Rıza-İ Bari’ye Ulaşmanın Vesileleri

Gündem – Mahmut Varhan / 2012 Aralık / 1. Sayı

Allah Teâlâ’ya hamd, Rasulullah aleyhisselâm’a  salat ve selam olsun.

Bilinmelidir ki Allah Teâlâ tarafından yoktan yaratılan ve her türlü nimetle rızıklandırılan insanın, en temel gayesi ve onun için en büyük şeref ve kıymet Mevlâsını razı etmesidir. Mevlâ Teâlâ’yı razı etmenin yolu da, O’na teslim olmak ve boyun eğmektir. Bizim için razı olduğu din-i mübin’i/İslam’ı kâmilen yaşamaktır. Mevlâ Teâlâ’ya teslimiyet ve kulluğumuz kemale erdikçe, O’nun katındaki değerimiz de artacaktır.

Biz bu genel kaideyi biraz daha açıklığa kavuşturmak için, Allah Teâlâ’nın rızasına ulaştıran amelleri maddeler halinde özetlemeye çalışacağız:

İtikad–İbadet–İhsan: Allah Teâlâ’nın bizden istediği, O’nun din-i mübinini bir bütün olarak yaşamamızdır. Böylece kâmil bir Müslüman şahsiyete sahip oluruz. İşte bu da meşhur Cibril hadisinde beyan edildiği üzere iman/itikad, İslam/ibadet ve ihsan mertebelerini birlikte gerçekleştirmeye bağlıdır. Peygamber aleyhisselâm imanı, erkan-ı imaniye; İslam’ı, İslam’ın temel beş şartı ve ihsanı da “Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etmen, sen onu görmüyorsan da muhakkak o seni görmektedir” şeklinde tarif etmektedir. Böylece ihsanın, iman ve İslam mertebelerinin ruhu mesabesinde olduğunu görüyoruz. İhsan mertebesi, muhabbet, havf, reca, tevekkül, haşyet, murakabe ve benzeri pek çok kalbi makamları kapsamaktadır. Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyede en fazla üzerinde durulan iman ve Salih amel birlikteliği de bu üç mertebeyi kapsamaktadır.

2-Kur’an-I Kerim ve Sünnet-i Seniyyeye İttiba Etmek: Allah Teâlâ’nın razı olduğu hususları bizlere beyan eden Allah’ın kelâmı olan Kur’an-ı Kerim ve onun hayata tatbik şekli ve açıklaması olan sünnet-i seniyyedir. Dolayısıyla rıza-i Bâri’ye ulaşmak, ancak bu iki asla tabi olmakla mümkün olur. Zaten din, bid’atlerden sakınarak Kur’an ve sünnete ittibadır. Nitekim yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. De ki: Allah’a ve peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah, kafirleri sevmez.” (Al-i İmrân: 31-32).

İlim ve Amel: Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyeye ittiba etmek ve bid’atlerden sakınabilmek için ilim şarttır. Esasen cahiliyeye savaş açan İslam, tamamen ilim üzerine kaimdir. Fakat ilim, ilim için değil; Allah rızası ve amel etmek içindir. Bundan dolayı peygamber aleyhisselâmın faydasız ilimden Allah’a sığındığını, Allah Teâlâ’dan faydalı ilim ve makbul bir amel istediğini görüyoruz. Nitekim en fazla yaptığı dualardan biri şudur:  “Allah’ım! Fayda vermeyen bir ilimden sana sığınıyorum…” (Müslim). Yine sabah namazından sonra şöyle niyaz ediyordu: “Allah’ım! Senden faydalı ilim, kabul edilen amel ve güzel/helal rızık istiyorum.” (Müsned, İbn-i Mâce; Sahih)

Emr’i Bi’l-Ma’ruf- Nehyi Ani’l-Münker ve İslam’a Davet Etmek: Allah Teâlâ Müslümanın salih olması ile yetinmemiş, müslih/ıslah edici olmasını da istemiştir. Bu da, Allah’ın emirlerinde gevşeklik yapıldığını ve Allah’ın yasaklarının çiğnendiğini gördüğü zaman Allah için öfkelenmesi ve emr’i bi’l-maruf-nehyi ani’l-münker vazifesini yerine getirmesiyle olur. Küfür, şirk ve cahiliye bataklığında insanların boğulduğunu gördüğünde, onları mutlak hayır ve kurtuluş olan İslam’a davet etmesiyle olur. Ancak bu sayede Allah’ın gazab ve lanetinden emin olup, yüce Mevlâ’nın rahmet ve rızasına nâil olur. En azından yüce Mevlâ’nın katında bir mazereti bulunur. Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte onlardır.” (Al-i İmrân: 104). “ Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: iyiliği emreder, kötülüğe mani olursunuz. Ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmrân: 110)

