Bir Şahsiyet Bir Eser – Cihan Malay / 2024 Ocak / 134. Sayı
HAYATI
Soyu, Hz. Hasan radıyallahu anh’a dayanan Hasan en-Nedvi, h.1333 (1914) yılında Hindistan’ın Leknev’e bağlı bir köyünde dünyaya gelmiştir. Babası el yazması ve basılı eser sahibi bir âlim olan Abdulhay Fahruddin bin Abdulali’dir. Öğrenim hayatına annesinin yanında Kur’an’ı ezberleyerek başlamış, 9 yaşında babasının vefatı üzerine Sıddîk Hasan Han’ın torunlarının malî destekleriyle eğitim hayatına devam etmiştir. Arap Dili ve Edebiyatı’na ilgisi nedeniyle Leknev Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu. (1927)
Edebiyat yanında hadis ve tefsir gibi alanlarda eğitimini tamamlamasının ardından Leknev’de bulunan Daru’l-Ulum’da Hoca olarak görev yaptı. (1929)
Urduca, Farsça, İngilizce ve Arapçayı bilen Nedvi, çeşitli dergilerde sorumlu olarak görev almış, ayrıca dergilerde yazıları da yayınlanmıştır.
En büyük emelinin “yeryüzünde İslam’ın hakimiyet bayrağını çektiği, emperyalist sömürü devletlerin ayaklar altında ezilip yok olduğunu sağlığında görmek”[1] olduğunu dile getiren Nedvi, 1999 yılında vefat etmiştir.
Eserlerinden bazıları şunlardır:
– Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, Kitabevi.
– Son Peygamber Hz. Muhammed’in Hayatı, Risale Yayınları
– Peygamber Kıssaları, Nebevi Hayat Yayınları
– Dört Rükun, Risale Yayınları
– İslam Önderleri Tarihi (8 Cilt), Kayıhan Yayınları
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİYLE DÜNYA NELER KAYBETTİ
Çeviren: Mehmet Süslü, Kitabevi, İstanbul 2007.
Takdim yazısında Muhammed Yusuf Musa şöyle demektedir: “İslam’ın şan ve şerefini tekrar hâkim kılmak için çalışan her Müslümanın bu kitabı okuması gereklidir.” (s.15)
Eser şu dört başlıkta meseleyi incelemektedir:
Birinci Bölüm: Cahiliye Devri
İkinci Bölüm Cahiliyetten İslamiyet’e
Üçüncü Bölüm: İslam Devri
Dördüncü Bölüm: Avrupa Devri
Beşinci Bölüm: İslam’ın Dünya Liderliği.
Müslümanların önce gerileyip sonra dünya liderliğinden uzaklaşmaları ve en sonunda da hayat ve aksiyon sahasından çekilmeleri tarihte eşi görülmemiş dikkat çekici bir hadisedir. Tesir sahası geniş beşerî bir felakettir. Uzun yıllar içerisinde tedrici olarak meydana gelmiştir. (s.36)
BİRİNCİ BÖLÜM: CAHİLİYE DEVRİ
Bu dönem, İslam’dan uzak yaşayış içerisinde bulunan toplulukların çöküş ve insani faziletler olarak gerileme içerisinde olduğu, insanlığın elinden tutup gerilemeyi durduracak herhangi bir kuvvetin olmadığı ve gün geçtikçe de düşüş hızının daha da arttığı ve şiddetlendiği bir dönemdir. (s.3)
Bu kimseler, maneviyatı iflas etmiş ve hayat kaynakları kurumuş toplulukturlar. (s.4)
Bu dönemde yaşayan bir dine bağlı topluluk olarak Yahudi ve Hıristiyanların da ne dünyaya ışık tutacak bir tezlerinin olduğunu ne de milletleri aydınlatacak bir davalarının olduğunu dile getiriyor. (s.4)
İKİNCİ BÖLÜM: CAHİLİYETTEN İSLAMİYET’E
Peygamberimizin geldiği dönem ve insanların içinde bulunduğu hal üzerinden konuya giriş yapıyor: “Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, dünyaya bir peygamber olarak baktı. Dünyanın küçük bir ünitesini temsil eden bir cemiyette bayağılaşan bir insanlık tablosuyla karşılaştı…” (s.57)
Bu cemiyetteki bazı kimselerin Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’a iman davetine olumlu karşılık vermesi üzerine davete karşı gelenler, çağrıda bulunduğu davetin, cahiliyenin kalbine yönelmiş bir ok, ölüm fermanı olduğunu anladılar. Cahiliye toplumunda bir kıyamettir koptu. Son bir defa daha geleneklerini, örf ve adetlerini koruma yolunda ölüm kalım savaşı verdiler. (s.63)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanların ruhlarında, insanlık tarihinde eşine rastlanmayan muazzam bir inkılap meydana getirdi. (s.68)
