Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2020 Şubat / 87. Sayı
Hamd; “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın” (Âl-i İmran, 103) ve “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Âl-i İmran, 104) buyruklarıyla Müslümanların birlikte olmalarının önemini Kur’an’da, bunlara benzer daha birçok ayet ile bildiren Allah’a,
Salât ve Selâm; “İslâm cemaatinden ayrılmayın, ayrılıklardan sakının. Çünkü şeytan tek kişiyle beraberdir, iki kişiden uzaktır. Kim Cennetin en güzel yerlerini arzu ederse, İslâm cemaatinden ayrılmasın. Kimi, yaptığı iyilik sevindiriyor ve kötülükleri de üzüyorsa o kimse mümindir.” [1]hadisi ile bizlere cemaat halinde olmayı tavsiye eden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e,
Allahu Teâlâ’nın rahmeti ve bereketi lütuf ve ihsanları; Kur’an ve Sünnet çizgisi üzere devam eden ve Müslüman cemaatlerle birlikte olan, hayırda yardımlaşan ve nasihatleşen müminlerin üzerine olsun.
“Cemaat rahmettir, tefrika ise azaptır”[2] buyruklarıyla rahmete kavuşmak isteyenlere çözüm yolunu gösteren Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, şeytandan korunmak isteyenlere sığınacakları en güvenilir barınak olarak cemaat ile birlikteliği tavsiye etmiştir. Bu hadis-i şeriften Müslümanların birlikte hareket etmelerinin rahmet ve kurtuluşa, ayrılıp parçalanmalarının ise azap ve felâkete sebep olacağı anlaşılmaktadır. Tek başına ve fert olarak kalanlara yanaşıp onları kendi safına çekeceğini belirttiği şeytana karşı yapılacak en iyi tavır ve karşı duruş; safını belli ederek İslam saflarındaki yerini almaktır. Ortada olmak, hiç kimseye karışmamak, nerede, kimin tarafında olduğu bilinmeyecek bir pozisyonda durmak, Müslümana yakışmaz. Müslüman kişi daima Allah azze ve celle’nin, Allah azze ve celle’nin taraftarlarının ve Allah azze ve celle’nin dininin yanında yer alır. Hak ehlinin tarafını tutar. Batıldan, batıl ehlinden ve batılın savunucularından uzak durur ve onlardan beri olduğunu her fırsatta ilan eder. Çünkü Hak ehli olmak önce batıldan ve tüm taraftar ve destekçilerinden “La” sözcüğüyle beri ve uzak olduğunu ilan etmekle, sonrasında da “illallah” kelimesiyle Hak tarafında olduğunun beyanı ile gerçekleşir. Yüce Rabbimiz de bu durumu Kur’an’da Hizbullah (Allah taraftarı) ve Hizbuş-Şeytan (şeytan taraftarı) şeklinde beyan etmiş, üçüncü ve ara bir gruptan bahsetmemiştir.
Yüce Rabbimiz, “Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin” (Bakara, 42) buyurarak bizlere Hak ve batılın birbirine karıştırılmamasını ve böyle bir düşüncenin Müslümanın akidesi içerisinde asla yer alamayacağını da bildirmiştir. Çünkü Müslüman nettir. Konjonktüre[3] göre şekil alan, her zaman ve zemine göre kılık değiştiren bukalemun karakterine sahip değildir. İslam’ın reddettiği ve asla kabul edemeyeceği fikir ve akımlardan kendini korur. Müslüman için ölçü tektir. İslam ne demişse onun için odur. Başkası asla onun hayatında yer almaz.
İşte bu akide üzere devam edebilmek ve kendini her taraftan kuşatan batıla karşı ayakta kalabilmek elbette ki tek başına pek zor olacaktır. Bu sebeple sağından, solundan, önünden, arkasından gelecek her türlü saldırıya karşı kendisine yardımcı olacak bir kitleye ihtiyaç duyacaktır. Aynı anda her yerden üzerine çullanacak düşmana karşı, kişinin tek başına kendini savunmasını düşünmek de büyük bir yanılgı olacaktır.
