahirette daha büyük ve dayanılması mümkün olmayan çetin bir azaba kendilerini maruz bırakmışlardır.

Şirk suçunun en büyük cezası, ateş yurdu olan cehennemde müşriklere tattırılan azaptır. Müşrikler kıyamet sabahında diriltilip hakikati faltaşı gibi açılan çıplak gözleriyle gördükleri zaman   ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlayarak hasretlere boğulacaklardır. Kendilerinden önce şirk koşarak bu yolu onlara hazırlayan atalarına ve dünyada iken saygıda kusur göstermedikleri büyüklerine lanet okuyacaklardır. Büyükleri de onlara lanet edeceklerdir.

Cehennemde müşriklere tattırılan azabın pek çok çeşidi bulunmaktadır. Bu şiddetli azabın çeşitli safhalarını ve şekillerini beyan eden pek çok ayet-i kerime bulunmaktadır. Örnek olarak Hac suresinde onlara tattırılan azap şu dehşetli şekilde tasvir edilmiştir: “Şu iki sınıf birbirlerine düşman olup, Rableri hakkında çekişip durmaktalar. Küfre sapanlara gelince; onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar sular dökülür. Öyle ki onunla içlerinde olan her şey, bütün organları hatta derileri bile eritilir. Bir de bunlar için demirden topuzlar vardır. Bunalmaları sebebiyle, her ne vakit cehennemden çıkmak isterlerse, gerisin geriye oraya itilirler ve kendilerine: ‘Tadın bu yakıcı azabı!’ denir.” (Hac, 19-22)

Şirk yolunda birbirlerini takip ve taklid eden bütün müşrik toplumlar cehennemde toplandıklarında, birbirlerini lanetleyeceklerdir. Dünyada iken kutsama derecesinde yücelttikleri ve kendilerini taklid etme hususunda asla taviz vermedikleri liderlerini ve atalarını lanetlemeleri, durumlarının ne kadar alçaltıcı ve zor olduğunu göstermektedir.

Örneğin günümüzde Yunan filozoflarını, batılı bilim adamlarını ve bunlara benzer nice şirk ve küfür önderlerini kutsayanlar, cehennemde onlarla yan yana geldiklerinde iki taraf da birbirlerine lanet okuyacaktır.

Şirk ve küfür yolunun önderleri, kendilerine tabi olanlardan beri olduklarını ilan edecekler; bunun üzerine onlara tabi olan müşrikler bu âciz ve zelil liderlerini lanetleyeceklerdir.

Bu, gerçekten dehşet verici bir manzaradır. Zira bu liderlere olan bağlılıkları ve taassupları sebebiyle Allah’ın peygamberlerine karşı savaşmış ve kendilerini kurtarmaya çalışan salih kullara düşmanlıkta aşırı gitmişlerdi. Öyle ki, canlarını ve mallarını liderlerinin uğrunda feda edecek derecede onlara ve uydurdukları şirk yoluna bağlıydılar. Şimdi ise önlerine düşüp onları cehenneme getiren liderlerine o kadar kinlenmişler ki onları lanetliyorlar. Dünyada kutsadıkları liderlerini, cehennemde mel’un kabul ediyorlar!

Özellikle günümüzde kutsal gibi kabul edilen demokrasi ve laiklik yoluna sapmış bulunan müşrikler, kıyamet gününde bu beşerî dinlerin öncülerine lanet okuyacaklarını bir düşünebilseler! Veya demokrasi ve laiklik menhecini benimsemiş çeşitli siyasi partilere mensup olan ve taassup derecesinde bu partilere bağlılık gösterip diğer parti mensuplarına düşmanlık edenler, yarın kıyamet gününde şirk yolunda kendilerine öncülük eden liderlerine lanet okuyacaklarını bir bilebilseler! Tevhid akidesinden saparak şirk yoluna girenler, bu hakikati keşke daha dünyada iken anlayıp tevbe edebilselerdi!

Müşrik toplulukların cehennemde çekişeceklerini ve birbirlerini lanetleyeceklerini ifade eden pek çok ayet-i kerime bulunmaktadır. Biz bunlardan örnek olsun diye birkaç tanesini zikredeceğiz: Allahu Teâlâ A’raf suresinde bu konuyu şu şekilde anlatmaktadır: “Kim, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, ‘Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?’ derler. Onlar da ‘Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular!’ derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler. Allah buyuracak ki: ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!’ Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için ‘Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!’ diyecekler. Allah da: ‘Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz’ diyecektir. Öncekiler de sonrakilere derler ki: ‘Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın!” (A’raf, 37-39)

“Öyle insanlar vardır ki, Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. (Şirk yolunun öncülerine) uyanlar şöyle derler: !Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!’ Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.” (Bakara, 165-167)

“(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: ‘Biz sizin tâbilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?’ Onlar da diyecekler ki: ‘(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi, biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.’ (Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: ‘Şüphesiz Allah size gerçek olanı vadetti, ben de size vadettim ama size olan vaadimde yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah’a) ortak koşmanızı reddettim.’ Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.” (İbrahim, 21-22)

Dünyada pek çok ilahi ihtarlara mazhar oldukları halde bu uyarılara kulaklarını kapatarak şirk ve küfür yolunda ısrar eden bu topluluklar her türlü kınanmayı hak etmektedirler. İşte onları zelil eden bu kınamalardan birine de cehennem kapılarına doluştukları anda cehennem bekçileri olan melekler tarafından maruz kalacaklardır. Allahu Teâlâ kafirlerin maruz kaldığı bu zillet halini pek çok ayet-i kerimede tasvir etmiştir.

