Kurban  Allah (C.C.)’Ye Ada(N)Maktır

Kapak Dosya – Yusuf Yılmaz / 2020 Temmuz / 92. Sayı

“Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, “And olsun seni öldüreceğim” deyince kardeşi: “Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder” demişti.” (Maide, 27)

Kurban, takva sahibi olanların Allah azze ve celle’ye yaklaşmak, O’nun katında itibarlı olmak adına ihlas ile yoğrulmuş kalplerinin sunduğu salih amelin adıdır. 

Kurban, eşyanın sahibi olan Allah azze ve celle’nin, emanet olarak avuçlarımızın arasına bıraktığı değerleri O’nun razı olduğu yola, hoşnut olacağı bir tavırla harcamanın adıdır.

Tıpkı Habil ve Kabil örneğinde olduğu gibi… 

Adem’in oğulları Rablerine bir kurban takdim etmişler, birinin sunduğu kurban kabul edilmiş, ötekisininki hüsnü kabul görmemişti. Çünkü birisi ihsan ehliydi. O, Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk şuuru içindeydi. Malının en güzelini, Allah’a layık olanını kurban etmiş, ötekisi de en değersizini kurban etmişti. Habil mülkün sahibinin bilincinde olarak kurbanda bulunmuş, en iyisini sunmuştu. Verdiğinin daha güzeliyle kendisine mukabelede bulunulacağının güvencesi içinde kurban sunmuştu.

Kabil ise mülkü kendisinin zannederek, mülkün sahibine karşı bir güvensizlik duygusu içinde kurban takdim etmişti. Onun içindir ki zahiren birbirine benzeyen ama niyet olarak birbirinden çok farklı olan bu amelden birisini kabul eden Rabbimiz, ötekisini kabul etmemişti. Doğal olarak kurbanının kabul edilmeyişini gören Kabil, hemen hatasını anlayıp tevbe etmesi, durumunu düzeltmesi gerekirken öyle yapmıyor da kardeşini kıskanıp haset ediyor. Yani Allah’ın takdirine karşı geliyor. Allah’a hikmetsizlik izafe ediyor. Kabul edip etmeyen Allah iken o kardeşini suçluyor. Tıpkı Allah’ın takdirine baş kaldıran, Adem’e secde etmesini emreden Rabbini hikmetsizlikle itham eden şeytan gibi. Evet bildiğimiz kadarıyla tarihte ilk hasit şeytandır, ikincisi de Kabil’dir.

Kabil, kardeşini kıskanarak onu öldürmeye teşebbüs ediyor. “And olsun ki seni öldüreceğim” diyor. Kardeşi soruyor: “Beni niye öldüreceksin?” O da diyor ki: “Senin kurbanın kabul edildi, benimki kabul edilmedi.”[1]

Bunun üzerine Habil der ki: “Senin kurbanının kabul edilmemesi benim suçum değildir; takva sahibi olmadığından kurbanın kabul edilmiyor. Bu yüzden beni öldürmeye girişmek yerine, kendinde takvayı yerleştirmeye bak.”[2]

Kurban, teslimiyet ve ada(n)maktır. Tıpkı rahminde yol alan evladını erkek zannedip mescide adayan Hanne gibi… Hayalinde büyüttüğü evladının erkek olmadığına şahitlik edince Allah’a olan sadakatinde ve verdiği sözde gösterdiği adanmışlık ruhunda olduğu gibi…

“Bir zamanlar İmran’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sen her şeyi işiten, her şeyi bilensin. Onu doğurunca dedi ki: “Rabbim! Onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir- erkek de kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum, işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum. Bunun üzerine Rabbi ona hüsnükabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriya onun bulunduğu yere, mabetteki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve “Ey Meryem! Bu sana nereden?” diye sorar, o da “Allah tarafından” cevabını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.” (Âl-i İmran, 35-37)

Adak kıssası, Meryem’in annesi olan İmran’ın karısının kalbindekini deşifre etmekte, gönlünü bayındır hale getiren iman ve sahip olduğu en değerli varlığıyla Rabbine yönelişini açığa çıkarmaktadır. Bu en değerli varlık, karnında taşıdığı yavrusudur. İmran’ın karısının kendi durumunu her çeşit bağ, her çeşit ortak koşma ve Yüce Allah dışında hak sahibi olabilecek herkesten bağımsız bir samimiyet ve özgürce davranışla ifade edişi gerçekten anlamlıdır. Gerçek bağımsızlık ancak bütünü ile Allah’a teslim olmak ve her kişi, varlık ve değere kulluk etmekten kurtulmakla elde edilebilir. 

İmran’ın karısı, Rabbine adağını -ki bu onun ciğerparesiydi- kabul buyurması için tüm samimiyeti ile ifade edilen bu duası, tertemiz olarak Allah’a teslim oluşun, bütünü ile O’na yönelişin, O’nun onayını ve rızasını elde etmek dışında her çeşit bağdan özgür oluşun ve kurtuluşun ifadesidir:

“Hani İmran’ın karısı `Rabbim, karnımdaki çocuğu, her türlü endişeden arınmış olarak sırf sana adadım, onu benden yana kabul buyur. Hiç kuşkusuz sen işiten ve bilensin’ dedi.” (Âl-i İmran, 35)

Fakat O bir kız doğuruyor, erkek doğurmuyor:

“Fakat O’nu doğurunca Allah ne doğurduğunu gayet iyi bildiği halde şöyle dedi; `Rabbim, doğurduğum kız çocuğudur, oysa erkek, kız gibi değildir. O’na Meryem adını taktım. O’nu ve soyunu lanetlenmiş şeytandan senin himayene havale ederim.”

