Kapak Dosya – Cumali Aydın / 2019 Kasım / 84. Sayı
İnsan var olmaya başladığı andan itibaren pek çok nimetlerle donatılmakta ve bu nimetler insanın herhangi bir çabası olmaksızın kendisine bahşedilmektedir. Bu nimetlerin niceliği ve niteliği insandan insana değişse de istisnasız her bir birey bu nimetlerden istifade etmekte ve faydalanmaktadır. Elbette bu nimetler çok çeşitli ve türlü türlüdür. Saymakla bitirilemeyecek kadar çoktur ve kelimelerin birbiri ardına gelmekle sonunu getiremeyecekleri kadar da uzundur. Ancak bu nimetlerden bazıları vardır ki diğerlerine nazaran önemini daha çok hissettirmekte ve daha ağır basmaktadır. Bu nimetlerin önceliği ve sıralaması insanların yaşam biçimi ve düşüncelerine göre değişse de bir Müslüman için elbette bu sıralamanın başını iman nimeti çekmektedir. İnsanın Rabbini tanıması, Onunla hemhâl olması, O’nu anlaması ve yalnızca O’na kul olması tartışılmaksızın en büyük nimettir. Sıralamanın bir sonraki basamağını insanoğluna lütfedilen en büyük hediye yani aile doldurmaktadır.
İnsan ana rahmine düştüğü andan itibaren bir ailenin parçası olur ve aile ile ünsiyet kurmaya başlar. Anne karnı onun için pek korunaklı ve güvenli bir sığınaktır. Burada plasenta[1] aracılığı ile anneden beslenir ve gelişimine devam eder. Yavaş yavaş bedeni şekillenir, organlar oluşur ve makul seviyeye ulaşırlar. Kalbin ilk ritim sesleri duyulur ve hayatın varlığı tüm emareleriyle kendini hissettirir. Tabi bu süreç özellikle anne için oldukça zorlu bir süreçtir. Fiziksel değişimleri ruhsal değişimler takip eder. Bu değişimlerle beraber anne yorulur ve acı çeker. Ancak bu acı ve kederin sonucunda kendisini bir müjdenin beklediğini bilir ve sabrı kendine dost edinerek günlerini büyük bir bekleyişle geçirir.
Yaklaşmakta olan gün gelir ve acılar, sancılar şiddetlenir. Acılar dayanılmaz bir hale mutluluğa bir adım daha yaklaştığının farkındadır. Ne büyük bir tezat! Acıyla, hüzünle harmanlanmış bir durumdan zuhur eden yüce bir mutluluk. Sonunda annenin acı çığlıkları ile bebeğin ağlaması birbirine karışır. Sevinç, acı, hüzün ve mutluluk bir arada yaşanır. Anne için doğum sancısı o denli şiddetlidir ki, bir erkeğin aynı düzeydeki böylesi bir acıya maruz kalmasının mümkün olmadığı hatta ölebileceği bilinen bir gerçektir. Kadınların bu denli yüksek şiddetli ağrılara karşı dayanıklı olmaları Allah azze ve celle’nin kullarına olan rahmetinin işaretlerinden bir işarettir.
Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren çok aciz ve korumasız durumdadır. Yeryüzüne adım attığı anda bu denli aciz ve korumaya muhtaç olan başka bir canlı türü bulunmamaktadır. Çocuğun ilk günlerinde aradığı en önemli şey güvendir. Çünkü anne karnı gibi korunaklı ve güven dolu ortamdan çıkıp tanımadığı, anlamlandıramadığı ve kendisinde belirsizlik ve belirsizlikle beraber kaygı doğuran bir ortama ayak basmıştır. Tam bu sırada çocuğun bu ihtiyacına annenin merhamet ve şefkat dolu kucağı yetişir. Çocuk, anne karnında hissettiği duygu ve durumun bir benzerini anne kucağında yaşadığı andan itibaren sakinleşir ve kendini güvende hisseder. Allah azze ve celle bu aciz kulunun korku ve kaygısını, anne ve annenin merhametini vesile kılarak giderir ve onu emin kılar.
