Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2019 Mayıs / 78. Sayı
Allah’ın katında kulların dereceleri olduğu gibi günlerin ve ayların da dereceleri vardır. Ne var ki; kullukta derece takva ile günlerde ise tayin iledir. Bir kulu diğerinden üstün kılan yegâne ölçü imandır. İman ise her daim aynı seviyede değildir. Bu nedenle kullar değişken olan imanlarına göre bazen üst makamlarda bazen de alt sıralarda olabilirler. Ancak gün ve ayların derecelerinde böyle bir değişkenlik söz konusu değildir. Çünkü o makamlar bizzat Allah celle celaluhu tarafından tayin edilmiş olduğu için kıyamete kadar üstünlüğünü korumaya devam edecektir.
Rabbimizin tayin ettiği önemli zaman dilimlerinden birisi de “Ramazan Ayı”dır. Ramazan ayının fazileti, Kur’an kendisinde indirildiği için midir yoksa oruç ibadetinden mi ötürüdür bilemiyoruz. Ancak bu ay, rabbimizin övgüsüne mazhar olmuş ve Kur’an’da zikredilmeye değer görülmüş tek aydır. Ramazan, bu özelliklerinden dolayı Müslümanlar arasında da diğer aylardan üstün tutulmuş, çeşitli uygulamalarla farkını ortaya koymuştur. Böylece bu ay oruç tutan için de tutmayan için de diğer tüm aylardan bariz bir şekilde ayrılmıştır.
Ancak, Müslümanlar tarafından sergilenen bir durum var ki; onca ihtişamla karşılanması ve yaşanmasına rağmen bu ayın boynunu bükük bırakmaktadır. Zira Müslümanların Ramazan’a karşı tutumu; misafirini güzelce ağırlayıp uğurlayan sonra da onu hiç arayıp sormayan ev sahibini andırmaktadır. Bir misafiri sonrasında unutma ayıbı, onu muhteşem bir şekilde ağırlama güzelliğini gölgede bırakmaktadır. Günümüzde de ramazanlar iftar ve sahurlar ile süslenmekte, camiler cemaat ile şenlenmekte, imanlar ibadet ile güçlenmekte; ancak sonrasında sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi bir hissiyat içine girilmektedir. Ramazan’da her gün Kur’an okuyup ta sonrasında Kur’an’ın yüzüne bakmayan, teravih namazlarını hatimle kılıp ta sonrasında caminin yolunu unutan kimse Ramazan’ı anlamamış demektir. Ramazan’ı idrak etmek sadece sahura kalkıp hurmayla iftar açmak değildir. Ramazan, sadece bir ay ismi değil senenin tamamını kuşatan bir ruhun adıdır. Ramazan ruhu sadece bir aya sığdırılamaz. Çünkü bu ruh, sürekli Allah ile hemhal olmayı, Kur’an ile yakın olmayı gerektirir. Ramazan’dan geriye kalacak olan şey budur. Eğer kişi Ramazan ile bunlara ulaşamamışsa korkulur ki onun yanına kar kalan açlık ve susuzluktan başka bir şey değildir.
Öyleyse, Ramazan nedir ve nasıl anlaşılmalıdır? Öncelikle bu soruya doğru bir karşılık verilmelidir. Çünkü bu mübarek ayı ve bize kazandırdıklarını anlamayan kişi elbette Ramazan’ı sadece otuz günün adı olarak değerlendirecektir.
Ramazan, günahlardan arınmak için sunulan bir fırsattır
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” [1]
“Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan kişinin burnu sürtülsün.” [2]
Ramazan, affolunmak için insana açılmış bir rahmet kapısıdır. Ramazan’ı ibadetle geçiren kişi belini büken yüklerden arınmış olarak çıkar bu aydan. Esasında bu aya Ramazan isminin verilmesi de bu hakikate binaendir. Ramazan, kelime anlamı olarak yanıp kavrulmayı ifade eder. Sıcağın altında kavrulup oruç tutan Müslümanın bu aydaki ibadeti günahları yakıp kül ettiği için bu isim verilmiştir.[3] Sadece isimlendirilme şekli bile tek başına birçok şeyi anlatmaya yetmektedir. Bin bir zahmet ile oruç tutup günahlarından arınmış bir kimsenin tekrar aynı hatalara dönmesi, aynı şeyleri kendine yük etmesi şaşılacak işlerdendir doğrusu.
Ramazan’dan maksat kişinin takvaya ulaşmasını sağlamaktır.
Bakara Sûresi’nde rabbimiz Ramazan orucundan maksadın kişinin takvaya ulaşması olduğunu bildirmektedir:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde farz kılındı ki, takvâya ulaşasınız.”[4]
Ayette geçen takvaya ulaşmak tabiri kişinin göstermiş olduğu yoğun çabayı ifade eder. Yani kişi müttakilerden olabilmek için sürekli, yoğun bir çaba içine girmelidir. Bu ise sadece Ramazan’ı ibadetle geçirip sonrasında nefsi hevaya teslim etmekle gerçekleşecek bir maksat değildir. Kişi Ramazan ayında olduğu gibi diğer zamanlarda da çaba sarf etmeli ki takva sahiplerinden olabilsin.
Ramazan şeytanların zincirlere vurulduğu bir aydır
Şeytan insanı hayır yollarından engellemek ister. Bunun için akla gelmedik vesveseler verir, hileler düzenler. Onu bu yoldan alıkoymak için önünden, ardından, sağından, solundan sıkılmaksızın yaklaşır. Kimi zaman da başarılı olur. Çünkü zayıf imanlı kimseler onun için kolay müşteridir, ağlara hemen takılırlar. Ancak, Ramazan ayı şeytanlar için hedeflerine ulaşamadıkları zorlu bir aydır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bildirmesine göre; “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”[5]
Bu açıdan Ramazan, insanlık için tam bir ganimet ayıdır. Zira hem düşmanların eli kolu bağlı hem de rahmet kapıları sonuna kadar açıktır. Akıllı bir Müslüman, Ramazan ayında düşmanının prangalarından kurtulmasını bilir ve yılın diğer aylarına hür bir şekilde başlar.