İslâm binasının temeli sayılan ve İslâm’ın bekâ ve muhafazasının kendisine bağlı olduğu bu fariza, uzun zamandan beridir ihmal edilmiştir. Özellikle de Rasulullah aleyhisselam’ın: “En faziletli cihad zalim yöneticinin yanında adalet (hak) sözünü söylemektir.” (Ebu Davud, Tirmizi (hasen), Nesai; sahih)diyerek övdüğü; zalim yöneticilere karşı hakkı haykırmak neredeyse unutulmuştur. Bunun neticesinde de İslam toplumları bozulmuş ve her tarafı fitne ve fesad istila etmiştir. Allah Teâlâ bu farizayı ihya etmeye biz Müslümanları muvaffak eylesin.

Allah Yolunda Cihad Etmek: Allah Tealanın, imandan sonra en çok sevdiği amellerin zirvesi O’nun yolunda cihad etmektir. Zira Allah yolunda cihad etmenin, Allah’ın kelimesini/şeriatını yücelterek kafirlerin sistem/nizam ve hukuklarını alçaltmak, zalimlerin zulüm ve azgınlıklarına izzet ve kuvvet ile mukabele etmek, yeryüzünden şirk, küfür ve zulmü kaldırıp, tevhid, İslam ve adaleti hakim kılmak, mazlum ve mustaz’af Müslümanları koruyup kurtarmak ve daha pek çok hikmetleri vardır. Hülasa yeryüzünde tevhid, İslam, adalet ve rahmetin yayılıp hakim olmasının yolu bütün şekilleri ile Allah yolunda cihad etmektir. Toplumlar ile İslam daveti arasında bulunan zulüm surları ancak cihad etmekle yıkılır.

Rabbimiz celle celaluhu şöyle buyurmaktadır: “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar! Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rızaya ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler.Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır. Muhakkak ki en büyük mükâfat Allah’ın yanındadır”. (Tevbe:20-22). “Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, Kendi yolunda savaşanları sever”. (Saff: 4) .

Allah Yolunda Şehid Olmak: Şehadet, yüce Mevlâ’nın yolunda cihad etmenin pek tatlı bir meyvesi ve i’la’i kelimetullah davasının çok büyük bir mükafatıdır. Şehadet, rıza-i Bari’ye ve velayet mertebesine ulaşmanın en kestirme ve emin yoludur.Peygamberlerin ve sıddıkların mertebesinden hemen sonra gelen pek büyük bir makamdır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan (müstakbel şehitlere), “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair de müjde vermek isterler. Onlar Allah’ın nimeti ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler”. (Al-i İmran:169-171).

el-Velâ ve’l-Berâ : İmanın kemali, en sağlam kulpu ve Allah’ın velisi olmanın yolu Allah’ın, Rasulüllah’ın ve müminlerin velayetine girmek; Allah’ın düşmanları olan Yahudi, Hristiyan, müşrik ve münafıklardan beri olmak ve onlara düşmanlık etmektir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir milletin, Allah’ın ve Rasulü’nün karşısına çıkan kimseleri, isterse o kimseler babaları, evlatları, kardeşleri ve sülaleleri olsun, sevip dost edindiklerini göremezsin.  İşte Allah onların kalplerine imanı nakşetmiş ve Kendi tarafından bir ruhla onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, hem de ebedî kalmak üzere yerleştirecektir.  Allah onlardan, onlar da O’ndan razıdırlar. İşte onlar Allah’ın tarafında olanlardır. Ve iyi bilin ki, felaha erenler, Allah’ın tarafında yer alanlar olacaklardır”. (Mücadele: 22)

Ebu Umame’nin rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmaktadır: “Her kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için alıkoyarsa; muhakkak ki o imanını kemale erdirmiştir.” (Ebu Davud; Sahih)

Takva Elbisesine Bürünmek: Takva, Allah’dan bir nur ile basiret üzere Allah’ın evamirini imtisal ve Allah’dan bir nur ile basiret üzere Allah’ın yasaklarından ictinab etmektir. Takva, en hayırlı azık ve korunaklı bir zırhtır. Takva, olmazsa olmaz şartından kemaline doğru şirk, küfür ve nifaktan; bidatlerden, özellikle kibir, gurur, ucb, riya, hased, yalan, gıybet ve diğer büyük günahlardan; küçük günahlardan, mekruh ve şüpheli olan şeylerden fazla mübahlara dalmaktan sakınmaktır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allah muttaki olanları sever.” (Tevbe: 4)

