Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2013 Nisan / 5. Sayı
Nebevi Metodun Kendine Özgü Esasları
Müslümanın hayatının esasını Peygamber aleyhisselam’ın getirmiş olduğu vahiy ve onun bize sunduğu hayat tarzı belirler. Yaşamımız boyunca dikkat etmemiz gereken kural ve kaideler ancak O’nun tebliğ ettiği prensiplere tabi olmak ile gerçekleşebilir. Müslümanın için vazgeçilmez en önemli iki hayat kaynağı Kur’an ve Sünnete tabi olmaktır. Bu esaslar ile hem dünyada hem de ahirette kurtuluş mümkün olacaktır. Bugünün Müslümanlarının bilmesi gereken en önemli esas şudur ki: Rabbani metod uygulanmadan ne dünyada ne de ahirette kurtuluş mümkün olamayacağı gibi Allah azze ve celle’nin rızasını kazanmakta mümkün olamayacaktır. Nitekim insanların en hayırlısı olan Rasulullah aleyhisselam dahi Rabbi Zül-Celal’in belirlemiş olduğu bu Rabbani yolda yürümüş, sıkıntılar ve meşakkatler ile karşılaşmıştır. Cennete giden yolun nefsin sevmediği şeyler ile kuşatılmış olduğu bilinci ile başına gelen her türlü musibet karşısında Rabbinin takdir etmiş olduğu kadere rıza göstermiş ve tek gayesinin Rabbinin rızasını kazanmak ve O’nun gazabını celbedecek şeylerden uzaklaşmak olduğunu Taif’de karşılaşmış olduğu şiddetli işkenceler neticesinde şu sözleri ile beyan etmiştir.
ALLAH’IM!
Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi, insanlar indindeki değersizliğimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, sen zayıfların Rabbisin ve benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun. Bana katı davranan bir yabancıya mı? Yoksa üzerimde hâkimiyet kuran düşmanıma mı? Eğer bana bir gazabın yoksa bunlara aldırmam. Üzerime öfke ve gazabının inmesinden karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret hayatını düzene koyan nuruna sığınıyorum. Rızan için, serzenişim sanadır. Güç ve kudret ancak sendedir.
İşte bu nedenle Bugün İslami Metodun ne olduğunu iyice öğrenmemiz ve İslam’a hizmet ederken Peygamberlerin, Sahabe-i Kiram’ın, Hulefa-i Raşidin’in ve Rabbani âlimlerin izinden yürümemiz; Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in menhecini terk etmememiz gerekir.
Bilmemiz gerekir ki, yapacağımız her türlü amellerimizin Allah katında makbul olması için olmazsa olmaz iki şart vardır:
1- İhlâslı olması, sadece Allah rızası için yapılması;
2- Kur’an’a ve Sahih Sünnet’e uygun olması…
Davamızda başarılı olmamızın da en temel iki sebebi vardır:
1- Takva yani Allah’ın razı olduğu Sırat-ı Müstakim’de bulunmak, Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet etmek;
2- Sabır ve sebat etmek. İslam daveti gibi ağır bir sorumluluğu yüklenirken eğilmeden, nebevi menhecden şaşmadan, Allah’ın dinini eğip bükmeden zorluklara tahammül etmek.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “O halde sabret. Çünkü iyi sonuç-akıbet hiç şüphesiz takva sahiplerinindir.” (Hûd: 49)
Bugün Müslüman olduğunu her fırsatta beyan eden pek çok kimse şu şüpheye kapılmakta ve şöyle demektedirler: Bizim de maksadımız Allah’ın dinine hizmet etmek ve İslam’ı hayata hâkim kılmaktır. Biz bu hedefimize ulaşmak için bazı yöntemleri vesile olarak kullanıyoruz. Hedefimiz doğru olduktan sonra, uygun bir vesile seçmekte serbest bırakılmışız… derler.
Biz de bu tür bir düşünceye sahip olan kişilere deriz ki: Hayır biz bu konuda dilediğimiz yöntemi seçmekte serbest değiliz. Çünkü İslam’a göre gayenin meşru olması, her türlü vesileyi meşru yapmaz. Bilakis gaye gibi vesilenin de meşru olması gerekir. İslam dini Rabbani bir din olduğu gibi, onu hâkim kılma yolu da Rabbanidir. Allahu Teâlâ Kur’an ve Sünnet vasıtasıyla bu dini açıkladığı gibi, bu dini hâkim kılma yolunu da Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı ile ortaya koymuştur. Bunu da en kalın hatlarıyla tebliğ, hicret ve cihad olarak özetlemek mümkündür.
