Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2014 Mart / 16. Sayı
Günümüz Müslümanlarının yaşantılarına baktığımızda, özellikle bu toplumda yaşayan cemaatlerin ve grupçukların her birinin “Her bir topluluk yanındaki şey sebebiyle sevinmektedir.”(1) ayetiyle de beyan edildiği üzere kendi çalışmalarını en doğru çalışma, diğerlerini ise bir yanlış içinde gördüklerini ve bu sebeple de çalışmalarının devamı ve bekası için var güçleriyle kendilerini en hak üzere! zannettikleri bu davalarına adadıklarını görürüz. Zaman zaman bu çalışmaların seyri maalesef hak yoldan ayrılır fakat kendilerini davalarına adamış bu kitlenin mensubu olan bireyler İslam’ın maslahatından çok kendi yapılarının selametini ve maslahatını düşündüklerinden dolayı büyük yanlışlara düşmekte ve bu uğurda yapılan mücadelenin de hak uğrunda yapılan bir mücadele olduğunu zannetmektedirler.
İslami hassasiyetlerin azaldığı ve gün geçtikçe de yavaş yavaş unutulmaya yüz tuttuğu bu toplumda ayetlerden ve hadislerden uzak kalan veya bu nasları istediği şekilde yorumlamaya kalkışan insanları ve grupları görmek hiç de zor değildir. Maalesef bu topluluklar davalarının daha zahmetsiz, daha çabuk ve etkili olabilmesi amacıyla İslam’da daha öncesinde bir eşinin veya benzerinin görülmediği ya da İslam tarafından kabul edilebilir bir tarafı olmayan çeşitli akımların etkisiyle sözde İslam’a hizmet adına! birçok fikirleri İslam’a nispet etmekte ve sanki böyle bir çalışma şeklinin İslam’a göre hiçte garipsenmemesi gereken bir çalışma şekli olduğunu, İslam’ın böyle bir düşünceden istifade etmesinin yanlış olmayacağını alenen ifade ettiklerini görürüz.
Oysa metot bu mu olmalıdır? Yeryüzünde Allah’ın bir halifesi olarak yaratılmış ve kendisine ilahi bir mesuliyet yüklenmiş insanların öncelikle Allah’ın emir ve yasaklarının dışında başka yasa ve kurallara uyma ve bu ölçülere göre yaşama hakkı var mıdır? Başımız her sıkıştığında müracaat edeceğimiz merci Kuran ve Sünnet mi olmalı yoksa başka değerler ve ölçüler mi? Dolayısıyla bizim nasıl hareket edeceğimizi belirleyen ölçü İslam’ın emirleri haricinde başka bir şey olmamalıdır.
Maalesef ilimsizliğin ve cehaletin kol gezdiği böyle bir toplumda insanları hak olan bir metot uğrunda toplamak gerçekten çok zordur. Bu iş hem çok meşakkatli hem de büyük fedakârlıklar, gayretler ve bedeller gerektiren bir yoldur. İslam’ın özüne insanları döndürürken bizler Peygamber efendimize yapılan her türlü eziyet, işkence, hakaret vb. şeylerle karşılaşabiliriz. Ne acıdır ki bazen bunu bize yapanların Ebu Cehiller ve Ebu Lehebler gibi en yakın akrabalarımızdan ve kendi kavmimizden çıktığını görmek hiç te zor değildir. Ve yine ne gariptir ki insanlara batıldan ve her türlü yanlış düşünceden arınık bir İslam’ı sunduğumuzda daha öncesinde diğer birçok peygambere de söylenen “Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”(2) Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz.”(3) dediklerini ve bu güne kadar gördükleri ve benimsedikleri İslami anlayışı gerçek bir mihenk taşında değerlendiremedikleri için kendilerine sunulan hak ve hakikatlere karşı kör ve sağır kaldıklarını, yer yer de bunu bastırmak ve yok etmek uğruna kâfirlerin ve zalimlerin bile akıllarına gelmeyen türlü yollarla bu gaye uğrunda çalıştıklarını müşahede ederiz. Bu tür insanlar isterler ki herkes kendilerinin anladığı İslam’ı doğru veya yanlış nasıl olursa olsun benimsesin ve bu kervana katılsın.