“ Muhakkak ki Allah takvalı olanlarla ve iyilikte bulunanlarla beraberdir.” (Nahl : 128)

“Elbette ki Allah nezdinde en şerefli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.” (Hucurât: 13)

 Güzel Ahlak: Yüce Mevla’nın rızasını elde etmenin en önemli bir vesilesi de güzel ahlak sahibi olmaktır. Güzel ahlak güler yüzlü olmak, iyilikte bulunmak ve eziyette bulunmamaktır. Haya, iffet, şecaat, tahammül, öfkeyi yutmak, affetmek, hilm, hikmet, sabır, adab-ı muaşeret ve adalet güzel ahlakın temel esaslarıdır. Bu faziletlerle süslenenler, Allah Teala’nın hakkında:  “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzeresin.” (Kalem: 4) buyurduğu Rasul-i Ekreme en yakın insanlar olacaklardır. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisi şerifte Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmaktadır: “Mü’minlerden imanı en kamil olanlar, ahlakları en güzel olanlardır.” (Ebu Davud; Sahih)

Zikir-Dua-Tilavet :Bu ameller, mü’minin ulvi alemle irtibatını sağlayan ve Mevla Teala ile bağını sürekli zinde tutan en faziletli amellerdendir. Zira zikir, iblis ve askerlerine karşı mü’minin sığındığı en sağlam bir kaledir. Şeytanlara karşı korunmanın, onların vesvese ve kışkırtmalarından emin bir şekilde huzur-u ilahiye çıkmanın vesilesi zikirdir. Bunun içindir ki yüce Mevla şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir.” (Ankebut: 45)

“Öyleyse beni anın ki, Ben de sizi anayım…” (Bakara: 152)

Nefsin gurur ve kibrini kırmanın, nefsin aciz, fakir, zayıf ve muhtaç olduğunu ikrar ve itiraf etmenin yegane vesilesi de dua etmek, yalvarıp yakarmaktır. Dua aciz, fakir, zayıf ve muhtaç olan insanın; Kadir, mutlak zengin, aziz ve Samed olan Rabbü’l –âlemin ile kuvvetli bir intisabı, irtibatı, istinad ve istimdadıdır. İşte bunun içindir ki Peygamber aleyhisselam: “Dua, ibadetin ta kendisidir” buyurmaktadır. (Ebu Davud, Tirmizi; Hasen-Sahih)

İnsi şeytanlardan ve tağutların şerlerinden, hile ve desiselerinden kurtulmanın yegane çaresi ilahi kelama sığınmak, onu hakkıyla tilavet etmek, onu kavramak ve gereğince amel etmektir. Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar var ya, işte ona iman edenler onlardır. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır.” (Bakara: 121)

Nafile İbadetler: Farzlardan sonra Allah Teâlâ’ya en fazla yaklaştıran ve O’nun rızasını kazandıran ameller, nafile ibadetlerdir. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisi şerifte Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Her kim Benim bir velime düşmanlık ederse, Ben ona savaş açarım. Kulum Bana, Benim ona farz kıldıklarımdan daha sevimli bir şeyle yaklaşmış olmaz. Kulum nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Öyle ki Ben onu severim. Ben onu sevdiğim zaman onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer Benden isterse, ona veririm; şayet Bana sığınırsa, onu himaye ederim.” (Buhari)

Nafile ibadetlerden özellikle namaz/gece namazı, oruç ve sadaka/infak ile çokça meşgul olmak gerekir. Muaz b. Cebel’in rivayet ettiğine göre Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurdular: “Hayrın kapılarını sana göstereyim mi? Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür/siler. Kişinin gecenin içinde kıldığı namaz.” Sonra şu ayeti okudu: “Gece teheccüd namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar, korkarak ve ümit ederek Rabb’lerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar.
Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlığı nimetlerin saklı olduğunu hiç kimse bilmez.”
(Secde: 16-17) (Tirmizi; Hasen-Sahih)

Yetimleri ve Muhtaçları Gözetmek: Allah Teâlâ sadık ve muttaki mü’minlerden: “Sevdiği mallardan, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara, dilencilere ve köle azat etmeye veren”(Bakara: 177) şeklinde bahsetmektedir. Rasulullah aleyhisselam da şöyle buyurmaktadır: “Kendisinin ya da başkasının yetiminin bakımını üstlenen kimseyle ben, cennette şu ikisi – şehadet ve orta parmağını işaret ederek – gibi olacağız.” (Müslim )

“Dul ve yoksulun geçimini üstlenen kimse, Allah yolundaki mücahid gibidir.” Zannederim şöyle de buyurdu: “Gevşeklik göstermeden (gece namazında) kaim olan ve ara vermeden oruç tutan kimse gibidir.” (Buhari-Müslim).