“Sonra, andolsun, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim (musallat olacağım). Sen de onların çoğunu şükredici (kimse)ler bulmayacaksın.” (A’raf, 17)
“Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur” (Nahl, 99) ayeti kerimelerinde de bahsedildiği üzere şeytan ve taraftarları her fırsatta Müslümana zarar vermek maksadıyla onun üzerine çullanacaklardır. Bu hak bir vaaddir. Ve bundan kurtuluşun tek yolu ise Hakiki iman ehlinden olabilmek, sadece Allah’a tevekkül etmek, Hakkın ve Hak ehlinin yanında yer almaktır. Çözüm; Allah taraftarı olmak ve bu tarafta kalabilmektir. Kaygan ve kaypak zeminlerden uzak durmak, kalpleri elinde tutan Yüce Allah’tan sebat istemek, dini üzere kalabilmeyi ve kalplerimizi kendisine itaate çevirmesini O’ndan istemektedir. Batıldan ve ehlinden uzaklaşma talebini her fırsatta, “Bizi sırat-ı müstakime (doğru yola) ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna; (yoksa) gazaba uğrayanların (Yahudilerin), ya da sapıtanların (Hristiyanların) yoluna değil.” (Fatiha, 6-7) sözcükleriyle namazlarımızda ve hayatımızın her anında tekrarlamaktır. Kendine değil sadece Allah’a güvenmek, dünyadaki taraftarlardan değil sadece Allah’tan medet beklemektedir.
Bu zikrettiğimiz sebeplerden ötürü Müslüman bir kişinin bu mücadeleyi kendisiyle aynı yolda bulunan ve omuz omuza aynı safta el bağladığı ve birbirine destek olduğu Kur’an ve sünnet odaklı bir cemaatle birlikte sürdürmesi, onun için en önemli vazifedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Müslüman bir cemaatin küçük bir numunesi olan namazdaki cemaatleşmeyi önemsemiş, safların sık ve düzgün olmasını birlikteliğe hamletmiş, safları bozuk olanların kalplerinin de bozulacağına vurgu yapmıştır.
“Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur.”[4]
“Saflarınızı düzeltiniz, yoksa Allahu Teâlâ’nın aranıza düşmanlık sokacağını iyi biliniz.”[5]
Namazda dahi Müslümanların birlikteliğini bu kadar önemseyen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Müslümanların kulluk imtihanlarını verdikleri şu dünya hayatındaki birlikteliklerini de önemsemiş ve Müslümanlara bu yolla nasihatte bulunmuştur. Öyleyse Müslümanlara düşen, Peygamberleri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in nasihatlerini dinlemek ve bu yolda birbirine kenetlenmiş bir şekilde ve bir vücudun azaları gibi olması gereken yerde bulunmaktır. Tek başına hiçbir uzuv bir işe yaramaz. Vücutla bağını koparan hiçbir uzvun hayatta kalması mümkün değildir. Vücutla irtibatsız eller ne işe yarar? Ayaklar, kollar ne işe yarar? Velev ki baş olsa neye yarar? Bunların hepsi birlikte olursa o zaman hayatiyet bir anlam kazanır. Varlık o zaman devam eder. İşte o zaman eller ve ayaklar, kollar ve baş kendine düşeni yapar. Vücuttaki vazifelerini ifa ederler. Uzuvlardan birinin bile olmaması hayatı ne kadar da sekteye uğratır!
Bunun gibi her bir misal bizler için bir numune-i imtisaldir. Yeter ki bizler onlardan bir anlam çıkarmasını bilelim. Bir vücut gibi bütün azalarımızla bütünleşelim. Acıda ve kederde sevinçte ve mutlulukta birlikte gülmeyi ve birlikte ağlamayı bilelim.
Konumuzla ilgili olarak Ebû Saîd Sa’d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir rahibi gösterdiler. Bu adam rahibe giderek:
– Doksan dokuz adam öldürdüm. Tevbe etsem kabul olur mu? diye sordu. Rahip:
– Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi, tevbesinin kabul olup olmayacağını sordu. Âlim:
– Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allahu Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.
Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli geldi. Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
Rahmet melekleri:
– O adam tevbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler.
Azap melekleri ise:
– O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki, dediler. Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler. Hakem olan melek:
– Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa adam o tarafa aittir, dedi. Melekler iki mesafeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.”[6]
Sahihi Müslim’deki bir başka rivayete göre:
“O kimse iyi insanların yaşadığı köye bir karış daha yakın olduğundan oralı sayıldı.”