İşte bu akımların oluşmasının altında yatan sebepleri incelediğimizde bunların tümünün dünyevi menfaat ve maslahatlara dayandıklarını görürüz. Bazen samimi duygularla ve en içten gayretlerle atılan bu adımların zamanla içinde bulunulan konum gereği yanlış yerlere doğru kaydığını ve neticede ulaşmak istenilen hedeften tamamen uzaklaşıldığını görürüz. Bu uzakta kalan hedefleri tekrar elde etmek ve tekrar bu hedeflere yönelmek yerine yeni yeni hedeflerin tayin edildiğini ve ortaya konulduğunu ve hepsinin de yine İslam’ın maslahatları! uğrunda yapılan çalışmalar olduğunu yutturmaya çalıştıklarını görürüz. İşte burada bizleri bu sıratı müstakim olan yoldan uzaklaştırmaya çalışan hususları özetle birkaç maddede incelemeye çalışalım.
1 |
– İslami Metodun geçerliliğini kaybettiğini zannetmek:
Günümüzde bazı insanların İslam’ın sadece ilk olarak geldiği döneme has bir yaşam şekli olduğunu, bu günün ihtiyaçlarını karşılayamayacağını, bir nevi ilkel bir sistem olarak gördüklerini söylediklerini ve hatta bunun Müslüman kimlikli insanlar tarafından dahi dillerde dolaştığını müşahede etmekteyiz.
2- İslami Metodun birçok meşakkatide beraberinde getirdiği görmek:
İslami Metodun mensupları olan kişilerin bu uğurda peygamberlerin çektikleri birçok meşakkatle karşılaşabileceklerini bu uğurda ciddi bedellerin ödenmesinin gerekebileceğini anlamaları, bu metodun ağır sorumluluklar ve şiddetli sıkıntılara sebep olacağını bilmelerinden dolayı daha kolaycı bir yaklaşımla hareket etme isteği ve bu uğurda zahmeti en az ve en kolay yolu tercih etme istekleri çoğu zaman dava mensubu ferdleri yolundan alıkoyar ve “sizler sıkıntı çekmeyi tercih edenlersiniz, İslam ise kolaylık dinidir. Zaten Allah’tan musibet istenmez fakat sizler ısrarla bu sıkıntılara ve zorluklara talipsiniz” şeklinde konuştuklarını görürüz.
3 |
– İslami Metodu tatbik uğrunda kendini yeterli görmemek:
Kişiler bazen nefsi zafiyetleri ve zora karşı dayanıksızlıkları sebebiyle kendilerini yeterli göremez ve bu kusurlarını da başka yollarla gidermeye ve başka metodları takip etmek suretiyle göz ardı etmeye çalışırlar.
4 |
– İnsanları içinde bulundukları bu zulümden biran önce çıkarabilecek metodun İslam’ın dışında başka bir sistemle olabileceğini zannetmek veya buna kanaat getirmek:
İslam’ın tedrici safhalarının olduğunu, belli aşamaların yerine getirilmesi gerektiğini öğrenmek, bunun neticesinde ise sabırsızlığa kapılarak bu davanın uzun bir süreci gerektirdiğini oysa bu yolu kısaltmanın bir şekilde mümkün olabileceğine kanaat getirmek ve bu sebeple de İslam’a alternatif olarak gördüğü başka sistemleri benimsemek veya bu sistemleri İslam’a yamamaya çalışarak bir sentez oluşturmak düşüncesidir.
5 |
– Düşmana karşı en iyi metodun Düşmanın silahıyla silahlanmak olduğunu zannetmek:
Maalesef bugünün Müslümanlarının en çok kullandıkları ve hadis olduğunu iddia ettikleri bu sözü hadis olarak tesbit edemedik. Ancak Enfal süresi: 60. ayette geçen “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” ayetinin buna işaret ettiğini söyleyenlere şunu deriz ki bu ayetten özellikle düşmanın ilerleyişini durduracak ve İslam beldelerine taarruzunu önleyecek hazırlığın müslümanlar tarafından yapılması gerektiğini, onlara karşı savaş meydanlarında üstünlük sağlamanın mümkün olabileceği her türlü silah ve teçhizattan faydalanmak gerektiğini ve bu uğurda güçlenmeye vesile olacak teknolojik hususlardan faydalanılması gerektiğini anlamaktayız. Yoksa düşmanlarımızın batıl sistemlere yöneldikleri gibi bizlerinde onların içine sızmak ve tabiri caizse onları can evlerinden vurmak için bu sistemleri onlar kadar hatta daha da fazla benimsememiz gerektiği düşüncesini bu ayetten çıkaramayız. Çünkü bu iman ve küfür meselesidir. Dolayısıyla itikadi bir meseledir. Ve İtikadi meselelerde delil olacak hususların hangi esaslar olması gerektiğini iyice öğrenmeli ve ancak ondan sonra uygun kıyas yolunu kullanmalıyız. Allah-uTeâla bizleri yanlış kıyaslar yapmaktan muhafaza etsin.
