“Muîn-İ Zâlimin Dünyâda Erbâb-I Denâettir. Köpektir Zevk Alan Sayyâd-I Bî-İnsafa Hizmetten.”(1)

Kuranın Gölgesinde – Zafer Mert / 2016 Kasım / 48. Sayı

Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki zâlimlere karşı çıkmak, yüce dinimizin en önemli emirlerinden biridir. Özellikle mazlumların ahının semayı titrettiği günümüzde zulmün bertaraf edilmesi ve İslam’ın hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilip baş kaldırılması şarttır.

Zâlimlerin yüzünden nice mazlum acı çekmiş, perişan olmuş, haklarından mahrum kalmıştır. Tarihte nice zâlimlerin yüzünden kitleler ve fertler sayısız zulümler görmüşler, nice insanlar en temel haklarından mahrum kalmış, nice insanların insanlık onuru ayaklar altında çiğnenmiştir.

Günümüzde insan haklarından çok söz edildiğine şahit oluyoruz. Bu elbette kötü bir şey değildir. Ancak, bir yandan da zâlimler zulümlerine devam ediyor. İnsan haklarından söz edenler, zulüm karşısında çifte standart uyguluyorlar. Güçlüler ve zenginler, fakirleri ve zayıfları ezmeye devam ediyor. Zayıf ülkelerin mazlumlarını pek savunan yok. Güçlü ülkeler kendi çıkarlarını savunan zâlimlere arka çıkıyorlar. Mazlumlar kendi yandaşları değilse ilgi göstermiyorlar. Halihazırdaki Suriye ve Halep’teki kardeşlerimiz bunun en canlı örneği.

Tarihî emperyalizm ve sömürgecilik, geçmişte çok zulümler işlemiş, pek çok insanı mazlum yapmıştı. Bugün de o çirkin emperyalizm ve sömürgecilik en vahşi bir şekilde devam ediyor. Yeryüzünde bir yığın insan en temel haklarından mahrum yaşıyor.

Dünyanın bazı yörelerinde zenginler ve zâlim yöneticiler, kendi vatandaşlarına baskı ve zulüm yapıyorlar. Böyleleri kendi halkına zulmetmekten, onların haklarına tecavüz etmekten adeta vahşi bir zevk alıyorlar. Bazıları, başka insanların vatanlarını, topraklarını, evlerini işgal ve gasp ediyorlar, bu cinayetlerine karşı çıkanları ya acımasızca sindiriyor, öldürüyorlar, ya da çeşitli yöntemlerle susturuyorlar, onları terörist ilan ediyorlar. Bazıları da, devlet ve makam imkânlarını kullanarak, rüşvet ve torpille, adamını bularak başkalarının hakkına tecavüz ediyor, haklarını savunamayan kimseleri mağdur edebiliyorlar. Bu sebeplerden dolayı niceleri mazlum konumuna düşüyorlar.

İslâm, zulmün her çeşidini yasaklamakta; Müslümanlara, bütün zulümleri ortadan kaldırmak için çalışmalarını farz kılmakta; mazlumlara arka çıkılmasını emretmektedir. Kur’an, zâlimleri lânetliyor; adâleti yüce bir değer olarak ortaya koyuyor ve adâleti ayakta tutmaları için müslümanlara çağrı yapıyor.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim zalimlere karşı mücadele etmeyi olmazsa olmaz görüyor. Günümüzde, yeryüzündeki savaşların, fitnelerin, karışıklıkların asıl sebebi zâlimlerin zulümleridir. Onlara karşı insan onuru taşıyan herkesin mücadele etmesi gerekir (Nisâ, 75). Zulme rızâ göstermek, zalimlerin yaptıklarına ses çıkarmamak da zulümdür. Kur’an, zâlimlerin yanlarında oturmayı bile hoş görmüyor, yasaklıyor. “Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.”(En’âm 68). Peki, onları benimseyerek, onlara yaltakçılık yaparak, onlardan bir menfaat umarak, yaptıklarını onaylarcasına onlarla birlikte olanlara, hele onlara yardımcı olan ve onları çeşitli yollarla destekleyenlere ne demeli? Elbette onlar da zâlimlerdendir.