Allahu Teâlâ, Peygamberinde bizim için güzel örnekler olduğunu, her konuda -İslam’ı hâkim kılma metodu da dâhil- ona uymamızın gerekliliğini beyan ederek şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için andolsun ki; sizin için Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb: 21) Dolayısıyla namazımızı Rasûlullah’ın namazına göre kıldığımız, haccımızı onun haccına göre yaptığımız gibi Allah azze ve celle’nin rızasını kazanmayı ve İslam’ı hâkim kılmayı da onun bildirdiği ve istediği şekilde yapmak zorundayız.
Başka bir ayeti kerimede, Allah’ı sevmenin her konuda Peygambere uymayı gerektirdiği şu şekilde beyan edilir:
“De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan ve çok merhametli olandır.” (Âl-i İmran: 31)
İmam Malik, her konuda Peygambere uymanın farziyetini beyan ederek şöyle der: “Kim bu dinde, selefinde olmayan bir şeyi çıkarırsa o, Rasûlullah’ın risalet emanetine ihanet ettiğini söylemiş olur. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“…Bugün size dininizi ikmal ettim. Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim…” (Maide, 3) O gün dinden olmayan şeyler bugün de dinden değildir.”
Zaten Hz. Âişe radıyallahu anha’nın rivayet ettiği hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyurmuyor mu? “Her kim bizim bu işimizde/dinimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse, o reddedilir.” (Buhari-Müslim) Diğer bir rivayette şöyledir: “Her kim bizim emrimize uymayan bir amel işlerse, o ameli reddedilir.” (Müslim)
İşte o gün İslam Devleti nasıl kurulmuşsa, bugün de ancak o şekilde kurulabilir. Yani eğip bükmeden net bir şekilde tebliğ etmek, gerektiğinde bir İslam vatanını oluşturmak için hicret etmek ve bütün yeryüzünden şirk ve küfür ortadan kalkıncaya kadar Allah yolunda cihad etmek. Tabi ki bu çok zor bir yoldur. İşte şehitlerin kanları ile beslenen bu yolun zorluğuna dayanamayan bu kimseler, adeta bu işi kolaya bağlamak istemekte ve kendilerinden ciddi bir fedakârlık gerektirmeyen gayri İslami yöntemlere başvurmaktadırlar. Böylece daha baştan hezimeti kabul etmektedirler. Oysaki Allahu Teâlâ, imtihan için bizleri bu tür zorluklarla mükellef tuttuğunu, şayet dileseydi düşmanlarını helak edebileceğini yani bu işin zorluklarla olacağının ilahi bir sünnet olduğunu şöyle beyan ediyor: “…Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister…” (Muhammed: 4)
Bazıları da bu günün Müslümanlarının büyük bir kısmının gayri İslamî metotları ve yolları benimsediğini görünce, “zaman sana uymazsa sen zamana uy” mantığıyla hareket edip onlarda bu akıntıya kapılıp gidiyorlar.
Bunlara da deriz ki: İyilik de etseler, kötülük de etseler insanlarla birlikte hareket etmek hastalığından Müslümanlar bir an önce kurtulmalıdırlar. Çünkü bu hastalığın akıbeti hiç de hayırlı olmayacaktır. Hâlbuki müminin sıfatı şudur: İnsanlar iyilik yaparlarsa, onlarla birlikte iyilik yapar; insanlar kötülük yaptıklarında ise, onlardan ayrılır ve kötülük yapmaz.
Şunun iyice bilinmesi gerekir ki her zaman doğru yoldan sapanlar, insanların çoğunluğunu oluştururlar. Örneğin Hz. Nuh aleyhisselam’a iman edenler, onun kavminden pek az bir kitleydi. Hz. İbrahim aleyhisselam’ı ateşe atanlar, onun kavminin tümüydü. Birkaç kişi hariç Firavun ve bütün kavmi Hz. Mûsâ’ya iman etmemişti. Hz. İsa’nın ihlâslı havarileri, İsrailoğulları kavmi arasında sadece 12 kişi idiler. 13 sene boyunca Mekke’de tebliğ eden Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e ancak 300 küsür kişi iman etmişti. Bugün yeryüzünde bulunan insanların kahir ekseriyeti küfür ehlidir. 6 milyar dünya nüfusunun içinde ancak 1,5 milyar müslüman bulunmaktadır. Dolayısıyla insanların çoğunluğunun İslami bir yaşantıdan kopuk olarak beşeri sistemlerin gölgesinde bir hayat sürmeleri ve böyle bir yaşamı benimsemeleri kişiyi aldatmamalıdır.