6 |
– Bireylerin dünyevi arzu ve beklentileri:
Bu gün İslami maksatla yola çıkan birçok kimsenin zamanla dünyevileştiğini ve özellikle temsil ettiği bu kurumun en büyük savunucusu ve destekçisi olduklarını görürüz. Çünkü eğer buna muhalif davranacak olurlarsa arzuladıkları ve beklentisi içinde oldukları hiçbir şeyi gerçekleştiremeyeceklerini zannederler. Büyük yatırımlar yaparak ve yüklü mallar ve bedeller ödeyerek ulaştıkları bu yoldan iyice istifade etmeden ve ceplerini doldurmadan çekip gitmek istemezler. Bununla birlikte nüfuz sahibi olmak ve toplum tarafından tanınma arzusuda fertleri bu yanlış metotları benimsemeye sevk edebilir.
7 |
– İlimsizliğin ve cehaletin fertlerde etkili olması neticesinde yanlış kıyas ve içtihatlarda bulunmak. Nasları usulüne göre yorumlamamak:
Özellikle ayetlerden ve hadislerden bugüne kadar hiçbir İslam âlimi tarafından bu şekilde anlaşılmamış konuları seçmek ve kendi amaçları için kullanmak düşüncesi de maalesef ilimden uzak olan bazı kesimleri etkilemekte ve bu yolu hak olarak görmektedirler. Bununla beraber bizim şeriatımızda uyulması gereken esasları görmeyip de önceki şeriatleri kendilerine delil olarak alan kişilerin Hz. Yusuf aleyhisselâm kıssasını örnek olarak gösterdiklerini ve Sultanın yönetimine dâhil olunabileceğini nitekim onunda bir nevi maliye bakanı gibi, Mısır melikinin sistemine dâhil olduğunu böylece bizlerinde bu tür çalışmalarda aktif bir rol alabileceğimizi iddia ettiklerini görmekteyiz. Bunlara söyleyecek sözümüz şudur ki kişinin Kur’ana yaklaşım maksadı ne ise ona uygun delil bulabilmesi mümkündür. Ancak aslolan bunun İslami kaidelere ve usullere uygun olması gerektiği de unutulmamalıdır. Bugün müsteşriklerin ve kâfirlerinde belli ayetleri kullanarak Müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalıştıklarını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Nitekim böyle bir düşüncede bu tür bir zihniyetin mahsulüdür. Bununla birlikte bizden öncekilerin şeriatlerinin bizler için de geçerli olabilmesi için bizim şeriatımızın da buna onay vermesi gerektiği unutulmamalıdır.
8 |
– Dünya üzerindeki gelişmiş ülkelerin İslam’dan uzaklaştıkları için geliştikleri ve kalkındıklarını buna mukabil geri kalan ve gelişememiş ülkelerin daima İslami ülkeler olduğunu görerek böyle bir düşünceye kapılmak:
Reform hareketleriyle Hristiyanlar tarafından kilise ve taraftarlarına karşı yapılan ve neticede dünyevi bir takım özgürlükler elde edenleri gören gariban bazı kesimler, İslam’ı da aynı kefeye koymuş, kötü düşünceli kişiler tarafından tahrif edilmiş Hristiyanlıkta olduğu gibi İslam’ı da bilerek veya bilmeyerek maalesef tahrif etmeye kalkışmışlardır. Oysa İslam onların bu iddialarından ve yanlış yakıştırmalarından pek yücedir.
