Kur’an Ve Sünnette Tefekkürün Önemi

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2020 Aralık / 97. Sayı

Yüce Rabbimiz insanları düşünmeye, ibret almaya, araştırmaya ve tefekküre teşvik etmiştir. İnsanların çoğu düşünmenin üstünlüğünü ve mertebesini bildikleri halde tefekkürün hakikatinden, semeresinden ve keyfiyetinden habersizdirler. 

Kişi nasıl tefekkür edeceğini, neden tefekkür edeceğini, neyi tefekkür edeceğini, tefekkürle ne elde etmek istediğini, tefekkürün bizatihi yapılması istenen bir şey mi olduğunu yoksa tefekkürle bir semerenin mi elde edilmesinin amaçlandığını, söz konusu semerenin ne olduğunu, bilgilerden mi, hallerden mi yoksa her ikisinden mi oluştuğunu bilmez. Bütün bunları ortaya çıkarmak çok önemlidir.

Tefekkürün semeresi ilimler, haller ve amellerdir. Ancak tefekkürün özel semeresi sadece ilimdir, başka bir şey değildir. Evet, kalpte ilim hâsıl olduğu zaman kalbin hâli değişir. Kalbin hâli değiştiğinde ise uzuvların amelleri değişir. Amel hâle, hâl ilme ve ilim tefekküre tabi olur. Buna göre tefekkür bütün hayırların kaynağı veya anahtarıdır.  İşte tefekkürün üstünlüğünü ve tezekkürden ve zikirden daha hayırlı olduğunu gösteren şey de budur. Tefekkür bütün ameller içinde en üstün olanıdır. Tefekkürün bu üstünlüğünün sebebi kişiyi hoşa gitmeyen şeylerden hoşa giden ve sevilen şeylere nakletmesidir.

Tefekkürün cari olduğu alanlar sınırsız ve semereleri sonsuzdur. Tefekkür bazen dinle ilgili bir hususta bazen de din dışındaki bir konuda olur. Dinle ilgili olanı kul ile Rabb Teâlâ arasındaki muameledir. Kul ile ilişkili olan şeyler ya Rabb Teâlâ katında sevilen bir şey hakkında veya sevilmeyen bir şey hakkında düşünmektir. Bu iki kısım dışında düşünmeye ihtiyaç yoktur. Rabb Teâlâ’ya ilişkin olanlar ise ya O’nun zatı, sıfatları ve güzel isimleri hakkında veya fiilleri, mülkü ve melekûtu hakkında düşünmektir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın zatı hakkında tefekkür etmeyin.” Bundan dolayı da şeriatın hikmeti gereği Yüce Allah hakkında tefekkür etmek men edilmiş, bunun yerine insanlara O’nun fiilleri ve sanatının eşsiz yönleri hakkında tefekkür etmeleri emredilmiştir.  

Kur’an’da Yüce Allah’ın yarattığı şeyleri tefekkür edip düşünmeye teşvik edici birçok ayet vardır. Allahu Teâlâ yüce kitabında birçok yerde düşünmeyi ve tefekkür etmeyi emretmiş, tefekkür edenleri de övmüştür:

“De ki: “Göklerde ve yerde olup bitenlere dikkatle bakın!” (Yunus, 101)  

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?” (Zariyat, 20-21)

“De ki: Size tek bir öğüt vereceğim. Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da tefekkür edip düşünün.” (Sebe,46)

“Kendi içlerinde hiç tefekkür etmediler (düşünmediler) mi ki Allah; göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır…” (Rum, 8)

“İşte bunlarda tefekkür eden (düşünen) bir toplum için büyük bir ibret vardır.” (Nahl,11)

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tespih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran, 190-191)

Allah Teâlâ, Âl-i İmran suresi 190. ayette, göklerin ve yerin yaratılışı ile gece ve gündüzün değişimini, bir başka deyişle, mekân ve zamanın ilahi kudrete delâletini aklıselim sahiplerinin ibret nazarına sunduktan ve böylece bizden, varlığın gerçek bilgisine ulaşma çabasını göstermemizi özlü bir ifade ile istedikten sonra; 191. ayette, bu çabayı gösterenlerin, Allah’ın üstün kudretinin ve eşsiz sanatının eserlerini idrak etmeleri sonunda, O’na derin bir saygı ile yönelmelerinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır.