İslâm’a göre zâlimin tanımı gayet açıktır: Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen, o hükümleri uygulayarak adâleti sağlamak bir tarafa, onları korkusuzca inkâr eden, onlara düşmanlık yapan, o ilâhî ölçülerin hayata hakim olmaması için her türlü çabayı gösteren; bu inkârcı kafa yapısına sahip olduktan sonra insanlara zulmeden, onların haklarını elinden alan, ya da onların haklarına ulaşmalarına engel olan herkes zâlimdir (Mâide, 45). Bu zâlimler Allah yolunun düşmanları oldukları gibi, insan haklarının da düşmanıdırlar. Çünkü onlara göre kendi çıkarları ve keyifleri her türlü hakkın üzerindedir.  

İlâhî vahyin ve peygamberlerin en önemli hedeflerinden birisi, toplumunda adaleti ikame etmektir. Müslümanlara, hayatın bütün alanlarındaki zulme karşı, ellerindeki tüm imkânlarla mücadele etmeyi Kur’an emretmektedir. Bu mücadele, mü’minlerin toplu eylem gerektiren görevleridir. O yüzden mü’minler cemaat ve teşkilât olmalı, her çeşit zulme karşı tek vücut ve saf halinde biraraya gelip yardımlaşabilmelidir. Kur’an’a inananlar, Kitab’ın insanlar arasında Allah’ın gösterdiği gibi hüküm vermek ve yaşanmak, topluma hâkim olmak üzere indiğinin bilincinde olmalıdırlar.

İnsanın yaratıldığı günden bu yana kesintisiz olan tek mücadele, tevhidle şirk arasındadır. Bu, aslında adâletle zulüm arasındaki mücadeleden ibarettir. Çünkü bu mücadelede müşriklerin safı hep zâlimlerin yanıdır. Taşıdıkları şirk ve küfür hastalığının sonucu olarak, müşrikler ve kâfirler, adâlet çağrısı yapan peygamberler ve onların yolunu takip edenlerden rahatsız olmuşlardır. Bazen bu rahatsızlıklarını haksız yere öldürmeye kadar götürürler. “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adâleti emreden insanları öldürenler (yok mu); onlara acı bir azabı müjdele!” (Âl-i İmrân, 21)

Allah’ın âyetlerini yalanlayanlara karşı hak ve adâleti ayakta tutması gereken İslâm ümmeti, Kur’ân ve Sünnet temelinde bir araya gelerek yeryüzündeki zulmü ortadan kaldırmakla vazifelidir. Kur’ân ve Sünnet temelinde hareket eden, itidalli, orta yolu esas alan bu topluluk, sayıları kaç olursa, imkânları ne olursa olsun, haktan ayrılmadan bâtılla/zulümle mücadeleden geri durmamalıdır. Kendi nefislerine ağır gelse de, kendi kişiliklerine karşı olsa da, ilâhî gerçekleri savsaklamadan yürürlüğe koymalıdırlar. Hakkı hâkim kılmaya çalışmak, zulmü engellemek, hakka uygun âdil hükümler vermek, bu topluluğun vazgeçilmez bir ilkesi olmalıdır.

Mü’minler, temellerini Kur’an ve Sünnet’te buldukları ilkelerle yeryüzünden zulmü söküp atmalı, yerine adâleti ikame etmelidirler. Adâleti ayağa kaldırma görevi müşrik ve münâfık gruplara bırakılamayacak, ertelenemez aslî bir farîzadır.

Şüphesiz Kur’an, insanlar arasında adâleti sağlamak için indirilmiştir. Bu konudaki ölçüler gayet nettir. Mü’minler, insanlar arasından çıkarılmış vasat/orta yolda bir ümmet olarak adâleti ikame etmede tanıklık ve örneklik etmekle yükümlüdürler. Bunun gereği olarak zâlimleri, fıtratına ve Allah’a ihânet edenleri dost tutmamak, onlara taraf olmamak, yeryüzündeki zulmü/ haksızlıkları ortadan kaldırmak, temel bir kulluk görevimizdir. 