9 |
– İslam’ın emirlik sistemini bir nevi krallık ve saltanat kurma şeklinde algılamak veya diktatörlük şeklinde görmek buna mukabil çoğunluğa itibar edilen demokraside özgürce fikirlerini ifade edebileceğini zannetmek:
Müslüman olduğunu söyleyen bazı kişiler emir sahibinin son sözü söyleme yetkisini bir nevi diktatörlük olarak algılamışlar, fikirlerinin kabul edilmemesi ve söz sahibi olamamalarının suçunu İslam’a yüklemişler bunun neticesinde de İslam’ın kabul etmemiş olduğu çoğulculuk düşüncesinisahiplenmişlerdir. Ne acıdır ki bu görüşü benimseyen cemaatlerin ve grupların zamanla birbirlerini ikna etme maksadıyla kulisler oluşturduklarını ve neticede daha küçük grupçuklara bölünerek birbirlerine muhalefet ettiklerini ve neticede birliklerini bozarak farklı düşüncelere sahip ayrı yapılar oluşturduklarını görürüz. Maalesef bu yapının mensubu olan bireyler velev ki hak dahi olsa karşı grubun hakkı söylemesini ve konuşmasını istemez, daima onun kusurunu ve hatasını arayarak onu bulunduğu mevkiden indirmenin formüllerini araştırırlar. Bugünkü demokratik sistemlerde “Muhalefet” denilen gurubun yaptığı da zaten bundan farklı değildir. İşte İslam, vahdeti ve birlik olmayı asıl mesele olarak kabul ederken tefrikayı ve muhalefeti asıl alan bu sistemlerle İslam’ın bir bağının olabileceğini zannetmek büyük bir saflık ve cahilliktir.
10 |
– Beşeri sistemleri İslam’a denk görmek:
Maalesef günümüzde, gökyüzündeki Ulûhiyet hakkını Allah’a bırakmasına rağmen yeryüzündeki ilahlık makamını kendine layık gören bazı insanlar haşa Allah’ın yeryüzünü sevk ve idare etmekten aciz olduğunu, yeryüzünün ve insanların maslahatına uygun kanunların ve çözüm yollarının İslam da değil de kendilerinde bulunduğunu iddia ettiklerini görürüz. Korkarız ki bu haddi aşmış zümreler yarın öbür gün gökyüzüne ait olaylara dair biraz ilim ve güç sahibi olabilecek bir dereceye ulaşacak olurlarsa bu hakkı da AllahuTeâla’dan almaya kalkışacaklardır. Allah-uTeâla bu gibi kimselerin şerrinden bizleri muhafaza etsin.
11 |
– Deneme yanılma yoluyla en güzel olanı bulabileceklerini zannetmeleri:
Günümüzde bazı kesimler İslam’ın ebediyyendeğişmez evrensel kurallarının en güzel çözümü getiremeyeceğini, geçmiş ile geleceğin birbirinden farklılık arz ettiğini, fakat beşeri kanunların kendi eksikliklerini hatalardan ders alarak giderdiğini ve en mükemmel olana doğru ilerlediklerini iddia ederler. Neticede beşeri sistemler eksikliklerini başka sistemler vasıtasıyla tamamlasalar bile Ahirete yönelik hiçbir şeyi vadedemezler. Ne kadar ileri seviyeye varacak olsalar dahi insanın ölümünden sonrası ile ilgilenmedikleri için mükemmellikleri hiçbir zaman düşünülemez. Bu yönüyle bütün beşeri sistemler eksik kalmakla malüldür. Çözüm getiremeyişleri ve insanları saadete ulaştıramamaları bunun en açık göstergesidir. Günümüzde müşahede ettiğimiz üzere kendilerinin kendileri için belirledikleri hedefleri dahi gerçekleştiremezler.
12 |
– Müslümanların rahat ve huzur kaynağı arayışını sadece dünya olarak görmeleri:
Bu da bizlerin nefis muhasebesi yaparak düşünmemiz gereken bir husustur. Maalesef bugün bizler bunun ötesini neredeyse hissedemiyor ve hatırlayamıyoruz. Ahireti çok az hatırlıyor ve ahirete yönelik çok az plan ve programlar yapıyoruz. Baştan beri sözünü ettiğimiz sapmaların ve farklı yönlere savrulmanın en önemli olan asıl sebebi ne yazık ki bu meseledir. Yani dünya hayatında sırat müstakim üzere bulunmamızın önüne geçen en önemli hususun dünya hayatının ahirette karşımıza çıkacağını hatırımıza çok az getirmemiz ya da tamamıyla unutmuş olmamızdır.
Asıl Vazifemiz Nedir?
Mevcut sistemler bize Allah’ın rızasını kazandıramaz. Dolayısıyla biz insanların tümüne Allah’ın rızasını nasıl kazanacağımızı öğretmeyi, böyle bir yükümlülüğü üzerimize almış kimseler olarak ortadayız. Müslümanlar olarak bizler ahireti hesaba katmadan en ufak bir davranışta bulunamayız. Ahireti hesaba katmadan ağzımızdan biz söz dahi çıkmamalıdır. Ahireti düşünerek hayatımızı şekillendirmeli, ilişkilerimizi buna göre düzenlemeli, bu esaslara göre konuşup buna göre davranmalıyız ki işte o zaman gerçekten Allahu Teâla’nın bizlere göstermiş olduğu o büyük hedefi esas alıp hareket eden ve salih amelleri kabul edilen gerçek müminler olabilelim.
