Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2020 Haziran / 91. Sayı
Hamd; “…Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz söze vefa gösterin ki, ben de size verdiğim söze vefa göstereyim…”(Bakara, 40) buyurarak kendisine karşı vefakâr olmamızı buyuran Allah’a,
Salât ve Selâm; “Kıyamet günü ahdine vefa göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefasızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir”[1] buyurarak vefanın önemini bize bildiren ve vefasızlıktan sakındıran Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e,
Allahu Teâlâ’nın affı ve keremi, rahmeti ve mağfireti; “Yine onlar (o müminler) ki emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler” (Müminun, 8) ayeti kerimesinde beyan edildiği üzere ahitlerine riayet eden, davasına bağlı, vefakâr Müslümanların üzerine olsun.
Vefa, İslâm’ın Müslüman şahsiyetten çok özen göstermesini istediği ahlâklardan biridir. Vefa; insanın, sözünde durmasıdır ve yapacağını söylediği şeyi yerine getirmesidir. Vefasına en sadık, hiç şüphesiz Alim olan Allah azze ve celle’dir. O, vefayı kendi nefsine yazmıştır, hiç kimseye zulmetmez:
“Ahdini Allah’tan daha çok yerine getiren kim olabilir? (Tevbe, 111)
“…Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih, 10)
Ve insanlara da vefayı şöyle buyurarak emretmiştir:
“Onlar Allah’a verdikleri ahdi yerine getirirler; verdikleri sözden dönmezler.” (Rad, 20)
“Hayır, kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa; şüphe yok ki Allah, sakınanları sever.” (Âl-i İmran, 76)
Müslüman sözünde duran kişidir. Sözünde durulmaya en layık olan da Yüce Rabbidir. Nitekim Yüce Rabbimiz bizi yaratıp dünyaya göndermeden önce ruhlar âlemindeyken bizden söz almış ve biz de bu sözümüze sadık kalacağımızı Yüce Rabbimize beyan etmiştik.
“Ama biz böyle bir söz verdiğimizi hatırlamıyoruz ki!” denilebilir. “Nisyan ile malul” veya “nisyan ile malum” olan insan neyi hatırlıyor ki? Daha bir hafta öncesinde neler yediğini, neler yaptığını, nereye gittiğini ve neler söylediğini hatırlamayan hatta birkaç saat öncesinde verdiği sözleri ve vaadleri unutan insandan bu sözünü hatırlaması beklenebilir mi? Ancak iman ettiğimiz Yüce Rabbimiz bize, kendisine söz verdiğimizi bildiriyor. İnandığımız, kulluk ettiğimiz yüce yaratıcımız bize bunu hatırlatıyor. Biz hatırlamasak da… Haşa Rabbimiz yalan mı söylüyor? Biz bunu hatırlamadığımız için “Biz böyle biz söz vermedik!” diyerek O’nu yalancı çıkarmak mı istiyoruz? Yoksa hatırlamamamızın faturasını Rabbimize mi mal edeceğiz? Doğru söylediğine kesin olarak inanmamız gereken Rabbimizin, Kur’an-ı Kerim’de bize bildirdiği bu sözleri kabul etmezsek, Allah muhafaza eylesin, iman iddiamız boşuna olur. Biz Rabbimize, O’nun kitabına ve her buyruğuna itaat eder, her sözüne de iman ederiz. Böyle bir sözü hatırlamasak da verdiğimiz sözün doğruluğunu kabul eder ve gereği neyse yerine getiririz. Çünkü biz Müslümanız.
Müslümanın davasına olan vefası, Allah’a ve Rasûlü’ne bağlılığıyla ve onlara verdiği söze sadık olmasıyla ilgilidir. Müslümanın ahdine vefa ve sadakat göstermesi daha “kalu bela” diye bildiğimiz ruhlar âlemindeyken başlamıştır ve ruhunu Yüce Rabbine teslim edeceği zamana kadar da devam edecektir.
“Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dediği vakit ‘Pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz’ dediler. (Bunu) kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz diye (yapmıştık).” (A’raf, 172)
“Allah’ın, üzerinizdeki nimetini ve ‘İşittik, itaat ettik’ dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın. Allah’tan korkun çünkü Allah göğüslerin özünü çok iyi bilir.” (Maide, 7)
Allah’ın ahdini az bir bedel karşılığında değişmeyin. Eğer bilirseniz muhakkak ki Allah katındaki sevap sizin için daha hayırlıdır.” (Nahl, 95)
Saadet asrının insanları olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabında bizim için çok güzel ahde vefa örnekleri vardır. Onlar Allah azze ve celle’ye karşı olan vefalarına sadakat gösteren, davalarına gönülden bağlı, fedakâr ve vefakâr erler idiler.