İnsanlara zulmeden zorbalara boyun eğmek büyük bir zillettir. Nitekim Âd kavmi, zorbaların peşinden gittiği için lânetlenmiştir. “İşte Âd kavmi! Onlar, Allah’ın âyetlerini bilerek inkâr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. Böylece başları (liderleri) olan her zorbanın emrine uyup gittiler. Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lânet cezasına tâbi tutuldular.” (Hûd, 59-60). Lânetten kurtulmak için, hem zorbalara, hem de onların zulümlerine karşı direnmek şarttır. Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurur: “Zulmün iki temel unsuru vardır. Birisi zâlim, diğeri de mazlum. Zâlim zulmettiği için, mazlum da zulme rızâ gösterdiği için hesaba çekilir.” Tâğûtî iktidarların; hem Allah’ın hukukuna, hem insanların haklarına tecavüz ettikleri, bir vâkıadır. Dolayısıyla tâğûtî iktidarlara karşı elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle mücadele vermeyen kimselere de zâlim demek mümkündür. Zâlimlere, zihnen ve kalben meyletmek dahi büyük bir tehlikedir. “Bir de zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra (zâlimlere meylettiğiniz için) Allah’tan da yardım göremezsiniz.” (Hûd, 113) Zâlimlere kalben meyletmek ve zulümleri karşısında sessiz kalmak, başlı başına bir fâciadır. Onlarla işbirliği yapmak ise, cinayet hükmündedir.

Toplumsal ve Siyasal Zulme Karşı Yardımlaşmak: “İnsanlar, bir zâlimi görür, (önlemeye güçleri yettiği halde) ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi cezalanır.” (Tirmizî; Tuhfetu’l Ahvezî Şerhu Câmiu’t Tirmizî, 8/423) Zulümden uzak yaşamak, zâlime boyun eğmemek ve ona karşı direnmek, birey olarak engel olamayacakları zulme karşı yardımlaşmak mü’minlerin İslâmî kimlikleri açısından olmazsa olmazları arasındadır. “Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, birbirlerine yardım ederler.” (Şûrâ, 39). Kurtubî, bu âyeti şöyle açıklar: “Yani, zâlimler tarafından zulme mâruz kaldıklarında teslimiyet göstermezler” (Kurtubî 16/39). Sahih-i Buhâri’de İbrahim en-Nehâî’nin şöyle dediği kayıtlıdır: “Ashab horlanmaktan, zelil bir duruma düşürülmekten hoşlanmazlardı. Ama güçlü olduklarında da af ederlerdi.” (Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, 5/99)

Zulmedenlere Az da Olsa Meyletmek: Ümmeti helâke ve cehenneme sürükleyen şey, sadece zulmü işlemek değil; aynı zamanda zulüm işleyenlere az da olsa meyletmektir: “Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.” (Hûd, 113) Rükûn, az bir meyil demektir. Âyette “zulmedenlere” denilip de “zâlimlere” denilmemesinin inceliğini de düşünmek gerekir. (Zulmü kendisine âdet edinenlere zâlim denir; zulmü âdet edinmediği halde en ufak bir zulme yeltenene dahi hafif bir meylin olmaması gerektiğine işaret edilmiştir.)

Zâlimlere meyleden onlardan olur. Zâlimlere verilen ceza, ona da verilir. Bunları ateş cezasından kurtaracak dostları da olmayacaktır. “Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, artık onu rüsvay/ perişan etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur.” (Âl-i İmrân, 192) Peygamber Efendimiz’in zâlim yöneticilere yardımcı olma konusundaki hadisleri meşhurdur: “Benden sonra birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa Benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse Benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez ve onlara zulümlerinde yardımcı olmazsa, o, Bendendir; Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında Bana ulaşacaktır.” (Tirmizî; Nesâi; Tâc Tercümesi, c. 3, s. 106)