Âl-i İmran suresi 190. ayetten anlaşılması gereken hususlara gelince: “Göklerin ve yerin yaratılışında, göklerin yüksekliği ve genişliğinde, yerin alçaklığı, yoğunluğu ve zelil oluşunda, onlarda müşahede edilen ayet ve delillerde, yıldızlar, seyyareler, sabit yıldızlar, denizler, dağlar, çukurlar, ağaçlar, bitkiler, ekinler, meyveler, hayvanlar, madenler ve menfaatler… Çeşitli renkler, tatlar, kokular ve özellikler bulunmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde uzunluk ve kısalıkta birbirlerinden alıp-vererek peş peşe gelmelerinde… Bazen birinin uzayıp diğerinin kısalmasında -Bunların hepsi Azîz ve Hakîm olanın takdiri iledir- akıl sahipleri için elbette ayetler vardır. Öyle akıl sahipleri ki, eşyayı bütün açıklığıyla ve gerçekliğiyle bilirler. Allahu Teâlâ’nın haklarında: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, yüzlerini çevirerek onları görüp geçerler. Onların çoğu Allah’a iman etmezler, ille de şirk koşanlardır onlar.” (Yusuf, 105 -106) buyurduğu aklı ermeyen sağır ve dilsizler gibi değildirler.”

Atâ şöyle demiştir: “Abdullah bin Ömer, Ubeyd bin Umeyr ve ben Hz. Aişe’nin yanına gittik. Onunla bizim aramızda bir perde vardı… Ey Ubeyd, seni bizi ziyaret etmekten alıkoyan nedir? dedi. O da şairin: “Az ziyaret et, çok sevilirsin” sözüdür, dedi. İbni Ömer radıyallahu anh: “Bizi bırak ta, Rasûlullah aleyhisselam’dan görmüş olduğun en garip (en hayret verici) şeyi bize haber ver” dedi.

Hz. Aişe ağladı ve “Onun her işi hayret vericiydi. Benim sıram olduğu bir gece bana geldi. Cildi cildime temas etti sonra: “Beni bırak, Rabbime ibadet edeyim” buyurdu. Ben şöyle dedim: “Allah’a yemin ederim ki; ben senin bana yakınlığını çok severim. Fakat Rabbine ibadet etmeni de severim.” Kalktı, su kırbasını alarak abdest aldı. Suyu fazla harcamadı. Sonra namaza durdu ve o kadar ağladı ki sakalı ıslandı. Sonra secdeye vardı ve yer ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra yan üzeri uzanıp yine ağladı. Bu Bilal’in kendisine gelerek sabah namazını haber vermesine kadar devam etti. Bilâl: “Ey Allah’ın Rasûlü, seni ağlatan nedir? Hâlbuki Allahu Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem“Yazık sana ey Bilâl, ben nasıl ağlamayayım; bu gece bana, “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için elbette ayetler vardır” ayet-i kerimesi nazil oldu, buyurup şöyle ilâve etti: “Bu ayeti okuyup da üzerinde düşünmeyen kimseye yazıklar olsun.”[1]

Bu hadîsi “Kitab’üt-Tefekkür ve’l-İ’tibâr” adlı eserinde Şücâ’ bin Eşrec’den rivayet eden Abdullah bin Muhammed ibni Ebu’d Dünya sonra şöyle der: “Bana Süfyân es-Sevrî’den merfû’ olarak Hasan bin Abdülaziz rivayet etti ki; o şöyle demiştir: ‘Kim Al-i İmrân sûresinin sonunu okur da üzerinde düşünmezse ona yazıklar olsun ve parmaklarıyla ona kadar saydı.’ (yani 190. ayetten 200. ayete kadar olan ayetlere işaret etti.)”

Hasan bin Abdülaziz şöyle demiştir: Bana Ubeyd bin Sâib haber vererek şöyle dedi: “Evzaî’ye: Bu ayetlerin üzerinde en iyi şekilde düşünmen sözünden maksat nedir?” diye sordular. O: “Onları anlayarak okumaktır” dedi.

İbni Ebu Dünya der ki: Bana Kasım bin Hâşim… Abdurrahmân bin Süleyman’dan rivayet etti ki; o şöyle demiştir: “Bu ayetler üzerinde düşünmenin kişiyi hadisteki ‘yazıklar olsun’ hükmünden kurtaracak en alt derecesini Evzaî’den sordum. Kısa bir süre başını önüne eğdi, sonra şöyle dedi: “Kişinin bunları anlayarak okumasıdır.”

Sonra Allahu Teâlâ, 191. ayette bu akıl sahiplerini nitelemeye başlıyor: “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tespih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”

Sahîh-i Buhârî’de, İmrân bin Husayn’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Ayakta namaz kıl, buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üstü yattığın halde kıl.” Yani onlar bütün durumlarda içleriyle, kalpleriyle ve dilleri ile Allah’ın zikrini bırakmazlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Onlardaki yaratıcının büyüklüğüne, gücüne, ilmine, hikmetine, ihtiyarına ve rahmetine delâlet eden hikmetleri anlarlar.