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem cahiliye insanlarını üstün insanlık seviyesine nasıl yükseltti? Köklü bir iman ve beşerin istidat ve kabiliyetini geliştirme. (s.89)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: İSLAM DEVRİ
Müslüman milletlerin özellikleri:
– Allah katından indirilmiş bir kitaba ve ilahi bir nizama inanmak,
– İdarecilerin ahlak ve ruh temizliği,
– Herhangi bir milletin menfaat ve saadeti için koşan bir zümre olmamaları,
– İnsanın kemale eriştiren dinî, ahlakî, aklî ve bedenî gelişmelere gereken önemi vermeleri. (s.95-100)
Müslümanların gerilemelerinin başlıca sebepleri:
– Hilafetin ehil ellerden ehliyetsiz ellere intikali,
– İslami hayatın bozulması,
– İdari mekanizmadaki cahiliye temayülleri (idarecilerin dinî ve ahlakî yönden örnek olmaktan çıkmaları, sefahat, lüks ve eğlenceye, zevkü sefaya yönelmeleri),
– İdarecilerin İslam’ı kötü temsil etmeleri,
– Müslümanlar arasında hurafelerin yayılması. (s.117-122)
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: AVRUPA DEVRİ
Bugün Avrupa’nın ruhu ve kalbi üzerinde saltanat süren din Hristiyanlık değil materyalizmdir. (s.167) İngilizler haftanın 6 gününde İngiltere Bankası’na taparlar, 7. günde kiliseye giderler. (s.171)
Avrupalılar dini kendilerine haram kıldılar. Böylece ahlaki bir engel veya dini bir fren yahut kendilerine doğru yolu gösterecek ilahi bir ilmin kılavuzluğundan mahrum kaldılar. Yaratılışlarının gayesini, nereden gelip nereye gittiğini unuttular. Daha sonra bu inancı savunmaya başladılar. (s.203-204)
Irkçılık ve coğrafi bölgecilik, Avrupa’nın ruhunda yer eden, damarlarında dolaşan ve hatta ikinci bir tabiatı haline gelen en karakteristik özelliklerindendir. (s.183)
Aşırı ırkçılığa inanan bir milletin başkalarına saldırmaması, kan dökmemesi, başkalarının haklarına tecavüz etmemesi veya zulmetmek ve cana kıymak istememesi imkansızdır. (s.188)
Irkçılık ve milliyetçilik hareketlerinin, önüne çelikten bir kale gibi dikilecek olan bazı İslam ülkelerine sirayet etmesi düşündürücüdür. Bunun yegâne sebebi, bu ülkelerdeki dini esasların Avrupa medeniyeti ve Frenk gelenekleri ile silinip kaybolmasıdır. (s.185)
Büyük devletler, hakimiyet ve saltanatlarını yeryüzünün en geniş kıtalarına yaymayı, topraklarını kuş uçmaz kervan geçmez ıssız çöller ve sahralar dahi olsa geniş sahalarda dalgalandırmayı, muhtelif kıtalarda sömürge ve dominolar kurmanın gereği olarak uyguladı. (s.193) Sömürgecilik sebebiyle devletler arasında rekabetin ortaya çıkması, yeni pazarlar ve sömürgeler aramaya onları itti. Bunun neticesinde de büyük imparatorluklar görülmeye başlanmıştır. (s.194)
Avrupa’nın sömürgecilik devrinde insanlığın uğradığı manevi felaket şunlardır:
“Dini hislerin öldürülmesi ve din sevgisinin yok oluşu.” (s.214-219)
Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan kimyasal bombalar üzerinden “Avrupa İntihara Gidiyor” başlığıyla İngiltere eski başkanlarından Mr. Eden 1938 yılında yaptığı konuşmasındaki şu sözlere yer verir: “Yeni dünyamıza başka bir yıldızdan bir ziyaretçi gelse ve içimize girse, acaba ne görecektir? Şüphesiz birbirimizi yok etmek için nasıl hummalı bir hazırlık içinde bulunduğumuzu ve bu cehennemî silahların nasıl kullanılacağını birbirimize nasıl öğrettiğimizi görecektir.” (s.209)
Avrupa medeniyetinin temelleri artık sarsılmıştır. Yıkılmaz denilen bina her an biraz daha fazla sallanmaktadır. Geçen günler ve kaydettiği ilerlemeler, ne yazık ki ona sapıklık ve bozukluktan başka bir şey getirmemiştir. (s.211)
Hint Toplumu Üzerinden Toplumsal Dönüşüm Sebepleri
İngilizler, Hindistan’a ayak basınca, en büyük silahları olan eğitim sistemleri ile halkın ruhunu kemirmeye başladılar. Böylece Hintlerin hayat nizamı ve düşünce sistemi baştan sona değişerek alt üst oldu. Din uğrunda gösterilen gayretlerin eski gücü kalmadı kalplerindeki iman nuru söndü dini atmosferin alevlendiği meşale kayboldu.