Sahihi Müslim’deki bir diğer rivayete göre:
“Allahu Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye yaklaşmasını, meleklere de iki mesafenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın beriki köye bir karış daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi.” Bir başka rivayette ise:
“Adam göğsünün üzerinde öteki köye doğru ilerledi.” denilmektedir.
Katilul Mie (Yüz kişiyi öldüren kişi) ile ilgili zikrettiğimiz bu hadiste de gördüğümüz gibi günahlardan uzaklaşmak ve tevbeyi, nasuh bir şekilde yapabilmek kişinin ilk önce batıldan uzaklaşması ve ardından salihlerin içinde bulunduğu topluluklara katılması veya o tür beldelere hicret etmesiyle mümkündür. Aynı zamanda bu hicretin sadece vücutla değil kalple de olması gerekmektedir ki istenen neticeyi verebilsin.
Batılın içinde bulunmaya devam edildiği müddetçe tevbe zorlaşacağı gibi, Salihlerin hayatını yaşamak da bir o kadar zorlaşacaktır. Bu yolda etrafta bulunan batıl taraftarlarının telkinleri hiçbir zaman hak ve doğru olamayacaktır. Çünkü Batıl, adı üstünde batıldır. Ondan, Hakkı övmesini ve hakkı söylemesini beklemek mümkün değildir. Öyleyse çevremizde Batılın bulunduğu ve Hak ehlinden mahrum beldelerde veya cemiyetlerde Hak üzere kalmak mümkün olabilir mi? Hakkın söylenmediği ve Hakkın konuşulmadığı ortamlarda Hak hatırlanabilir mi? Hakka göre yaşayanların bulunmadığı yerlerde Hak yaşanabilir mi? Sırat-ı Müstakim üzere olunabilir mi? Hak ehli olmayanların başlarına gelecek azaptan onların içindeyken emin kalınabilir mi? Oysa bakınız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne buyurmaktadır: “Allahu Teâlâ bir kavme azap indirdiğinde azap içlerinde olan herkese isabet eder. Sonra amellerine göre diriltilirler.”[7]
Öyleyse Hak ehlinin olduğu beldelere veya cemaatlere katılmanın, iman üzere kalabilmek için ne denli önemli olduğunu bilmeli ve buna göre davranmalıyız. Bir gün batılın yanında, diğer gün hakkın, bir saat batılı konuşmak ve övmek, diğer bir saatte ise hakkı hatırlamak bizleri değiştirmeyeceği gibi daha da haktan uzaklaştıracaktır. Şeddad radıyallahu anh’dan rivayet edilen hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, Rabbimizden yaptığı rivayet bu durumu izah eder.
“Ben ortakların en hayırlısıyım. Kim bana bir şeyi ortak koşarsa, bedeni, ameli, azı veya çoğu ne olursa olsun bana ortak koşulan kişiye havale ederim. Çünkü ben ondan daha zenginim.”[8]
Dolayısıyla bazen hak bazen batıl üzere olmak Rahmeti Rahman’dan uzaklaşmaya ve yalnız kalmaya sebep olur.
Maalesef günümüzde bazı kimseler batıl üzere bulunduklarını bilmelerine rağmen, nefislerinin şehvetleri ve şeytanın aldatması neticesinde batıl üzere devam etmekte ve bir türlü tevbe etmeye yanaşmamaktadırlar. Bu tür kimseler batılla hakkın hiçbir zaman yan yana olamayacağı bilincindedirler. Bu sebeple şehvetlerinin esaretlerinden kurtulmadan hakkı yaşayamayacaklarını gayet iyi bilirler. Ne zaman şehvetlerinden kurtulurlarsa, işte o zaman halisane bir şekilde Allah azze ve celle’ye yönelecekleri temennisi ile hayatlarını sürdürürler. Bu kimseler için Rabbimizden duamız; bir an önce onları şehvetlerinin esaretinden ve şeytanın aldatmasından kurtarmasıdır.