Bu tasvirlerden biri  de Zümer suresinde şu şekilde geçmektedir:  “O kafirler, bölükler halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: !Size, içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?’ derler. Onlar da ‘Evet geldi fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur’ derler. Onlara: ‘İçinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü!’ denilir.” (Zümer, 71-72)

Bu akılsız müşriklerin maruz kalacakları en dehşetli ve alçaltıcı kınama, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından maruz kalacakları kınamadır. Allah azze ve celle, onları daha dünyada iken pek çok yolla uyardığı halde bu ilahi ihtarlara kulaklarını tıkayan bu müşrikler ebediyete kadar Allah tarafından lanetleneceklerdir. Allah azze ve celle onların bu acıklı hallerini şu şekilde anlatmaktadır: “Kimlerin de tartıları hafif gelirse; işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Onların yüzlerini ateş şiddetle yalar/yakar ve onlar orada dudakları açılarak dişleri sırıtıp duran kimselerdir. Allahu Teâlâ onlara şöyle buyurur: ‘Ayetlerim size okunurdu da siz onları yalan sayardınız değil mi?’ ‘Rabbimiz!’ derler, ‘Bize şekavetimiz galebe etti ve biz sapkın bir kavim idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar; eğer (çıkar da) bir daha eskiye dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.’ Allahu Teâlâ: ‘Kesin sesinizi, sakın bir daha bana bir şey söylemeye kalkışmayın!’ buyurur.” (Müminun, 103- 108)

Sözün özü şudur ki; şirk, insanoğlunun yeryüzünde işlediği en büyük ve affedilmez suçtur. İnsanın onurunu kırarak onu zelil eden ve iblisin tuzağına düşüren uçurum yoludur. İblisin, insanoğlunu da beraberinde cehenneme götürmek için kurmuş olduğu sinsi bir tuzaktır. Dünyada her türlü fesadın kaynağı olan bu suç, ahirette her türlü nimetten mahrum olup her türlü azaba maruz kalmanın sebebidir.

Dünyada cinlerin/şeytanların, kâhin ve sihirbazların, azgın tağutların, çeşitli madenlerden yapılmış putların önünde zilletle eğilen ve âciz olan bu mahlukları her şeyin yaratıcısı olan mutlak kudret sahibi Allah ile eşit kabul eden müşrikler, bu büyük suçun cezasını ateş yurdu olan cehennemde sonsuza kadar çekeceklerdir.

Dünyada iken cehalet ve gafletlerinden, masiyetle sarhoş olmalarından dolayı bu acı hakikatin farkında olmayan veya bu vahim akıbeti bilerek şirk yolunu seçecek kadar azgınlaşmış olan müşriklerin bu vahim akıbeti dehşet vericidir. Bir insan nasıl olur da kendisini yaratan ve kendisine her türlü nimeti bahşeden cemal ve celal sıfatlarının sahibi yüce Allah’ı bırakır da âciz olan mahluklara kulluk eder! Dünya ehli tarafından IQ seviyeleri olağanüstü kabul edilen büyük(!) filozofların şirk yolunun öncülüğünü yapmaları gerçekten ibret alınacak bir hadisedir!

Bunun en büyük sebebi, bu büyük sapıkların kendi nefislerine itimad etmeleri ve Allah’ın önünde eğilmeyi ve her türlü faziletin kaynağını Allah’tan bilmeyi kabul etmemeleridir. Bu da göstermektedir ki tevhid akidesini benimsemek ve ubudiyyet yoluna girmek ilahi bir lütuftur. Allah bunu, kullarından mütevazi olan ve nefislerinin hevasına tabi olmayıp gönüllerini O’na açanlara lütfetmektedir. Kibirlenen ve enaniyetlerini/nefislerinin hevasını putlaştıranları ise bu büyük lütuftan mahrum bırakır. Ne vahim bir mahrumiyettir bu!

Her türlü mahrumiyetin sebebi olan bu büyük suçtan kurtulabilmemizin tek çaresi, her şeye kadir olan Allah’a sığınarak O’ndan bizi korumasını niyaz etmemizdir.

Nitekim Ebu Bekir es-Sıddık radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına şahadet ederek şöyle dedi:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şirki andı ve: ‘Bu, sizin içinizde karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir!’ buyurdu. Ebu Bekir radıyallahu anh: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’la beraber başka bir ilah edinmekten başka şirk mi var ki?’ diye sorunca, şöyle buyurdu:

‘Nefsim elinde olan zata yemin ederim ki sizin içinizde şirk, karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir. Sana bir şey söyleyeceğim. Eğer onu söyleyecek olursan senden şirkin küçüğü de büyüğü de gider. (Üç kere şöyle dua et)

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أُشْرِكَ بِكَ وَأَنَا أَعْلَمُ، وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لا أَعْلَمُ

Allah’ım! Bilerek sana şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğim hususlardan dolayı da bağışlamanı dilerim.[2]


[1]. Buhârî, Cenaiz 92; Ebû Davut, Sünne 17; Tirmizi, Kader 5

[2]. Edebu’l- Müfred: 716