İşte onlardan biri: Cüleybib r.a
Cüleybib radıyallahu anh, Allah ve Rasûlü’nün nidasına icabet eden kişilerden biriydi. Müslüman oldu ve İslâm’ı en güzel şekilde yaşamaya başladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Cüleybib’in kendisini çok sevdiğine dair haber ulaşınca bizzat kendisi, onu Ensar’dan bir kadın ile nikâhladı.
Cüleybib’in evlendikten sonra evinde kalması, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davetçisinin cihada davet etmesine kadar sürdü. Cüleybib, Allah ve Rasûlü’ne karşı bağlılığını göstermek için davete icabet ederek hemen dışarı fırladı.
Savaş, Müslümanların lehine büyük zafer ile sonuçlanınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşanların hallerini kontrol etmeye başladı. Yaralıları ve şehitleri aramaya koyuldular. Ardından ashabına “Kimseyi kaybettiniz mi?” diye buyurunca dediler ki “Evet, Ey Allah’ın Rasûlü. Falanca, falanca, falanca kimseyi arıyoruz.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sorusunu tekrarladı ve sorumlu komutana “Kimseyi kaybettiniz mi?” diye buyurunca dediler ki “Bilakis Ey Allah’ın Rasûlü, falanca, falanca ve falanca kişiyi kaybettik.” Sorusunu tekrarlamaya devam ediyor, Müslümanlar da aralarında bulamadıkları kimse kalmayıncaya kadar cevap veriyorlardı. Ardından “İşte şimdi bulamadığımız kimse kalmadı Ey Allah’ın Rasûlü” dediklerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ama ben Cüleybib’i bulamadım. Benimle gelin Cüleybib’i arayalım.” dedi ve aramaya başladılar. Bulduklarında Cüleybib, aşırı kan kaybetmiş, ruhunu Allah azze ve celle’ye teslim etmişti. Bir de baktılar ki Allah yolunda şehit edilmeden önce etrafındaki yedi tane cesur kâfiri yere sermişti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Cüleybib’in bedeninin yanında durdu ve hayırlı bir dua etti: “Allah, karşılığını sana hayır olarak versin. Yedi kişi seni öldürmeden önce sen onları öldürdün.” Sonra başını dizine koyarak şöyle buyurdu: “Bu benden, ben de ondanım.” Sonra onun için mezar kazılmasını emretti. Komutan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ona vefa olsun diye şerefli elleriyle mezarında onun başını koyacağı toprağı yastık şeklinde yaptı.
Allah’a verdiği söze vefa gösteren ve bu iddiasını doğrulayan kişilere dair güzel bir misal daha: Enes b. Nadr r.a
Enes b. Malik radıyallahu anh’tan aktarıldığına göre amcası Enes b. Nadr, Bedir günü bulunamamıştı. Enes b. Nadr şöyle demişti: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte ilk gazveye katılamadım. Eğer Allah, beni Peygamber’inin yanında müşrikler ile yapılacak savaş meydanında hazır bulundurursa ne yapacağımı görecektir.” Uhud günü geldiğinde Müslümanlar hezimete uğradı. Sonra: “Allah’ım, onların -Müslümanların- yaptıkları şeylerden dolayı senden af diliyorum ve müşriklerin yaptıkları şeylerden de sana sığınırım” dedi ve ardından kılıcı ile öne atıldı. Bu arada Sad b. Muaz ile karşılaştı ve ona: “Nereye Ey Sad? Muhakkak ki ben, cennetin kokusunu Uhud’un ardından alıyorum” deyip müşrikler ile çarpışmaya geçti ve sonunda şehit edildi. Kimse onun bedenini tanıyamadı. Nihayetinde kız kardeşi, onu beninden veya parmağından tanıyabildi. Bedeninde seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı.”[2]
Enes b. Malik şöyle dedi: “Biz, bu ayetlerin o ve benzerleri hakkında indiğini zannediyoruz: “Müminlerden öyle erler vardır ki; Allah’a verdikleri ahde sadakat göstermişlerdir. Kimi bu uğurda canını verdi, kimi de beklemektedir. Ve onlar, hiçbir değiştirme ile değiştirmediler.” (Ahzab, 23)
Ensarın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı vefası:
Avf b. Malik radıyallahu anh şöyle demiştir: “Dokuz veya sekiz veya yedi kişi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikteydik. ‘Allah’ın Rasûlü’ne biat etmez misiniz?’ diye buyurdu. Bunun üzerine ellerimizi açarak dedim ki: ‘Biz, sana biat etmiştik Ey Allah’ın Rasûlü. Ne üzerine sana biat edelim?’ Dedi ki: ‘Allah’a kulluk edeceğinize ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza ve itaat edeceğinize dair bana biat edin.’ Sessizce bir söz söyleyerek ‘Ve insanlardan bir şey istemeyeceğinize dair de biat edin’ diye buyurdu. Avf b. Malik şöyle devam etti: “Bu topluluktan bazılarını gördüm. Onlardan birinin kamçısı yere düşerdi de hiçbir kimseden kamçısını kendisine vermesini istemezdi.”[3]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı yapılacak vefa; sünnetine tabi olmakla, onun ahlakı ile ahlaklanmakla, ona uymakla, dinini ve akidesini müdafaa etmekle olur.