Diğer bir kesim ise Hak ile batılı birlikte yaşamaktan hiçbir rahatsızlık duymazlar. Müslüman olduğunu söylerken şeriata sövmekten çekinmezler. Allah’ın dininin hâkim olması düşüncesinde olduğunu söylerken ona muhalif olan beşerî nizamlardan ve onlarla iç içe bulunmaktan kaçınmazlar. Bir taraftan Allah’ı yüceltip “Allahu Ekber” derken diğer taraftan söylemleri ve eylemleri ile batılın en büyük taraftarlığını ve destekçiliğini yaparlar. Batıl ehlinden daha fazla İslam’a tavır alırlar. İslam’ı kendi pencerelerinden, görmek istedikleri şekilde görmek isterler. Dini, kendi aciz akıllarına göre yorumlamaya ve sınırlandırmaya çalışırlar. Böyleleri bize göre biraz önce zikrettiğimiz ilk gruptan daha tehlikelidirler. Çünkü onlar batıl üzere olduklarını kabullenmedikleri gibi diğer taraftan da bu batıllarına hak kisvesi giydirmeye çalışmakta ve hakikatin kendi inandıkları gibi olduğuna diğer insanları da inandırmaya çalışmaktadırlar. Bu tür kimseler için de Yüce Rabbimizden duamız, onları bu yanlışlıklarından döndürmesi ve hatalarının farkına varmalarını sağlamasıdır ki böylece hem kendilerine hem de kendileri gibi olmalarını istedikleri kimselere zarar veremesinler.
Yukarıda zikrettiğimiz hadiste de belirtildiği gibi cennetin en güzel yerlerini, bolluk ve rahatlığını ve genişliğini arzu edenlerin, sımsıkı tutunmaları gereken en sağlam kulpun cemaat olduğu bilincinde olmaları da gerekir. Nasıl ki cemaatle eda edilen ibadetlerde yirmi yedi kat gibi fazladan ecir elde ediliyorsa cemaat ile birlikte olmaktan elde edilecek fayda ve bereketler de bir o kadar fazla olacaktır inşallah. Yeter ki ihlas ve samimiyetimizi muhafaza edebilelim. Ve cemaat şuurunun rahmete vesile olacağı bilincinde olalım.
Kur’an ve Sünnet odaklı sahih bir cemaatle birlikte olmanın vereceği faydalardan birisi de bizlerde otokontrolü sağlamasıdır. Böylece günahlar pervasızca aleni bir şekilde işlenemeyecek, yapılan yanlışlara hızlı bir şekilde müdahale edilebilecektir. İnsanlar yanlış yaptıklarında onları Hakka çevirecek kimselerin olması ne kadar da güzeldir. Hem dünyanın hem de ahiretin maslahatına ameller işlemek için, cemaat büyük bir önem arz eder. Güzel, temiz ve mutlu bir hayatı kucaklayıp ömür boyu bahtiyar yaşamanın şartı, içinde salih insanların bulunduğu bir cemaatle birlikte olmaktır.
Şunu unutmamalıyız ki kişi kıyamet gününde sevdiği kimselerle birlikte olacaktır.[9] Öyleyse dünyada kimleri seviyor ve birlikte oluyorsak kıyamette de onlarla birlikte olacağımızın şuuru içinde olmalı ve Kur’an ve sünnet odaklı bir cemaatle birlikte bulunmaya özen göstermeliyiz.
“Şu halde Cemaate devam ediniz. Muhakkak ki sürüden ayrılan koyunu kurt yer.”[10]
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am, 153)
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa, 115)
[1]. 57 Tirmizî, Fiten, 7, hadis no: 2165. Tirmizî, hadis hakkında: Bu, hasen sahih garib hadistir, demiştir.
[2]. Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybanî, el-Müsned, nşr. Şuayb el-Arnaut vd.
Beyrut, 1998; IV, 278
[3]. Her türlü durumun ve şartın ortaya çıkardığı sonuç.
[4]. Müslim, Salât, 122
[5]. Buhârî, Ezân 71; Müslim, Salât 127.
[6]. Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48.
[7]. Buhari, Müslim.
[8]. Rivayetleri çeşitli olan bu hadisi bilhassa Ahmed b. Hanbel, Müslim, Beyhakî kaydetmiştir.
[9]. Tirmizi, Hasen ve Sahih bir hadistir.
[10]. Ebu Davud, Salât, 46; Ayrıca bk. Nesai, İmamet,48.