Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2014 Eylül / 22. Sayı
Allah katında tek din İslam’dır.” (Ali İmran; 19) Din kelimesinin sözlük manası “hayat tarzı, inanç sistemi, yaşam biçimi” demektir. Hayatımızın her hücresini, her zerresini şekillendiren, biçimlendiren ancak ve ancak dinimiz olan İslam’dır. Bütün mücadelemiz, gayemiz bunun üzerine kuruludur. Hayat içerisindeki tüm kimliklerimizi inandığımız din oluşturmalı, örneğin; annelik, gençlik ve eş gibi bütün evrelerimiz İslam’a göre şekil almalıdır.
Mü’mine kardeşlerim, İslam’ın olmadığı her yer insanoğlu için zulümdür, güvensizdir, huzursuzdur. İslam’ın yaşanmadığı bir ev, sokak, mahalle, şehir, ülke; insanı tehdit eden her türlü tehlikenin hayat bulduğu, insanı içine çeken adeta bir girdaptır.
Eğer insan kendi kendini yönetecek güce, kuvvete ve akla sahip olsaydı, Allah-u Teâlâ insanoğluna hükümlerini içeren kitaplar ve elçiler göndermezdi. İnsanı yönetecek, ona hüküm koyacak, onun geleceğini ve geçmişini, bütün zaaflarını bilen Rabbil Alemin’dir.
Biz mü’minleri, peygamberlerden öğrendiğimiz, amel etmemiz gereken, mücadelesini vermek zorunda olduğumuz ve bizi cennete taşıyacak olan dava işte budur. Kim Allah Teâlâ’nın hükümlerine, sıfatlarına saldırırsa, bozmaya kalkarsa bizler Allah’ın koyduğu hudutlara riayet ederek onlarla bir mücadeleye gireriz.
İnsanlık güneşin, ayın, yıldızların yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın ve O’ndan başka hiç kimsenin bu gezegenler üzerinde söz hakkı olmadığını bildiği gibi, yeryüzünde ticaretin, namazın, nikahın üzerinde de Allah’tan başka hiç kimsesin söz sahibi olmadığını öğrenip iman edinceye kadar, Rabbimizin bize verdiği ömrü bu dava için adarız.
Biz Saliha hanımlar ne altın gününde harcarız vaktimizi, ne kahve gününde, ne de beş çayında. Mü’min kadın, şahsiyetini İslam ile şekillendiren öyle bir bireydir ki, ruhunda, kalbinde Allah’ın hükümlerinin hâkim olduğu, tevhid sancağı kalbinde dalgalanan canlı bir İslam yurdudur. O kucakta ümmetin evlatları güven içinde büyür.
Allah Teâlâ’nın düşmanları bu sebeple en çok da kadının şahsiyeti üzerinde türlü oyunlar oynar, ahlaksızlaştırmak, sokağa çekmek, evinden uzaklaştırmak, kendi kölesi haline getirmek ve gelecek nesli elinde tutmak için, kadına kendi biçtiği kimliği giydirmeye çalışır.
Bugün özgür kadın diye bir kimlik ortaya attılar. Sabah erkenden kalkıp saatlerce aynanın karşısında süslenen, ayağında zorla yürüdüğü topuklu ayakkabısı, üzerinde oturup kalkmasına dahi engel olan, çekip çekiştirdiği, elbise diye giydiği kumaş parçası, sabah itiş kakış bindiği otobüs, dolmuş, akşama kadar “Buyurun efendim” deyip önünde küçüldüğü, eğildiği insanlar ve eve döndüğünde ne eşine, ne çocuklarına, ne de ev işlerine tahammülü kalmamış bir ceset.
Gün boyu bin tane adama en kibar dil ile konuşan, akşam eşine “yeter artık bir de sen üstüme gelme” diye haykıran, çocuklarına “susun da biraz kafamı dinleyeyim” deyip aldığı maaşı dadıya, yuvaya, temizlikçiye harcayan özgür cesetler.
Ve bizler bu kadın, genç ve çocuk cesetleri arasında dolaşırken bu kokuşmuşluğa gözümüzü, kulağımızı, burnumuzu tıkayıp yaşayamayız.