Sahabeden Ziyad b. Seken r.a’nın vefası:
Uhud’da savaş kızıştığında, müşriklerin kılıçları ve mızrakları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında ona karşı bir araya geldiğinde, Müslümanlar da onun etrafından dağıldığında, Müslümanlardan etrafından dağılanlara şöyle nida etti: “Bizim için nefsini satacak kişi yok mu?” Ensardan beş kişi arasından biri de Ziyad b. Seken radıyallahu anh idi. Nefislerini ona hibe ettiler. Komutan olan Peygamberlerinin önünde müşriklerle çarpışmaya başladılar. Peygamberlerinin önünde bir bir şehit düşüyorlardı. Ziyad b. Seken ise yüce dağ gibi dayanıklıydı. Şiddetli kılıç darbeleri alana kadar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i müdafaa etmeye devam etti. Sonunda hareket edecek gücü kalmayınca yere düştü. Sonra Peygamber’ini korumak için bedenini ona duvar yaptı.
Tam bu esnada Müslümanlardan cesur bir grup gelerek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i müdafaa ettiler. Akabinde müşrikleri etrafından defettiler ve onları dağıttılar. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ziyad b. Seken’e doğru yöneldi. O da son nefesini veriyordu. Ardından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu bana yaklaştırın” diye buyurunca onu yaklaştırdılar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, onu dizinin üstüne koydu. Yanağı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dizinin üstündeyken çok geçmeden vefat etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona dua etmeyi ihmal etmedi. Allah azze ve celle, onların hepsinden razı olsun.
Kendini bu durumda hayal et. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı kendisinden kaçarken sen ne yapardın? Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i müdafaa mı ederdin yoksa onlarla beraber sen de kaçar mıydın?
Sahabeden Hakîm b. Hizam r.a’nın vefası:
Urve b. Zübeyr’den aktarıldığına göre, Hakîm b. Hizam radıyallahu anh şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den mal istedim, o da verdi. Yine istedim bir daha verdi. Sonra bana şöyle buyurdu: ‘Ey Hakîm, işte şu mal, yeşil tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis cömertliği ile hırs göstermeden alırsa, o malda kendisi için bereket olur. Kim de bu malı hırs ile alırsa, o mal da alan için bereketsizlik olur. O hırslı kimse, daima yiyen ve doymayan bir kimse gibi olmuş olur. Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”
Hakîm dedi ki: Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü, seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki ben şu dünyadan ayrılıncaya kadar senden sonra hiç kimseden bir şey istemeyeceğim” dedim. Ebu Bekir radıyallahu anh, Beytül Mal’daki hakkını vermek için Hakîm’i çağırdı fakat Hakîm ondan bir şey almaktan kaçındı. Sonra Ömer radıyallahu anh da hakkını vermek için onu çağırdı, ondan da hakkını almaktan kaçındı. Daha sonra Ömer radıyallahu anh: “Ey Müslümanlar topluluğu, ben harac ve ganimet malından Allah’ın kendisine taksim eylemiş olduğu hakkını kendisine vermek için arz ediyorum. O ise bunu almaktan kaçınıyor” dedi. Ve Hakîm, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra -Allah rahmet etsin- vefat edinceye kadar herhangi bir kimseden bir şey almadı.”[4]
İşte Hakîm, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettikten sonra bile ona karşı olan vefasını yerine getirdi. Anlatıldığı gibi herhangi bir halifeden hiçbir şekilde mal kabul etmedi.