Müslümanlar dünya hayatıyla ahireti hedefleyen ve bu yolla ahiret saadetini kazanmaya çalışıp gayret eden insanlardır. Dolayısıyla dünyadaki olumlu veya olumsuz gelişmeler Müslümanın istikameti üzerinde etkili değildir. Nitekim AllahuTeâla şöyle buyuruyor: “Taki elde ettiğinizle sevinmeyesiniz, kaybettiğiniz şeyler sebebiyle de üzülmeyesiniz.”(4) Dolayısıyla dünya hayatında ele geçirdiğimiz şeyler için sevinmeye değmediği gibi, kaybettiklerimiz için de üzülmeye değmez.
Önemli olan her bir ferdin Müslüman olarak sorumluluğunu yerine getirmesi, Allah azze ve celle’nin muhafaza etmek üzere bizlere emanet etmiş olduğu İslami hayatı hakkıyla koruyabilmemizdir. Bu hususlara gereken hassasiyetleri gösterdikten sonra dünyevi boyutlarıyla kazandıklarımızın ve kaybettiklerimizin hiçbir değeri olmayacaktır.
Biz Müslüman olarak hayata ve hayattaki ilişkilere veya dünyevi sonuçlara bu şekilde baktığımız takdirde istikametten ve AllahuTeâla’nın bizden istemiş olduğu doğru yoldan Allah’ın izniyle sapmayız. Bizim için önemli olan tek şey amellerimizin salih olmasıdır. Amellerimiz salih olduktan sonra önde olmamız, arkada olmamız, ortada olmamız, yukarıda veya aşağıda olmamız hiç fark etmez. Netice almamız veya almamamız, kitlelerin bizi kabul edip etmemeleri, yalnız başına kalmış olmamız hiç te önemli olmayacaktır. Nitekim Peygamber efendimiz hadisi şeriflerde buyurduğu üzere Kıyamet gününde kimi peygamberlerin tek başına gelmesi, kimi peygamberlerin yanında iki üç müminle huzuru ilahiye gelecek olmaları haşa onların davetlerini tebliğ etmede kusurlu davrandıkları anlamına gelmez. Tebliğde öncü bir peygamber olan Nuh aleyhisselam’ın kavmi içinde 950 sene istikamet üzere tebliğ yapmasına rağmen netice alamamasını veya çok küçük bir netice almasını tenkid edip küçümsememiz gerekmez. Dolayısıyla biz hakkı ve hakikatı başarılarda, çoklukta, azlıkta, önde ve arkada olmakta değil, Allah’ın kitabına ve Rasulü’nün sünnetine uyup tabi olmakta ararız. Neticesi dünya gözüyle bir hiç olsa dahi ancak Allah’ın kitabına ve Rasulü’nün sünnetine uygun olan bir iş güzeldir. Bu sebeple dünyevi sonuçlara kendimizi endekslememeliyiz. Dünyevi sonuçları Allah-u Teâla verirse verir, vermezse vermez, bu O’nun işidir. Bizler kendi amellerimizin salih olması noktasında üzerimize düşeni yapmalıyız. Bizim önem vermemiz gereken husus budur. Yoksa birileri İslami olmayan yöntemlerle çalışarak şu neticelere ulaştı demek suretiyle batıl düşünceleri taklit etmek değildir. Fakat şunu söylemeliyiz ki hayatımız ve ölümümüz Allah için olabiliyorsa işte en büyük netice budur. İşte bu manasıyla hayatı kuşatan tek sistem ve kâmil din sadece AllahuTeâla’nın dinidir. Nitekim en büyük nimette Rabbimizin buyurduğu üzere budur. “Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı beğendim.”(5) Gayret bizden başarı Allah’tandır. Rabbim bizleri yolunda samimiyetle yürüyen, sahih metodu takip eden ve hak üzere sabit kalıp batıla meyletmeyen muvahhid müminlerden eylesin. AMİN.
—————————-
Muminun: 53
Muminun: 24
Zuhruf: 22, 23
Hadid: 23
Maide: 3