Nitekim Rabbimiz bu hakikati şu ayetlerde tescil etmektedir:
“Sen, ne kadar hırs göstersen de; yine insanların çoğu, inanmazlar.” (Yûsuf: 103)
“Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar.” (Yûsuf: 106)
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler.” (En’am: 116)
Diğer taraftan bu ayeti kerimeler, İslam’ın dışındaki bütün beşeri sistemleri ve nefsani isteklerini tatmin için değişken yasalar icad eden ve her fırsatta insanların refahı ve faydası için çalıştıklarının iddia eden, Razı-i Bari’nin dışındaki bu sistemleri de kökünden çürütmektedir. Çünkü çoğunluk her zaman hakkı temsil etmez. Hatta çoğu zaman bâtılı temsil eder. Hak ve adalet ancak Alîm ve Habîr olan Allah’ın şeriatıdır. Ondan uzaklaşan haktan ve adaletten de uzaklaşır. Dünyada bize bazı kolaylıklar sağlayacaklar ve bizim önümüzü açacaklar şüphesiyle hareket ederek, birçok zorluklardan kurtulacağız vehmine kapılarak Allah’ın razı olmadığı ve yapabilmemiz için hiçbir delil indirmediği şirk amellerinin asla işleyemeyiz. Esasen onların bize kolaylıklar sağlaması, bizim de yumuşamamızdan ve onlara yaklaşmamızdan dolayıdır.
Hâlbuki Rabbimiz Celle Celâluhû Kur’an-ı Kerim’de bize, düşmanlarımızın bu siyasetini haber vermiştir:
“Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yumuşak davranacaklardı.” (Kalem: 8-9)
Siyer kitapları, müşriklerin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile yapmak istedikleri pazarlıklar ile doludur. Bütün bu pazarlıkların gayesi, bu ayeti kerimenin de belirttiği gibi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in davasından tavizler vermesini sağlamaktı. Böylece onlar da ona karşı yumuşak davranacaklardı. Hatta yumuşaması karşılığında onu kendilerine kral yapmayı bile teklif etmişlerdi. Ancak Allah’ın inayeti ile o bütün bu teklifleri reddetti ve Allah onu muvaffak kılana kadar Allah yolunda sabır ve sebat etti. Bizim de onu örnek alarak Allah yolunda sabretmemiz ve yumuşamamızı isteyenlere ve bunu sağlamak için bize bazı geçici maslahat ve menfaatleri temin edenlere asla aldanmamamız ve dinimizden asla taviz vermememiz gerekir.
Allahu Teâlâ bu hususta bize de inayetini, feraset ve basireti, sabır ve sebatı nasip etsin!
İşin bir de dünyevileşme boyutu vardır. Bu tür şüphelerle İslami metottan uzaklaşıp nefsanî istekleri ve hevaları neticesinde tercih ettikleri bu yolları benimseyenlerin, önlerine serilen fırsatlardan dolayı kısa bir süre sonra dünyevileştiklerini ve asıl gayelerini bırakarak, yan mevzularla uğraştıklarını görmekteyiz. Bu tür kişiler Allah’ın razı olmadığı esaslar üzerine bina edilmiş olan bu yolları temelden değiştirmeye çalışmak yerine, adeta harabe bir yeri süslemeye çalışmaktadırlar. Böylece orayı insanların gözünde mamur göstermektedirler. Allahu Teâlâ bizleri bâtılı süslü göstermekten muhafaza eylesin.
Allahu Teâlâ ne yapmamız gerektiğini Kur’an-ı Kerim’ de ve Peygamberinin sünnetinde bize bildirmiştir. Dolayısıyla bizim Allah’ın dinini öğrenmemiz, öğrendiklerimizle amel etmemiz, bunu başkalarına tebliğ etmemiz ve bu uğurda başımıza gelecek zorluklara sabretmemiz gerekir. Tevhid akidemize en ufak bir halel gelmemesi için her türlü şirkten ateşten kaçar gibi kaçmamız gerekir. Yapacağımız bütün işlerimizi Allah’ın Kitabına ve Rasûlullah’ ın sünnetine uygun yapmaya çalışmamız, Kitab’ı ve Sünnet’i işlerimize uydurmaya çalışmamamız gerekir. Çünkü Nebevi metod ancak Kitab ve sünnet’e tabi olmak ile gerçekleşebilir.
Rabbim bizleri Rasulullah aleyhisselam’ın metodu üzere yürüyen muvahhid Müslümanlardan eylesin. Amin