Nesillerin Üstadı Şehit İmam Hasan El Benna’yı Anlamak

Kalbe Dokunan Hediyeler – Ümit Şit / 2024 Temmuz / 140. Sayı

Her müceddid, şeriat hâkimken gelmiş, bidat ve hurafeleri temizlemiştir. Ancak 1924 yılında hilafet ilga olmuş, Müslümanlar başsız kalmış ve çeşitli füru meselelerdeki ihtilaflar içerisinde boğulmuşlardır. Birçok Müslümanın torunları, batı algıları ile büyütüldükleri için ya dinden çıkmış ya da adı Müslüman iken Allah yokmuş gibi bir yaşantı içerisinde gafletlere düşmüşlerdir.

Öyle bir dönem düşünün ki! Filistin ve Mısır İngilizlerin himayesine geçtiği… İslam coğrafyalarında kukla ve hain yöneticilerin tahtları ile övündüğü… İslam devletinin olmadığı, İslam toplumunun çözüldüğü, cihad ruhunun kaybolduğu bir dönemde Allah öyle birini göndermeliydi ki Müslümanlar etliye sütlüye karışsın, kendi gündemleri ile uzun bir yol haritası belirlesin, gerçek İslam’ın sadece namaz, oruç, hac olmadığını İslam’ın hem bir din hem de bir devlet olduğunu zihinlere ve kalplere nakşetsin.

Şehid İmam Hasan el Benna gibi seçkin bir kul olabilirdi ki nitekim oldu da. Evet, Hasan el Benna, seçkin bir kuldur ve onu anlayabilmek zihnimizin uyandığını gösterir. Evet, o seçkin bir kuldur. Çünkü onun şahsiyeti, imanı, dirayeti, basireti, feraseti, cesur ve yılmaz kişiliğinin kaynağı Allah’a ve Rasûlüne bağlılığındandır.

Hasan el Benna’yı anlamak Allah yolunda irşat ve davet yapmak için küçük yaşlarda adanmaktır. Allah’ın buyurduğu gibi Müslümanlar ancak kardeştirler ayetini rehber edinerek Müslüman kardeşler ismini bir yapıya dönüştürmektir. Onu anlamak, şair bir kardeşin yola çıkacak babası için tren istasyonuna bizzat giderek kendi elleri ile gül demeti hediye etmektir. Bu davranış teşkilat içinde bulunan her kardeşin ruhuna ve mizacına göre iyilikte bulunmaktır. Bu tür ince davranışlar kalpleri fethettiği gibi çalışmaya olan şevki arttırır.

Hasan el Benna’yı anlamak hem gündüz hem de gece yol almaktır. Üstad, eğitim kamplarında en son yatağa giren kişidir. Herkesi kontrol eder sonra uyurdu. Kardeşler teheccüt namazına kalkmak için birbiri ile yarışırlardı. Bu amaçla gece kalkan kardeş üstadın teheccüt namazına daha erken kalktığını ve sabah namazına hazırlık yaptığını görürlerdi.

Onu anlamak, tehlikeli durumlarda ve olaylarda bir buz gibi soğukkanlı olmaktır. Bir şehre, konuşma yapmak için gitmişti. O zamanlar aydınlatma için gaz lambası kullanılıyordu. Duvara asılan gaz lambaları iplerle birbirine bağlıydı. Bir tanesi yere düşüyor. Ve ipler alev alıyordu. Herkes kaçışırken Üstad lambaya yaklaşıyor, sakin ve bilinçli bir şekilde bıçağını çıkarıp ipi kesip lambayı dışarı çıkartıyor. Lider olmak herkes panik halde iken soğukkanlılığını ve cesaretini korumaktır.

Hasan el Benna olmak kendi cemaatinden kopanları ötekileştirmemek ve terk etmemektir. İhvandan bir genç grup ayrılarak Muhammed gençliği diye bir hareket kuruyor. Ayrılan kişiler hakkında aleyhte konuşulmasını Üstad yasaklıyor. İrtibatın kesilmemesi ve ilişkilerin sürdürülmesini söylüyor. İletişim kanalının açık tutulması ile beraber ihvandan kopan kişilerin lideri yine el Benna oluyor. Çünkü o şuna inanmıştır. Kardeşlerin başka hareket kurmaları Allah rızası uğruna bir şeyler yapıldıktan sonra kendisini rahatsız etmezdi.