“Bana zayıflarınızı arayıp bulun! Muhakkak ki sizler ancak zayıflarınız/düşkünleriniz vesilesiyle rızıklandırılıyor ve yardım ediliyorsunuz.” (Ebu Davud; Sahih) 

Dullar, yetimler ve yoksullar diyarı haline getirilen İslam âleminde yaşayan biz Müslümanların, bu ve benzeri nasslar üzerinde düşünmeye ne kadar da ihtiyacımız var!

 Sabır ve Şükür: Yüce Allah’ın rızasını elde etmeyi sağlayacak amelleri işlemek hususunda insanın en büyük yardımcısı sabır ve şükürdür. İmanın yarısı sabır, diğer yarısı da şükürdür. Çünkü insan hayatı ya nimete mazhar olur veya mihnete maruz kalır. İşte nimet esnasında şükür, mihnet zamanında da sabır iki kanat gibi insanı rıza-i Bâri’ye ulaştırır. Nitekim Süheyb b. Sinan’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmaktadır: “Mü’minin durumuna şaşılır. Muhakkak onun her durumu onun için hayırdır. Mü’minden başka hiç kimse için bu hal geçerli değildir. Şayet ona sevindirici bir nimet isabet ederse, şükreder ve bu onun için hayır olur. Eğer ona sıkıntı verici bir musibet isabet ederse, sabreder ve bu da onun için hayır olur.” (Müslim)

Tevazu-Merhamet-Hürmet : Allah Teâlâ’nın rızasını ve rahmetini en fazla celbeden hususlardan birisi de kulun mütevazi olması, insanlara karşı merhametli olması ve hürmet etmesi gerekenlere ihtiramda bulunmasıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ , affetmesi sebebiyle bir kulun ancak izzetini artırır. Bir kişi Allah için mütevazi olursa, muhakkak Allah Teâlâ onu yüceltir.” (Müslim)

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah Teâlâ da merhamet etmez.” (Buhari-Müslim)

“Rahman, merhametli olanlara rahmet eder. Yeryüzü halkına merhamet edin ki, gökte bulunanlar da size merhamet etsin.” (Ebu Davud-Tirmizi; Sahih)

“Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün şerefini/hakkını bilmeyen bizden değildir.” (Ebu Davud-Tirmizi; Sahih)

Salihlerle Beraber Olmak: Allah Teâlâ’ya itaat etmek ve O’nun rızasını elde etmek hususunda insanın en önemli yardımcılarından biri de sadık, Salih ve müttaki arkadaşlardır. Zira insanın çevresinin ve arkadaş ortamının insan üzerinde ciddi bir tesiri bulunmaktadır. İşte bunun içindir ki Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz.” (Tevbe: 119) Rasulullah aleyhisselam da şöyle buyurmaktadır: “Sadece mü’min ile arkadaşlık yap ve yemeğini de ancak takva sahibi kimse yesin.” (Ebu Davud-Tirmizi; Hasen)

“Kişi dostunun/arkadaşının dini/yaşantısı üzeredir.Dolayısıyla sizden biri kiminle dostluk/arkadaşlık yaptığına dikkat etsin.” (Ebu Davud-Tirmizi; Hasen)

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Allah’ın rızasını elde etmek, O’nun razı olduğu dinini bir bütün olarak yaşamak ve tamamen O’nun boyası ile boyanmakla olur. Bizim burada genel hatlarıyla belirttiklerimiz ise, bu gaye’i ulyaya ulaştıran bazı vesilelerdir. Allah Teâlâ bizleri bu yüce gayeye ulaştırsın. Bu konuda şu ayet-i kerime ne kadar da dikkati mucibtir: “Allah (Teâlâ) imân sahibi olan erkeklere ve kadınlara içinde ebedîyen kalıcılar olmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde pâk ikâmetgâhlar vaad buyurmuştur. Ve Allah (Teâlâ) tarafından olan bir rıza ise, daha büyüktür. İşte en büyük necât da budur.” (Tevbe: 72)