Kişinin Ramazan ayında yakaladığı manevi hazzı diğer zamanlara taşımamasının ya da taşıyamamasının tek sebebi Ramazan’ı tam olarak kavrayamamış olması değildir. Bunun bir diğer sebebi de bölünmüş, sıkıştırılmış seküler bir din anlayışına sahip olmaktır. Maalesef günümüzde insanların birçoğuna göre İslam belirli mekân, gün ve gecelere hapsedilmiş bir dindir. İnsanımızın kahir ekseriyeti cumadan cumaya namaz kılmakta, camilere sadece kandil gecelerinde gitmekte, Kur’an’ı cenazeden cenazeye okumaktadır. İşin daha da vahimi bu kadarcık yapılanı cennet için yeterli görmeleridir. Bu zihniyete sahip bir kimse için durum Ramazan’da da değişmeyecektir. Ramazan geldiğinde oruçlar tutulacak, ilk 10 günde teravih namazına gidilecek, kadir gecesinde de bir kandil simidi dağıtılacak ve böylece tüm yılın ibadeti peşin olarak ödenecektir.
İslam, insanın hayatının başından sonuna kadar her anına taliptir. İyiler için sonsuz bir hayatın karşılığı olan cennete yılın sadece belirli günlerine hasredilmiş ibadetlerle girebilmek hiç de adilane olmayacaktır. Bu zihniyet, dini sadece pazar günü ayinleriyle sınırlı görüp hayatın diğer alanlarından onu söküp atan Avrupa zihniyetidir. Unutmayalım ki; bizler İslamiyet’i kabul ederek aslında hayatın her alanında Allah’ı celle celaluhu tek otorite kaynağı olarak ilan etmiş oluyoruz.
Ramazan’da ibadetleri arttırıp sonrasında rehavete kapılmanın bir diğer sebebi ise; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayındaki ibadet hayatını yanlış anlamaktan kaynaklanmaktadır. Zira kaynaklarda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayına girildiğinde ibadetlerini bariz miktarda arttırdığı geçmektedir. Sahabe efendilerimizin anlattığına göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ramazan ayının son on günü gelince geceleri ibadetle ihya eder, ailesini uyandırır, kulluğa soyunup paçaları sıvardı.” [6]
Gündüzleri oruçlu geçiren, gecelerin bir kısmını namazla ihya eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem özellikle Ramazan’ın son 10 gününü itikaf ile geçirerek insanlardan uzaklaşır, dünyalık işleri azaltır ve kendisini yalnızca rabbine yöneltirdi. Yine bu ay içinde her gün Cebrail’e aleyhisselâm Kur’an’ı Kerim’in o ana kadar indirilen kısmını arz eder ve Cebrail’in mukabelesini dinlerdi. Hatta bu yoğun ibadet hayatı vefat ettiği senenin Ramazan ayında iki kat artmış, 10 günlük itikaf 20 güne çıkmış, bir mukabele iki sefer olarak yerine getirilmişti.
Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan ayında ibadet hayatındaki artışı İbni Abbas radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da Ramazan’da Cebrail’in aleyhisselâm, kendisi ile buluştuğu zamanlardı. Cebrail aleyhisselâm, Ramazan’ın her gecesinde Hz. Peygamber ile buluşur, (karşılıklı) Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah Cebrail aleyhisselâm ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı.” [7]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu Ashab-ı Kiram’a da tavsiye eder, Ramazan ayında yapılacak olan ibadetlerin ehemmiyetine dikkatlerini çekerdi. Bir defasında; “Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorulduğunda, Ramazan ayında verilen sadaka!” cevabını vermiştir. [8]
Başka bir seferinde de “Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar.”[9] buyurarak onları Ramazan umresine teşvik etmişti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayında yaptığı ibadetlerin diğer aylara nazaran bambaşka olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak bu durum, Ramazan ayında orucunu tutan, namazını kılan ama Ramazan geçince namazı ve diğer ibadetleri terk eden kimselere dayanak teşkil etmez. Ramazan ayında daha fazla ibadet etmek ortak nokta olsa da diğer açıdan farklılık arz etmektedir. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan dışındaki hayatında ibadetler itinalı bir şekilde eda edilirken günümüz insanında bu ibadetler bir anda kesiliveriyor ve maalesef o mübarek aydan hiçbir eser kalmıyor.
İbadetlerde aslolan bir anda çokça eda edip sonunu getirememek değil az da olsa sürekli yapmak ve böylece Allah azze ve celle ile olan bağları daimî eylemektir.
[1]. Buhârî, Îmân 28, Savm 6.
[2]. Tirmizi, Daavat 110, (3539).
[3]. bkz.Müfredat’ü Elfazi’l-Kur’an, Rağıb el-Isfahani.
[4]. Bakara Suresi 183
[5]. Müslim, Sıyam 2, (1079).
[6]. Buhârî, Leyletü’l-kadr 5.
[7]. Buhârî, Bedü’l-vahy 5, 6, Savm 7, Menâkıb 23, Bed’ul-halk 6, Fezâilü’l-Kur’ân 7, Edeb 39.
[8]. Tirmizi, Zekât, 28/663.
[9]. Buhârî, Umre 4.