Hasan el Benna’yı anlamak İslam şiarlarına saldıran zındıklara hak ettiği cevabı her yolla vermektir. Taha Hüseyin diye bir zındık Mısır’da kültürün geleceği adlı kitabı yayınlanması ile batı hayranlarına büyük sevinç yaşatıyor. Kitap ne olursa olsun sorgulamadan Batı kültürünü almayı içerirken İslam’ı kötülüyordu. İslam cemaatleri suskun… Kitap üniversiteden onay almış. Üstad bir üniversitede Taha Hüseyin’e cevap vermek için konferans vererek bütün delilleri çürütüyor. Bunu sırf cevap vermek için değil kardeşlerin kalplerine savundukları davanın hak olduğu güvenini koymak için vermişti. Konferans sonrası onlarca üniversiteli genç ihvana katılıyor.

Üstadı anlamak kardeşlerine hiçbir şekilde kin beslememektir. İhtilaflı bir meselede Üstad kızdığında ayağa kalkar “bugün yorgunsunuz sizinle çalışmanın bir yararı yoktur” deyip kapıyı çarpıp çıkar. Herkes bir hafta boyunca gelmez derken ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi aynı tebessüm ve ahlak ile geri dönerdi.

Hasan el Benna’yı anlamak, kimsenin göremediği farklı açıları görebilmektir. Bir kardeş bir şubenin başkanlığını yürütüyordu. Bir gün şube başkanından daha bilgili biri o şubeye tayin edildi. Eski şube başkanı bu makam emanettir. Sen daha bilgili ve layıksın, o yüzden şube başkanlığını kabul et diye ısrar edince üstat el Benna olaya müdahil olur ve şöyle der: “Madem yeni gelen kardeş senden daha bilgili o zaman sen şube başkanı olarak devam et. Sen her yanlış yaptığında o seni uyarsın. Aksi takdirde o başa geçerse ondan daha bilgili biri yoksa onu kim düzeltecek.”

Hasan el Benna’yı anlamak, füru meselelerde diğer cemaatler ile tartışmak yerine şeriatın hâkim kılınması için ortak bir çabaya ve mücadeleye girmektir. Velhâsıl ümmetçi olmaktır.

Müslüman cemaatleri ayırmadan Müslümanların birlik olmalarını istiyordu. Müslümanların geri kalmışlığı bu ihtilafların derinleşmesi ve batıya psikolojik açıdan düşüklüklerindendi. Nitekim bu konu hakkında şöyle demiştir: “Silah yapmak imkân dâhilindedir şayet gücümüz yetmezse paramız ile silah tüccarlarından silah alırız ki bunlar düşmanlarına bile silah satar. Ancak Allah’a dayanarak izzet, şeref, üstünlük ve kendine güvenme ise satılmaz, satın alınamaz. Bunlar pazarda bulunmayan şeylerdir. Bu değerler ancak İslam akidesinin izzet, şeref ve düşmana karşı hazırlığı öğütleyen Kur’an’ı kerim fabrikasında üretilir ve imal edilir.”

Üstadı anlamak, sevgi ile nefretin arasındaki kocaman farkı görebilmektir.

Üstad şöyle der: “Bir kişiyi seversin veya sevmezsin. Onun başına gelen bir şey için ne üzülür ne de sevinirsin. Yani nötrsün… Ancak İslam bu nötrlüğü kabul etmez. Çünkü bu durumda o Müslüman kardeşine kötülük yapma ihtimali doğabilir.

Nefret ise daha kötüdür. Çünkü nefret ettiğin kişi ile zihnin meşgul olur. Onun başına gelecek olan kötülüğü gözlemeye başlarsın. Bu yüzden sapkınlardan ve günahkârlardan nefret etmemeliyiz. Nefret ettiğin kişiye daveti nasıl götürürsün. Nefret ettiğin kişiyi davet ile nasıl ıslah edip, saadete götürebilirsin.”

Hasan el Benna’yı anlamak, bu davayı omuzlayanlar için güller, lalelerle dolu bir yoldan yürümek olmadığını, aksine işkenceler, açlık, fakirlik ve diğer nice eziyet ve meşakkatler ile dolu olduğunu kavramaktır.

Nitekim Hasan el Benna, bu davaya katılan her bir kardeşe başına geleceklerden dolayı razı mısın diyerek biatını kabul etmiştir.

Onu anlamak, Allah’ın kim olduğunu yakinen bilmektir. O öğrencilere “Allah kimdir?” diye sorar. Onlarda “sürekli diri olan, hiçbir şeyden gafil olmayan, uyumayan, benzeri olmayan ve ol emri ile her şeyi yaratan ve yok edendir” derler.