Zâlime Yardımcı Olmak: Bütün şekil ve türleriyle zâlime meyletmek caiz olmadığına göre, zâlimin zulmüne yardım etmek haydi haydi caiz olmaz. Zâlime yardım edenler, aynen onun gibi zâlim olurlar. Zâlim bir yönetici, çevresinin ve yandaşlarının yardımıyla zulüm yapmaya imkân bulur, yoksa yalnız kendisi bunca zulmün hakkından gelemez. Hangi şekliyle olursa olsun, zâlime yardım câiz değildir. Çünkü bu, onu desteklemek, zulmünü icrâ etmesine müsaade etmek demektir. Bu sebeple zâlim yöneticiye azap geldiği zaman, aynı şekilde (bu zulümleri onaylayan) yardımcılarına ve memurlarına da gelir. Çünkü onlar da onun kadar zâlimdirler.

Nitekim Firavun’a gelen azap, avanesine de gelmişti. “Gerçekten Firavun, Hâmân ve askerleri hatalıydılar/yanılıyorlardı.” (Kasas, 8) Allah, hepsini bu âyette “hata” vasfı ile bir araya getirmiştir. Hataları, Firavun’un zulmetmesi, yardımcısı Hâmân ve askerlerinin de buna yardımcı olmalarıdır. Bu sebeple azap Firavun’a inince, yardımcılarına da inmişti: “Biz hem onu, hem de askerlerini yakaladık. Onları denize atıp boğduk.” (Zâriyât, 40) “Biz onu ve askerlerini tuttuk, denize attık; bak o zâlimlerin sonu nasıl oldu!” (Kasas, 40) Allah, hepsini “zâlim” olarak vasıflandırdı. Firavun’a ve ona yardım ettikleri için askerlerine “zâlimler” diyerek hepsini aynı azapla helâk ettiğini Rabbimiz haber vermektedir.

Zâlime Duâ Etmek: Zulmün devamına, zâlimin zulmüne imkân bulacak tarzda yaşamasına duâ edilemez. “Zâlimin bekası için duâ eden kimse, Allah’ın mülkünde O’na âsi olunmasını istemiştir.” (Beyhakî, Şuabu’l İman) Süfyanu’s Sevrî; “Çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir zâlimi görürsek ona su verelim mi?” diye soranlara: “Hayır!” cevabını vermişti. “Ama ölür” denilince de, “Bırakın ölsün!” demişti.

Müslüman Cemaatin Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan Sakınması: Müslüman cemaatin, iyi niyetle de olsa, zâlimlere meyletme anlamı taşıyan davranışlardan son derece kaçınması lâzımdır. Çünkü, iyi niyet, bazen belli şartlar dahilinde sahibinden günahı kaldırsa da yanlışı doğruya; haramı helâle çevirmez. Onun için, özellikle cemaat liderinin ve kadrosunun, zâlim yöneticilerin arasında bulunması, onları tasvip etmediğini ilan etmeksizin onlarla birlikte halkın önünde görülmesi, cemaatin zâlim idarecilere dalkavukluk ettiği veya onları desteklediğinin intibaını vererek insanları samimiyetlerinde şüpheye düşürücü davranışlarda bulunması caiz değildir. Aksi halde onlar, kendi sorumluluklarına cemaati de ortak ederler.

Müslüman cemaate düşen, halkın kusur ve yükümlülüklerini ümmete göstermesidir. Halkın kusurları, zâlim idarecinin karşısında susmak, eğilmek, ona meyletmek ve destek olmak suretiyle zulmüne yardımcı olmalarıdır. İşte onların bu kusurları olmasa, zâlim, yetkisini kötüye kullanmayacak ve zulmünü sürdüremeyecekti. Müslümanlara düşen, zâlimi zulme götüren bütün sebepleri ortadan kaldırmaya ciddi bir gayretle yükümlülüklerini yerine getirmektir. Ayrıca, zâlim yöneticiyi onaylamama, ona olan fiilî hoşnutsuzluğu hayata geçirmek için gerekli gücü oluşturma ve fiilen zulmü ortadan kaldırma gibi sorumlulukları da yerine getirmesi gerekir.