Allah’ın davasını omuzlayan alimlere karşı vefalı olmak
Zeyd b. Sabit radıyallahu anh, cenaze namazı kıldıktan sonra katırına binmek istedi. Tam bu esnada Abdullah b. Abbas radıyallahu anh, Zeyd’in bineğine binmesi için ayağını koyduğu üzengiyi tuttu. Bunun üzerine Zeyd: “Bırak onu, Ey Allah Rasûlü’nün amcasının oğlu” dedi. Akabinde İbni Abbas radıyallahu anh: “Biz, âlimlerimize ve büyüklerimize böyle yapmakla emrolunduk” deyince Zeyd b. Sabit de onun elini tutarak öptü ve: “İşte biz de peygamberimizin Ehli Beyti’ne böyle yapmakla emrolunduk” dedi.
Ebu Hanife’nin vefasına dair bir örnek
Vefa göstermenin en güzel olanı Ebu Hanife’nin, hocalarına karşı olan vefasıdır. Ebu Hanife, her namaz kıldıktan sonra anne ve babası ile beraber hocası Hammad’a da dua ederdi. Ona olan sevgisini sürekli taze tutuyordu. Sürekli onu zikreder ve ona rahmet okurdu. Onun faziletlerini unutmazdı. Ebu Hanife’nin, hocası ve şeyhi olan Hammad’ı ebediyyen unutması mümkün değildi. Hocasına vefa göstermek için yolundan ilerliyordu. Onu hayırla anıyor ve faziletlerini övüyordu. Eserlerinde hocasını anıyordu ve ona dua ediyordu. Hatta Ebu Hanife şöyle demişti: “Kıldığım her namazın sonunda Hocam Hammad için ve kendisinden ilim öğrendiğim veya öğrettiğim herkes için dua ederdim.” Başka bir rivayette şöyle geçmektedir: “Hammad öldüğü günden beri kıldığım bütün namazların akabinde anne ve babam ile birlikte onun için de Allahu Teâlâ’dan bağışlanma diliyorum. Ve ilim öğrendiğim veya öğrettiğim herkes için de istiğfarda bulunuyorum.”[5]
1945 yılında İmam Hasan el-Benna, yazdığı makaleden dolayı Şeyh Muhammed el-Gazali’ye teşekkür ettiğine dair bir mektup gönderdi. Mektupta şöyle yazıyordu: “Değerli Kardeşim Şeyh Muhammed el-Gazali, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. “El-İhvanu’l Müslimun ve el-Ahzab” adlı makalenizi okudum. Açık ve düzgün olan cümleleri, derin manaları, ölçülü ve dengeli dili ile beni çok etkiledi. Nitekim de böyle yazman gerekirdi. Sürekli yazmaya devam et. Ruhu’l Kudüs (Cebrail) seni destekliyor ve Allah azze ve celle de seninle beraberdir. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.”[6]
Bir gün olsun, sözlü bir mesajı veya mektubu bir vaize, bir kitap yazarına, bir davetçiye veya Cuma’da hutbe veren bir hatibe veya hoşuna giden bir makale yazarına göndermeyi hiç düşündük mü? Belki de böyle yaptığımızda onun vesilesiyle Müslümanların bilinçlenmesine sebep olabileceğimizi görür ve bu işte biz de hissedar oluruz.
Cizyelerini Geri Verin
Müslümanlar Allah’a ve Rasûlü’ne verdikleri ahdin gereği olarak insanlara verdikleri ahidlerine de sadık kalırlar. Bu ahdin gereğini yerine getirmekten geri durmazlar. Ne kadar zor olsa da asla birtakım bahanelerin arkasına saklanıp ahidlerine riayetsizlik etmezler. Çünkü onlar ahdin büyük bir sorumluluk gerektirdiğini bilirler.