O öğrencilerini tasdik ettikten sonra “Allah, ateşin yakma özelliğini alandır. O isterse yakar istemezse yakmaz. Allah bu mülk kimindir? dediğinde tüm insanların korkudan, heybetinden ve saygıdan karşısında dillerin tutulduğu zattır. Kudret sahibi ve her şeye gücü yeten Allah bizi yarattığından beri yeryüzüne halife kılmıştır. Kâinattaki her şeyin dizginini halifesine vermiştir. Beşerî aklın şu ana kadar ulaştığı bilgisini elde ettiği uzay cisimleri, yıldızlar, galaksiler, daha ulaşamadığı varlıklar, gizli ve açık her şeyi insanın emrine veren zattır. Şimdi kendini öğrendin mi? Kendini kâinatta nerede görmek istersin?  Ya büyük mertebeye ulaşırsınız ya da büyük bir hüsrana.”

Hasan el Benna’yı anlamak, alan el değil veren el olmaktır.

Ömer Tilmisani der ki: “Üstad evde yemek varsa beni ya da başka kardeşi davet ederdi. Evde yemeği varsa ‘gel bugün beraber yiyelim yemeği derdi. Yemek olmadığı zaman ise git istediğin yerde yemeğini ye çünkü bugün bizim evde yemek yoktur.’

Bir kardeşin evinde yemeğe gidildiğinde kardeşler üstadın önüne etin en lezzetli yerlerini verirlerdi. Üstad ise önündeki yemeği sağdaki soldaki kardeşlerin önüne koyardı. Kendisi birkaç lokma yerdi. Fazla yemek yediği görülmemişti.”

Hasan el Benna’yı anlamak, tanımadığın insanlara bile karşılıksız yardım eli uzatmaktır.

Bir hâkim şu anısını anlatıyor: “Kendi memleketime gitmiştim. Arabamın benzini bitti. Dışarı çıkıp geçen arabalara el işareti ederek durmalarını istedim ama kimse durmadı. Gece karanlık ve şehir merkezinden uzaktaydık. Gece geç saatlere kadar hiçbir araba durmadı. Asabım bozuluyor, sinirlerim geriliyordu. Eşimle beraber arabanın içinde sabahlamayı düşünürken bir arabanın geldiğini fark ettim. Ümitsiz bir şekilde son defa işaret ettim ve araba durdu. Takım elbiseli biri arabadan indi. Sakallı ve güven telkin eden biriydi. Edepli bir şekilde yanıma yaklaşarak selam verdi ve benim yapabileceğim bir şey var mı? diye sordu. Benzinim bitti dedim. Arabasından bir hortumla aldığı benzini bizim arabaya boşaltırken, bize gideceğimiz yere kadar benzin verip gideceğini tahmin ederken bize önden hareket etmemizi teklif etti. Belki başka bir arıza vardır deyince bu adamın kim olduğunu çok merak ettim. Soruşturduğumda Hasan el Benna olduğunu öğrendim. O günden beri büyük saygı duyarım.”

Hasan el Benna’yı anlamak, attığı her adımda bir ders, söylediği her sözde bir eğitim olduğunu bilmektir.

Hasan el Benna, bir kardeşi büyükelçi şu caddeden geçecek, geçtiği zaman bize haber ver diye gönderirdi. O kardeş elçinin geçmesini beklerdi. Saatler sonra birini gönderir ve mürşit o işten vazgeçtiğini ve geri gelmesini isterdi. İşte bu olayda bekleyen kardeşin bu durumda verdiği tepki oranıyla yapıdaki ağırlığı belirlenirdi.

Üstad bir kardeşe bir görev verir birkaç saniye sonra vazgeçtiğini söylerdi. İşte bu durumdaki kardeşin nasıl tepki verdiğini sinirlenip sinirlenmeyeceğini, tahammül sınırı ölçerek, bu davaya kendini feda edip etmeyeceğini anlardı.

Hasan el Benna’yı anlamak, bir Müslümanın İslam’ı gerçek medeniyet olarak görmesi, batı medeniyetsizliğini ise kokuşmuş kabul etmesidir.

Üstad medeniyet konusunda şöyle der: “Medeniyet bizdedir… Uygarlık karakterimizdir… Dinimiz kuvvetinizdir, işimiz ise ilimdir… İthal edeceğimiz bir medeniyete ihtiyacımız olmadığı gibi medeniyetimizi besleyecek harici serumlara da ihtiyacınız yoktur. Biz bunlardan müstağniyiz…”

Hasan el Benna’yı anlamak, konferans salonlarından çok sokak kahvehanelerinde kürsüye çıkıp nasihat etmektir. Onu anlamak yüzlerce köyü karış karış dolarak insanları uyandırmaktır.