Allahu Teâlâ zatına, sıfatlarına, şeriatına, kaderine ve ayetlerine delâlet eden yaratıklarından ibret almayanları kınayarak: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, yüzlerini çevirerek onları görüp geçerler. Onların çoğu Allah’a iman etmezler, ille de şirk koşanlardır onlar.” (Yusuf, 105) buyururken, mümin kullarını da överek: “Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üstü yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın” bu yaratıklarını boşuna değil, kötülük yapanları yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik yapanları da iyilikle mükâfatlandırmak üzere yarattın, derler. 

Sonra bu kimseler Allahu Teâlâ’yı abesle meşgul olmaktan ve bâtıl olanı yaratmaktan tenzih ederek şöyle derler: “Allah’ım! Sen bâtıl bir şeyi yaratmaktan münezzehsin. Bizi o ateş azabından koru.” Ey yaratıkları hak ve adâletle yaratan, noksanlıklardan, ayıptan ve abesten münezzeh olan; gücün ve kuvvetinle bizi ateşin azabından koru. Bizim için razı olacağın amellere bizi muvaffak kıl. Bizi kendileriyle Naîm cennetlerine erdireceğin acıklı azabından koru. Bizi kendisiyle kurtaracağın salih ameller yapmaya muvaffak kıl.

Sonra onlar şöyle diyecekler: “Rabbimiz; Sen kimi ateşe sokarsan şüphesiz onu perişan edersin.” Onu alçaltır ve kıyamet günü toplanan herkesin önünde perişanlığını ayân-beyân kılarsın. “Zalimlerin kıyamet günü hiç yardımcıları yoktur.” Onları senden kurtaracak hiç kimse bulunmayacak ve senin dilediğinden kaçınmaları da imkân dışı olacaktır. “Rabbimiz; doğrusu biz ‘Rabbinize inanın!’ diye imana çağıran bir davetçiyi, (Rasûlullah aleyhisselam’ı) işittik” Rabbinize iman edin dedi, biz de onun bu çağrısına icabet ettik, ona uyduk ve imana geldik. “Ey Rabbimiz; (Senin peygamberine iman edip uyduğumuz için) günahlarımızı bağışla. Onları ört. Canımızı da ihsan edenlerle birlikte al.” Böylece bizi salih kullarına ulaştır. “Rabbimiz; bize, peygamberinin diliyle vadettiklerini ver.Kıyamet günü (bütün yaratıkların huzurunda) rezil etme bizi. Şüphesiz sen; sözünden asla dönmezsin.” Senin peygamberlerine haber vermiş olduğun sözün mutlaka gerçekleşecektir ki, o da kıyamet günü senin huzurunda kalkıp dikilmektir.

Rivayet edildiğine göre; Rasûlullah aleyhisselam Âl-i İmrân sûresinden bu on âyeti (190. ayetten surenin sonuna kadar olan 200. ayete kadar) geceleyin teheccüd namazı kılmak için kalktıklarında okurlardı.

bin Abbâs radıyallahu anh’ın rivayetine göre; Rasûlullah aleyhisselam bir gece, gece ilerledikten sonra çıkarak göğe bakmış ve: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için elbette âyetler vardır…” ayeti kerimesinden başlayarak surenin sonuna kadar okuduktan sonra: “Allah’ım, kalbimde bir nur, kulağımda bir nur, gözümde bir nur, sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan, üstümden ve altımdan bir nur kıl. Kıyamet günü benim nurumu büyült” buyurdu.

Sahabeler ve onlardan sonra gelen tabiin ve tebei tabiin nesli de tefekküre önem verir ve Allah’ı gereği üzere tefekkürün nasıl olması gerektiğini sözleri ve fiilleriyle öğretirlerdi. Böylece ümmete tefekkür hususunda örnek olurlardı. 

Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ın naklettiğine göre Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Nefislerinize ibadetten payını veriniz.” Dediler ki: “Ey Allah’ın elçisi Nefsin ibadetten payı nedir?” Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Mushafa bakmak, ondaki ayetleri tefekkür etmek ve hayret uyandıran yerlerinden ibret almaktır.”

Ebu’d Derda radıyallahu anh şöyle demiştir: “Bir anlık tefekkür, bir geceyi ihya etmekten daha hayırlıdır.”

Ümmü Derda’ya, Ebu’d Derda’nın en üstün amelinin ne olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Tefekkür etmek ve ibret almak.”