Allah, hayat kanunlarını ve toplum içerisindeki genel sünnetlerini insanlar için devre dışı bırakmaz. Kaldı ki, onların durumları, Allah’a Rasulullah’tan ve O’nun arkadaşlarından daha sevimli değildir. Allah onların çektiği eziyet ve Allah yolunda karşılaştığı musibetleri, yeryüzünden zâlimleri ve tâğutları kaldırmak için Allah’ın yardımına mazhar oluncaya kadar olağanüstü fedâkârlıklarını bize anlatır. Müslümanların, tâğutları ve zâlim idarecileri etkisiz ve yetkisiz kılmak için tüm güçlerini harcamaksızın onlardan rahatsızlık duyarak yalnız “of!” çekip üzüntülerini dile getirmeleriyle veya onların müslüman olduklarını delillendirip durmalarıyla sorumluluktan kurtulamayacaklarını bilmeleri lazımdır. Bazı insanlar kendileri evlerinde oturup, müslümanlıklarıyla övünüp dururken, Allah’ın zâlim idarecileri yok etme gereğinden bahsederler. İsterler ki, Allah meleklerini göndersin de melekler onların yerine savaşsınlar, zâlim idareciyi bertaraf etsinler, neticede onun şerrinden onları kurtarsınlar. Hayır! Yok öyle şey!

En büyük zulüm şirk olduğuna (Lokman, 13) ve en büyük zâlimin de müşrik olduğuna göre, en vahşî zulmün bedenlere değil; ruhlara yapılan olduğunu unutmamalıyız. Bedene yapılan zulüm, en kötü ihtimalle, sadece dünya hayatını kaybettirdiği halde; ruhun hak nizamdan mahrum bırakılması ise sonsuz mutluluğu kaybettirmek demektir. En acımasız cânî, en büyük zâlim, insanları Allah’ın dininden alıkoyanlardır. İslâm’ın bireysel ve toplumsal alanda egemen olmadığı bir yerde adaletten bahsetmek abestir ve aldatmacadır.

Özel ve tüzel kişiliğin, bir kurumun veya yönetici bir grubun şahsî veya toplumsal muâmelesinde âdil olma niteliği kazanabilmesi için, her şeyden önce «müslüman» vasfına sahip olması şarttır. Çünkü İslâm›sız bir statüye göre işleyen bir mekanizma ile adâlet sağlanamaz ve dağıtılamaz. Nasıl bir hüküm verilirse verilsin, mutlak surette zulüm işlenmiş olur. “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir.” (Mâide, 45)

İslâmsız insanın yaptığı her şey nefsine, icraatı da diğer insanlara ve topluma zulümdür. Egemen durumda ve hüküm mevkiinde ise, kâfir ve müşrik insanın varlığı bile zulümdür. Çünkü bu insan, kendine yazık ederek kendini bozmakta, toplumu bozmakta ve dünyayı fesada vermektedir. (14) İslâm›da savaş, insanları zorla dine sokmak için emredilmemiştir. Fitne ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak için savaş emredilmiştir. Dinlerini yaşama ve dine dâvet konusunda müslümanlara engel olan, insanların hürriyetlerini kısıtlayan güç odaklarına karşı savaşmak farzdır. Kur›an, mazlumların, ezilenlerin, sömürülenlerin hakkını korumak için müslümanlara mücadeleyi emreder (Nisâ, 75).

Zulmün Cezasından Ümmeti Korumanın Yolları: Zulüm, ümmetin helâkine sebep olunca, zulme râzı olmamak, zâlime karşı çıkmak, zulmüne engel olmak, ona boyun eğmemek ve meyletmemek şer’an vâciptir. Ümmet ancak bununla içine düştüğü zulmün sebep olduğu helâkten ve hak ettiği cezaya çarpılmaktan kurtulur.

Rabbim cümlemizi zulmün her türlüsünden muhafaza eylesin, zâlimleri kahru perişan eylesin, mazlum İslâm ümmetine Şuarâ sûresindeki müjdeyi görmeyi nasip eylesin.

“Zulmedenler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini (yakında) bileceklerdir!” (Şuarâ, 227)

————————-

1. Zâlimin yardımcısı dünyada alçak kimselerdir.

Köpektir, zevk alan insafsız avcıya hizmetten.