O kitap yazmadı ama tarih yazan adamlar yetiştirdi. Ki bu yapıdan çıkan müminler hapislerde ağır işkencelerden geçtiler, tırnakları çekildi, elektrik verildi, saatlerce dövüldü, hakaret edildi ama asla taviz vermediler. Bilal radiyallahu anh gibi o zalimleri sinirlendirecek ne varsa söylemekten çekinmediler.

Üstad öyle adamlar yetiştirdi ki yoklukta sabır, varlıkta şükrettiler. Kur’an ezberlerine hapishanede bile devam ettiler.

Üstad öyle bir nesil yetiştirdi ki o kardeşlerden birini en azılı suçluların arasına koyarlardı bilerek. Bir zaman sonra azılı suçluların ahlaki değişikliklerinden dolayı o kardeşi o koğuştan çıkarıp tek hücreye kapatırlardı.

Üstad öyle bir nesil yetişti ki, bir Müslümanın tek bir kızı olsa ve vefat etse dahi istişare ortamından ayrılmıyor. İstişare bittikten sonra kızımı defnetmeme yardım eder misiniz diyebiliyor.

Üstad öyle bir nesil yetiştirdi ki kendi payına düşen aylık bağış parasını vermek için bisikletini satan ve kimseye söylemeyen bir gence şahit oluyoruz.

Öyle bir gençlik yetiştirdi ki birbirlerinin üzerine titreyen sımsıkı bir yapı oluşturdu Müslüman kardeşler.

Öyle bir nesil oluştu ki irşat bürosu, cihad bürosu, sosyal hizmetler bürosu, iletişim birimi, öğrenci birimi, spor birimi, sosyal birimler, maliye birimi, medya birimi gibi birimleri kuranların ilki oldular.

Öyle bir gençlik yetiştirdi ki Filistin cihadında hesapsızca düşmana saldıran mücahitler bu gençlerdir. İsrail’in geri aldığı bölgeleri Müslüman Kardeşler gelip bir iki saate geri alıp Filistin yönetimine teslim ediyordu.

Hasan el Benna öncelikle kendisi cihad sahasına inmiş, kontroller yapılmış ve 10 bin mücahit göndermiştir. Ancak Arap Birliği reddetmiştir.

Kurduğu cihad bürosu ile gönüllülerin başvurularını almış. Kamplara intikallerini sağlamıştır.

Cihad öncesi Üstad, birçok makama mektuplar yollamıştır. İngilizlere, Arap Birliğine, Mısır’ın birçok makamına, ABD başkanı Truman’a, bu mektupların dili önce yumuşak sonra ise biraz sert daha sonra ise tehdit şeklindedir.

Filistin davası için; Müslümanların davasıdır, Filistin toprağı ise Müslümanların vatanıdır demiştir.

O zamanın Filistinli mücahitlerin ailelerine yardım hizmeti aldırmış, barınma sorunlarını çözmüş, maaş bağlanması için makamlara mektuplar yazmıştır.

Filistinli mücahitlerin elini Mısır’da rahatlatan Hasan el Benna olmuştur.

Filistin halkına şöyle seslenmiştir: “Ey Filistinliler! Sizlerin ortaya koyduğu devrim (direniş) zilletin acı yüzünü gösterdiği gibi Müslümanların içinde teslimiyetçi zihniyeti de ortadan kaldırdı. Sizler ölümü güzellik, lezzet, kazanç ve bahara çevirdiniz.”

Müslüman Kardeşlere ait dergide yayınlanan makalede yer alan “Batıl, ancak hakkın gafleti nedeniyle hayatını sürdürüyor. Ülkelerinizde düşmanınıza yaptığınız en iyi hizmet kardeşlerimize yardım etmekten geri durmanızdır” ifadeleri bu düşünceyi net bir şekilde özetliyor.

İmam El-Benna Balfour Deklarasyonunu reddettiği gibi 1937 yılında Filistin’i ikiye bölme projesini de reddetmiştir. Bölünme kararının Filistin’de yaşayan halkın hakkını yok saydığını belirtmiştir.

Filistin’deki şubelere sık sık ziyaretlerde bulunan Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki temsilcileri Filistin halkını davet, tebliğ, işgal, Siyonist tehlike ve buna karşı hazırlanma konusunda bilinçlendirmişlerdir.

Bugünkü Filistin Hasan el Benna’nın oluşturduğu hassas İslami yapının ileri bir tezahürüdür.

Hamas’ın, el Benna isimli füzeyi İsraillilere yollaması tesadüf değil, biçilen ekinlerden biridir.

————————————

Kaynak

Hasan El Benna Mektebi – Ömer Tilmisani,

Müslüman Kardeşler ve Filistin Davası – Hasan El Benna,

Hatıralarım – Hasan El Benna