Rumlar, batıdaki İslâm beldelerinin sınırlarına birçok asker yığınca Ebu Ubeyde radıyallahu anh, anlaşma yaptıkları şehirlere atadığı bütün valilere mektup yazdı. Onları koruma karşılığında aldıkları cizyeleri ve haraçları geri vermelerini emretti. Onlara hitaben şöyle diyordu: “Nitekim sizlere paralarınızı geri veriyoruz. Çünkü büyük bir ordunun toplanıp geldiği haberi bize ulaştı. Fakat sizler ise bize korumamızı şart koşmuştunuz. Ama şimdi buna gücümüz yetmiyor. İşte şimdi sizden aldıklarımızı geri veriyoruz. Böylece biz şartımızı yerine getirmiş oluyoruz. Fakat biz ile sizler arasında olan anlaşma Allah azze ve celle, onlara karşı bize zafer verdiği zamandı.” Bu sözleri onlara söyledikten sonra onları koruyacaklarına dair aldıkları paraları geri verdiler. Onlar da şöyle dediler: “Rumların yerine Allah azze ve celle, sizi bizim başımıza geçirsin. Ve Rumlara karşı size zafer versin. Şayet Rumlar olsaydı bize hiçbir şey geri vermezlerdi. Üstüne yanımızda hiçbir şey bırakmadan bizden geri kalan bütün paralarımızı ve mallarımızı alırlardı.”
Buna dair diğer bir örnek ise Ömer r.a ile Hürmüzan arasında geçen kıssadır:
Hürmüzan el-Farisi, esirler arasındaydı. Müminlerin Emiri Ömer b. Hattab radıyallahu anh’ın huzuruna getirildi. Hürmüzan ise Müslümanlar ile savaş yaptığından dolayı öldürüleceğine dair hüküm verildiğini öğrendi. Bu sırada Müminlerin emiri Ömer b. Hattab’dan içmesi için su getirilmesini istedi. Su getirilince Hürmüzan, Halife’ye: “Suyu içmeye devam ettiğim sürece beni öldürmeyeceğine dair söz verir misin?” deyince Müminlerin emiri ona “Sana söz veriyorum” dedi. Ardından Hürmüzan şöyle dedi “Vallahi ne suyu bırakırım ne de içerim”. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh sözüne vefa göstermek adına onu öldürmekten vazgeçti.
Aynı şekilde Müslüman da söz verdiği bir kâfire karşı, sözüne vefa göstermelidir.
Sultan 2. Abdülhamid’in İslam davası adına Filistin’e olan vefası
Yahudiler, kurnaz liderleri Herzl yolu ile Sultan 2. Abdülhamid’i baştan çıkarmaya çalıştı. Hatta Filistin’i Yahudiler için vatan edinmeye izin vermesini bile istediler. Sultan’ın, Yahudiler’in Filistin’e hicret etmelerine izin vermesi ve orayı vatan edinme isteklerine dair bir kararına varması karşılığında ona büyük miktarda paralar teklif ettiler. İşte burada Sultan 2. Abdülhamid’in davasına olan vefası ortaya çıktı ve tarihin sonsuza dek kaydedeceği o sözünü söyledi: “Bu beldenin bir karış yerini bile terk etmeye razı değilim. Çünkü orası benim mülküm değil. Bilakis oranın halkının mülküdür. Yahudiler, paraları ile elde etsinler diye mi oranın toprağı kanlar ile sulandı. Filistin’i ancak bedenimi parçalayarak alabilirler. İşte o zaman parasız alabilirler. Ama ben hayatta olduğum müddetçe asla alamazlar.”
Mademki ahde vefa göstermesi bu kadar önemli, o zaman ahde riayet etmemek de bir o kadar cezayı gerektiren bir durumdur. Nitekim Yüce Rabbimiz ahdine vefa göstermeyenlere ise vereceği cezayı şöyle bildirmektedir.
İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler. Onların çoğunda, ahde vefa (sözde durma diye bir şey) bulamadık. Tam aksine gerçek şu ki, onların çoğunu (büyük günahları açıktan ve çekinmeden işleyen) yoldan çıkmış kimseler olduğunu gördük.” (A’raf, 101-102)
“…Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur…” (Fetih, 10)
“Allah’a verdikleri ahdi ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır. (Âl-i İmran, 77)
“Allah’ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler var ya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.” (Ra’d, 25)
Andolsun ki daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen ahid (söz) mesuliyeti gerektirir!” (Ahzab, 15)
Allah azze ve celle’den bizi takva sahibi olan vefalı kullarından eylemesini, ahdine sadık ve İslam davasına bağlı Müslümanlardan kılmasını diliyoruz. Kendisine selefini örnek edinen, onların yaşamlarından kendisine pay çıkaran ve onları kendine misal edinen vefakâr Müslümanlardan olabilme mücadelesini gösteren kullarından eylemesini diliyoruz.
[1]. Müslim, Cihad,15
[2]. Buhâri
[3]. Müslim
[4]. Buhâri
[5]. el-İmâm Ebu Hanife, s. 288
[6]. A’lâmu’l Hareketi’l İslâmiyyeti, el-Müsteşâr el-Akîl