Halk arasında insanları dine çağıran, nefisleri ıslah edip temizlemeye, ahlakı güzelleştirip olgunlaştırmaya çalışan insanlar eksik değildi ne var ki bütün bunlar lambanın sönmeden önceki yanışına benziyordu.
Babalar çocuklarına dinlerini öğretmeyi pek önemsemediler. Din uğrunda, Allah yolunda çalışmaktan çekindiler. Çocuklarına sadece günlük hayat bilgilerini ve Frenk dillerini öğrettiler ve nihayet cemiyet çöktü. Ruhî devir son nefesini vererek yerini maddeye bıraktı. Böylece dünya, alışverişten başka bir şey yapılmayan bir pazar haline geldi. (s.225-227)
Müslüman toplumlar ahlaki ve ictimai (toplumsal) hastalıklara yakalandılar. (s.230)
Eşyanın değeri insanların gözünde geçmiş devirlerde görülmemiş bir seviyeye yükseldi. Servet insanlığın vücudunda dolaşan bir ruh ve insanların yegâne muharrik kuvveti haline geldi. (s.229)
BEŞİNCİ BÖLÜM: İSLAM’IN DÜNYA LİDERLİĞİ
Müslümanların hayat sahnesinden çekilmeleri, milletlerin ve dünyanın kumanda mevkinden ayrılmaları, din ve dünya işlerindeki aşırılıkları, kendilerine ve hem cinslerine karşı giriştikleri cinayetleri neticesinde Avrupa milletleri liderlik sandalyesine oturdu ve böylece personeli dağılan hayat ve medeniyet gemisinin yürütülmesinde ve dünya liderliğinde Müslümanların yerini aldı. (s.246)
Dünyadaki buhranların biricik çözüm yolu, dünya liderliğini hayat rotasını iğrenç emellere alet eden günahkâr ellerden alıp temiz ve becerikli ellere teslim etmektir…
Köklü ve gerçek değişim ancak liderliğin materyalizm ve cahiliyenin kumandasında hareket eden Avrupa’dan veya daha geniş anlamıyla İngiltere, Amerika, Rusya ve bunların peşinden giden diğer Doğu ve Asya milletlerinden, efendimiz Muhammed’in ebedi risaleti ve gerçek dini ile idare ettiği İslam alemine geçmesiyle mümkündür.
İşte tarihin çehresini ve hadiselerin akışını değiştirecek, dünyayı tehdidi altında bulunduğu korkunç saatten kurtaracak köklü değişme budur. Bütün İslam aleminin bu mühim makamı elde etmek için tüm varlığı ile çalışması gerekir. (s.249)
Bugün üzerine düşen bütün hastalık ve zafiyetlere rağmen gene de Müslümanlar, dünya liderliği ve cihan sulhu konusunda garp medeniyetleri ile mücadele edip yarışan yeryüzünün yegâne kuvvet dengesidir. (s.250)
İslam’ın dünya liderliğine giden yolunda fertlerin yapması gerekenler ise şunlardır:
– Ruhi hazırlık.
Ruhi ve manevi kuvvete sarılmak.
– Teknik ve harp hazırlığı.
İslam dünyası dünya liderliğini elde etmek istiyorsa, üstün bir güce sahip olması, harp tekniği ve ilimlerde tamamen hazırlıklı bulunması, hayatın temel ihtiyaçlarında Avrupa’ya el açmaması ve hiçbir hususta Frenklere başvurmaması gerekir.
– İlim ve araştırmada lider olmak.
– Modern ilme yön vermek. (s.256-261)
[1]. Hasen en-Nedvi, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, Çeviren: Mehmet Süslü, Kitabevi, İstanbul 2007, s.XXXIII.