İlk yıllarda anne ve çocuğun kurduğu ilişki çok önemlidir. Bu ilişkinin çocuğun geleceği üzerinde etkisi oldukça fazladır. Çünkü bu dönem çocuğun kendisini ve çevresini anlamlandırdığı ve ruhsal, fiziksel ve duygusal olarak çok hızlı geliştiği bir dönemdir. Çocuk annesiyle ve çevresiyle kurduğu ilişki üzerinden kendini değerlendirir ve çevreye dair, dünyaya dair kanaatler oluşturur. Çocuk bu dönemde sevilip sevilmediğini, ilgi görüp görmediğini anlayabilir. Bunun üzerinden kendilik algısına dair düşünceleri belirir ve bireyin özünü oluşturan ben kimim sorusunu yanıtı ve özgüven gibi hususlar yavaşça şekillenmeye başlar. Annenin çocuğuna sıcak olması, ona ilgi göstermesi, onunla eğlenmesi, onunla gülmesi, ihtiyaçlarını gidermesi, ona sarılması ve koklaması çocuğun kendisini sevilebilir bir varlık olarak değerlendirmesine ve beraberinde mutlu olmasına sebep olacaktır. Böylece ruhsal ve fiziksel gelişimi olumlu bir biçimde etkilenecektir.Bundan sonraki yaşam evreleri bu dönemden büyük oranda etkilenecektir. Bir binada temel ne denli önemli ve gerekli ise aynı önem ve gereklilik çocuğun yaşamının ilk yılları için de geçerlidir.
Peki, bu dönem sağlıklı bir biçimde atlatılamazsa çocuğun ruhsal, fiziksel ve duygusal gelişimine ne gibi etkilere sebep olabilir?
Çocuğa ilgiyi hissettiren en önemli hususlardan birisi dokunmaktır. Dışarıdan bakıldığında ufak ve çok gerekli görünmese de bilakis bu davranış çocuk için elzem bir ihtiyaçtır. Bu davranışın önemini anlatan pek çok araştırma ve deneysel çalışma mevcuttur. Bu çalışmalardan biri üzerinden bu durumun ehemmiyetini izah etmeye çalışacağım.
Araştırma bir yetimhanede geçmektedir. Yetimhanede bulunan çocukların aileleriyle beraber kalan çocuklara nazaran psikolojik, fiziksel ve duygusal gelişiminin yavaş olduğu hatta daha geride kaldığı gözlemleniyor. Bu durumun altından yatan sebepleri araştırdıklarında dikkat çekici bazı hususlar ortaya çıkmıştır.
Birinci durum, bu çocukların aileleriyle beraber yaşayan çocuklara nazaran daha az fiziksel uyarana maruz kalmaları ve bu fiziksel temasla birlikte ortaya çıkan güven, sevgi, merhamet ve ilgi hissiyatının mahrumiyeti, çocukların streslenmelerine ve beraberinde vücutta bulunan stres hormonunun artmasına neden olduğu gözlemleniyor. Bu durumun akabinde büyümeyi ve öğrenmeyi sağlayan hormonların yeterince kana karışması stres hormonunun yoğunluğu tarafından engelleniyor. Böylece çocuğun fiziki ve zihinsel gelişiminin yavaşladığı fark ediliyor.
İkinci fark edilen durum bu çocukların daha geç konuşmalarıdır. Bunun sebebi incelendiğinde, bu çocukların yeterince sözel uyaranlara maruz kalmamaları yani çocuk ile yeteri kadar konuşan, onunla oynayan ve çocuğun nidalarına cevap veren bir kimse olmadığı için iletişim becerileri normalden daha yavaş bir seyirde gerçekleştiği fark ediliyor. Ayrıca bu durumun çocuğun duygusal gelişimini de olumsuz etkilediği fark edilmiştir.
Üçüncü fark edilen durum ise yetimhanede bulunan çocukların diğer çocuklara nazaran daha geç yürümesi olmuştur. Bu durumun altında yatan nedenler incelendiğinde çocuğun fiziksel uyaranlara maruz kalmaması yani çocuğa çok dokunulmaması, oyun oynanmaması ve bazı egzersizlerin yapılmamasının çocuğun kasları ve bu kasların ilişkili olduğu beyin bölgelerinde gelişimin zayıflamasına neden olduğu görülmüştür. Böylece yetimhanede bulunan çocuklar diğer çocuklara nazaran daha yavaş gelişim göstererek yürümeye geç başlamıştır.