Halbuki o, bir erkek çocuk bekliyordu. O gün tapınaklara erkek çocukların adanması dışında başka bir adama şekli yoktu. Adanan çocuklar Havralara hizmet ediyor, kendilerini ibadete ve Allah’a veriyorlardı. Fakat o, kendi çocuğunun kız olduğunu görüyordu. Üzgün bir nağme ile Rabbine yöneldi: “Rabbim O’nu kız olarak doğurdum. Halbuki Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu:

Fakat yine o, gördüğünü Rabbine arz ediyordu. Bununla sanki adağını yerine getirecek erkek bir çocuğu olmadığından Allah’tan özür dilemek istiyordu.

Halbuki erkek, kadın gibi değildir. Bu alanda kadın erkeğin görevini yerine getiremezdi. “Rabbim ben ona Meryem adını verdim.”

Bu söz bu şekliyle yakın bir yakarışın ifadesidir. Rabbi ile baş başa olduğunun bilincinde olan, içini O’na dökmeye, ilerde yapmak istediklerini O’na açmaya ve sahip olduklarını doğrudan bir nezaket ile takdim etmeye çalışan bireyin niyazıdır. Allah tarafından seçilen kullar Rabblerine karşı bu hal üzere olurlar. Doğrudan sevgi ve yakınlık hali… Basit ifadeleri olmayan, zorlanarak söylenen cümlelerden de uzak, tabii ifadelerle yakarma halini, kendine yakın, sevimli, duyan ve cevap veren biriyle konuştuğunun bilincinde olan kişinin niyazını simgelemektedir bu… “O’nu ve soyunu lanetlenmiş şeytandan senin himayene havale ederim.”

Bu son sözü hediyesini Rabbine sunduktan sonra söylüyor, O’nun koruması ve himayesine havale ediyor. O’nu ve soyunu taşlanmış şeytandan Allah’a sığındırıyor. Bu da samimi, gönülden gelen bir sözdür; samimi, gönülden gelen bir arzudur. Kızının Allah azze ve celletarafından, kovulmuş şeytanın kötülüklerinden korunmasından daha güzel bir hal düşünemiyor.

Rabbi O’nu güzel bir kabul ile karşıladı. Veya O’nu güzel bir şekilde yetiştirdi. Annenin kalbini şenlendiren bu samimiyetin ve adaktaki mükemmel teslimiyetin mükafatı olarak…[3]

Kurban, Allah azze ve celle’nin emir ve yasaklarına samimi ve içten boyun eğmenin alameti farikasıdır.

Tıpkı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’de olduğu gibi…

“Çocuk kendisinin yanı sıra yürümeye başlayınca: “Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?” dedi. “Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin” dedi. Böylece ikisi de Allah’ a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca biz: “Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız” diye seslendik. Doğrusu bu apaçık bir deneme idi. Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.
Sonra gelenler için de “İbrahim’e selam olsun” diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte iyileri böylece mükafatlandırırız. Doğrusu o, inanmış kullarımızdandı.” 
(Saffat, 102-111)

Kur’an-ı Kerim, geçmişte yaşanmış kıymetli hatıraları günümüze taşıyarak Allahu Teâlâ’ya sadık olmanın, O’na teslimiyet göstermenin, O’nun yoluna adanmanın ne olduğunu bize öğretmektedir.

Allah azze ve celle ancak takva sahiplerinin amellerini kabul ettiğini, ihlas ile işlenmiş güzelliklere iltifat edip bu işleri önemsediğini kurban ameli üzerinden haber vermektedir.

Kurban amelini, zilhiccenin 10-11-12 ve 13.gününde kesilen hayvanlar ile sınırlı tutmadan, hayatın her alanında Allah’ın razı olduklarını, Allah için ve Allah yolunda seferber etmenin şuurunda olmamız gerekmektedir. 

Hassaten İslam düşmanlarının, Müslümanların mukaddesatına ellerini uzatıp hiçbir şeyin hatırına dikkat etmedikleri şu zaman diliminde, mümin erkek ve mümin kadınların Allah yolunda, İslam dininin hakimiyeti adına kurban edecekleri en kıymetli şeyleri seferber etmenin tam da sırasıdır. 

Zamanımızı, yeteneklerimizi, üzerinde bulunduğumuz makam ve mevkileri, hayatımızı, evlatlarımızı, mal ve mülkümüzü, bunları bize bahşedenin yoluna kurban etmenin bilinciyle bir hayat yaşamanın üzerimize kolaylaşması duası ile…


[1]. Besairu’l Kuran, Ali Küçük, Maide Sûresi

[2]. Tefhimul Kuran, Mevdudi, Maide Sûresi

[3]. Fizilali’l Kuran, Seyyid Kutub, Âl-i İmran Sûresi