Kardeşlerim! Üzerimizdeki yük öyle büyüktür ki şöyle ifade edelim; Okuduğum bir kitapta mü’minlerden şöyle bahsediyordu: “Mü’minler, karanlıkta yolunu kaybetmiş gemilere karanın nerede olduğunu gösteren, sürekli etrafa ışık saçan deniz fenerleri gibidir.” Yeryüzü karanlığa gömülmüş, insanlar yolunu kaybetmiş ve biz biliyoruz ki insanları karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan yalnızca Rabbimizin sözü, O’nun nizamıdır. Ve bizler Allah Teâlâ’ya savaş açabilme cüretinde olan azgın şeytanlar ve iblislere karşı savaşacak ve mücadele edeceğiz. Allah’a karşı savaşanlarla, Allah’tan aldığımız güç, kuvvet ve sabır ile mücadele etmek…
Bizler Darul İslam olan, güven içinde yaşadığımız, namazlarımızı eda ettiğimiz, ırz ve namuslarımız korunmuş olarak eşlerimizin himayesi altında, bize sürekli Allah’ın hudutlarını hatırlatan eşlerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin olduğu evlerden başımızı azıcık dışarı çıkarttığımızda, bu saydığımız nimetlerden uzak, muhtaç nice hanım kız kardeşlerimizi göreceğiz.
Allah ve Rasul’ünden ve İslam’dan yetim kalmış, aklımıza gelebilecek her türlü bela ve pisliğin içinde kıvranan binlerce genç hanım görmekteyiz. Sokağımızda, mahallemizde, akrabalarımız arasında Allah’a davet edilecek bunca insan var. Ve hatırımıza gelen ayet; “Allah’a davet eden, Salih amel işleyen, ben Müslümanlardanım diyen bir kimseden daha güzel sözlü kim olabilir.” (Fussilet; 33)
İnsanları Allah’a davet etmek için, âlim olmayı, hafız olmayı, müfessir olmayı beklememize gerek yoktur. Önce bildiklerimizle amel etmek, sonra da amel ettiklerimize davet etmektir görevimiz.
Demiştik ya mü’min kadın demek, yüreği İslam yurdu olan hanım demektir. Artık o İslam yurdunu, oranın ne kadar güvenli olduğunu muhatabına açma, davet etme, gösterme vaktidir.
Davetçi olmak akademik kelimelerle insanlara ayet, hadis anlatmak demek değildir. Davetçi olmak panel, seminer düzenlemek demek değildir. Davetçi olmak pazarlamacı edasıyla, eleştirel bir dil kullanmak demek değildir.
Davetçi olmak aynı anadan doğmadığın, biyolojik bağın olmayan, sokağındaki Fatıma hanımı yüreğinin ortasına koyman, onu dert edinmen, sabretmen, katlanman demektir. Sen doğurmadığın halde bir kız çocuğuna gerektiğinde anne, gerektiğinde abla olarak sabır ve sevgiyle kuşanmak demektir.
Davetçi olmak sofraya yalnız oturmamak, geceleri uykusuz kalmak, kardeşinin derdiyle dertlenip uykunun kaçması, Allah için affetmek, incitici sözlere dayanmaktır. Bazen tonlarca yükün altında kalmak, yine kalkıp yürümek… Yaşadığın ortamdan haberdar olmak, kuşatmak, sokağındaki yetime, hastaya, yaşlı ve düşküne yardım etmek, iyilikte öncülük etmek, insanları iyilikte yarışa davet etmektir.
Davetçi hanımın evi bazen mescid, bazen medrese ve bazen misafirhanedir. Bizlerin evlerinde, odalarında; koltuklar, mobilyalar yerine ensar ve muhacir olan kardeşlerimiz oturur. Bizim evlerimizden Kur’an tilaveti yükselir. Eşlerimiz Allah yolunda koşturur, vaktinin çoğunu bu yolda harcar. Bizler ne sitem eder ne serzenişte bulunuruz. Ancak sadaka niteliğinde bir tebessümdür onlara sunduğumuz…
Değerli hanım kardeşlerim, gençliğinin baharında genç kızlarımız, ablalarımız ve annelerimiz! Bizleri bu onurlu, izzetli görevden alıkoyan daha kıymetli, daha değerli olan nedir? Bizleri aldatan, oyalayan nedir? Kıymetli zamanımızı, evin içinde eşyalara hizmet ederek geçiriyorsak, halı, koltuk, perdelerin kirini çıkarırken çocuklarımızın zihinlerine işleyen kirleri umursamıyorsak, kahve lekesini çıkartacak envai çeşit formül öğrenip, Allah’ın dinine uzak kalıyorsak, masa örtüsündeki leke günlerce uykumuzu kaçırıyor ama sokağındaki genç kızın namus ve ahlakına sürülen leke umurunda bile değilse, biz gerçekten kazananlardan mıyız yoksa kaybedenlerden mi? Öyle ise buyurun kazananlardan olmaya…
Asiye annemizin duasında buluşmak, firavunları Rabbimize olan teslimiyetimizle, dilimize düşen dua ile aciz bırakmak, yalnızlaştırmak, saraylarının içine gömmek gayreti ile…
“Allah inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun kötü işinden kurtar ve şu zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.” (Tahrim; 11)