Başka bir çalışmada aile sıcaklığından, sevgi ve ilgisinden mahrum olarak büyüyen çocukların ilerleyen yaşlarda herhangi bir engelle karşılaştıklarında ortaya çıkan stresi yönetebilme ve başa çıkma becerilerinde, yaşıtlarına nazaran daha zayıf oldukları gözlemlenmiştir. Kısacası bu çocuklar olayları çok daha hızlı travmatize edebiliyorlar ve olaylarla mücadele etmekte zorlanabiliyorlar. Bunun nedeni beynin duygularımızla ilişkili olan ve fazla stres hormonu salınımının önüne geçen sistemin bu çocuklarda yeterince gelişememesidir.
Bu ve daha pek çok örnek sıcak bir yuvanın gerekliliğini ve önemini anlamamızda bize yardımcı olacaktır. Elbette her durumda ve işte olduğu gibi ilgi ve sevgi konusunda da denge çok önemlidir. Aksi takdirde yüksek dozda verilen ilacın zehre dönüşmesi gibi bu durumda çocuğu zehirleyecektir. Bu hususlarda aşırıya kaçmak çocuğun bir birey olabilmesini ve kendi ayakları üzerinde durabilmesini, problemlerle baş etme ve çözüm üretme becerileni olumsuz etkileyecektir. Böylece çocuk hayatın zorlukları ile baş etmede güçlük çekebilecek ve yaşam kalitesi olumsuz anlamda etkilenebilecektir.
Hülasa, daha pek çok hususa ve konuya değinebiliriz. Lakin şimdilik bu kadarının sıcak bir yuvanın ve ailenin gerekliliğinin ve ne denli büyük bir nimet olduğunun anlaşılmasında bir nebze de olsa katkı sağlayacağı kanaatindeyim.
Küçük gibi görünen ancak kartopu misali büyük etkileri olan ve pek çok noktaya dokunan, bununla birlikte çocuğun fiziksel ruhsal ve duygusal gelişimini sağlayacak olan bu durumlarda ailenin ve tabi ki en başta annenin rolü çok büyüktür. Aile üyeleri bu konularda gereken hassasiyeti gösterip üzerine düşen rolleri hakkıyla yerine getirdiği takdirde daha mutlu olacak ve beraberinde de toplumda bu mutluluktan payını alacaktır. Elbette bu konularda üzerine düşeni yapmak kadar rolün devamlılığı ve sürekliliği de ayrıca dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Son olarak, bize en aciz olduğumuz bir durumdayken aile sıcaklığı ve sevgisini veren ve hiçbir karşılık beklemeksizin kullarına merhamet eden ve bu merhameti hissetmemizde anne, baba ve ailemizi vesile kılan Allah’a azze ve celle hamd eder ve O’nun habibine salat ve selâm ederim.
Çok sevdiğim ve beni ben olduğum için seven, olduğum gibi kabul eden ve hiçbir zaman sevgisinden şüphe etmediğim anneme yazdığım şiiri sizinle paylaşmak isterim. Bu şiiri zorlu dönemlerden geçtiğim ve yoğun duygular yaşayıp zorlandığım bir dönemde kaleme aldığımı da ayrıca belirtmek isterim.
Biliyor musun Anneciğim…
Burası çok soğuk, tıpkı acı çığlıklarla koridorları inleyen karanlık bir zindanın hücresi gibi.
Zaman durdu. Gecem ve gündüzüm yok oldu.
Odamın penceresinden içeri sızan ve tenimi ısıtan güneş artık yok.
Günün aydınlandığının haberini veren kuşlar artık ötmüyor.
Karanlığa boğulmuş daracık bir tabuttayım.
Sanki ölmeden gömülmüşüm gibi…
Üzerimde ölü toprağı ve hüznün birikmiş ağırlığı var.
Keşke sadece tabut sıksaydı beni.
Yürek acısı ve gönlün sıkışması daha ağırmış anneciğim.
Merhametli ellerinin gözyaşlarımı sildiği, engin gönlünden kopan sözlerin gönlüme su serptiği günleri özledim.
Belki ellerim ellerine kavuşmaz bu gözler seni görmez belki de sesini bir daha işitemem ama ebedi birlikteliğimiz pek yakındır.
O zaman bana sıkıca sarıl ve beni asla bırakma.
Sevgin aksın gönlünden yüreğime, merhametin hücrelerime işlesin ve ruhlarımız birleşsin sonra da bir kuş olalım.
Bir kanadı sen ol diğer kanadı ben.
Kanat çırpalım beraber mutluluk diyarlarına…
[1]. Kadının rahminin içinde oluşan ve bebeğin yaşamının devam etmesini sağlayan, hayati ve geçici bir organdır