 Üseyd b. Hudayr şöyle demiştir: “Ne zaman bir cenazeye katılsam nefsime gidecek olduğu yeri anlatır dururum.”

Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: “İbadet; Allah’ın emirlerini tefekkür etmek ve haramlarından kaçınmaktır.”

Âmir b. Abdi Kays bir adama şöyle demiştir: “Konuşma, hüzünlü ol ve tefekkür et. Eğer bunları yapabilirsen, âbidlere hiçbir makam bırakmamış olursun.”

Şeyh Ebu Süleyman ed-Dârânî der ki: “Evimden çıktığımda gözüm neye takılsa onda Allah’ın bana lütfettiği bir nimetini görür ve ondan ibret alırım.”[2]

Rivayete göre; Hasan el-Basrî: “Bir saat düşünmek bir gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır” demiştir.

Fudayl, Hasan’ın şöyle dediğini nakleder: “Düşünmek, iyiliklerini ve kötülüklerini sana gösteren bir aynadır.”

Süfyân bin Uyeyne de şöyle demiştir: “Tefekkür etmek, kalbine giren bir nurdur.”

Şu beyti de devamlı okurdu: “Kişinin tefekkürü olduğu zaman,  onun için alınacak İbret vardır her şeyde.”

İbrahim b. Ethem’e bir keresinde çok fazla tefekkür ettiği söylenince şöyle der: “Tefekkür etmek amelin özüdür.”

Havariler İsâ aleyhisselam’a derler ki: “Ey Allah’ın ruhu, yeryüzünde senin gibisi var mı?” İsâ aleyhisselam der ki: “Evet var. Konuşması zikir, susması tefekkür ve bakışı ibret olan kişiye ne mutlu ki o kişi benim gibidir.”

Lokman el-Hekîm de şöyle demiştir: “Yalnızlığın uzaması, daha çok düşünmeyi ilham edicidir, düşünmenin uzaması da cennet kapısını çalmanın bir delilidir.”

Vehb bin Münebbih şöyle der: “ Bir kişi uzun süre tefekkür ederse anlar, anlayınca bilgi sahibi olur ve bilgi sahibi kişi de mutlaka amel eder.”

Ömer bin Abdülazîz demiştir ki: “Allah’ı zikretmek güzeldir. Allah’ın nimetleri hakkında düşünmek ise ibadetlerin en üstünüdür.”

Muğîs el-Esved der ki: “Her gün kabirleri ziyaret ediniz; bu, sizi düşünmeye sevk eder. Kıyamet günü duracağınız yeri kalplerinizle görünüz. Cennete ya da cehenneme gidenlere bakınız. Kalplerinizi ve bedenlerinizi cehennemi, cehennem topuzlarını ve cehennemin katlarını hatırlamaya alıştırınız.” 

Muğîs sözün burasında ağlar ve sanki aklını yitirmiş gibi yere düşerek arkadaşları tarafından tutulup kaldırılır.

Abdullah bin Mübarek anlatıyor: “Bir adam kabir ve çöplüğün yanında duran bir rahibe rastladı ve ona seslenerek şöyle dedi: Ey rahip! Senin yanında dünya hazinelerinden ikisi duruyor; onlara bak da İbret al; insanların hazinesi ve mallarının hazinesi.”

Rivayet edildiğine göre bin Ömer kalbi ile ahidleşmek (sözleşmek) istediği zaman, bir harabeye gider, kapısında durarak üzüntülü bir sesle seslenir, şöyle derdi: “Nerede senin ahâlîn? Sonra nefsine döner ve: “Allah’ın dışında her şey helak olucudur” derdi.

İbni Abbâs radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: “Düşünülerek kılınan kısa iki rekât namaz, kalbin gafil bulunduğu bütün bir gece kılınan namazdan daha hayırlıdır. Bir gecede Bakara suresini okuyup onun hakkında tefekkür etmeyi, bütün Kur’an’ı hızlıca okuyup bitirmeye tercih ederim.”

Hasan şöyle demiştir: “Ey Âdemoğlu, karnının üçte birini yemeye, üçte birini içmeye ayır. Kalan üçte birini de düşünebilmek için nefes almak üzere bırak.”

Hikmet ehli kişilerden birisi demiştir ki: “Kim ibret almaksızın dünyaya bakarsa, bu gafletinin miktarınca kalbinin nuru (basireti) gider.”

Bişr bin Haris el-Hafî de şöyle demiştir: “Şayet insanlar Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü düşünebilselerdi, asla O’na karşı gelmezlerdi.”

Hasan, Âmir bin Abdülkays’ın şöyle dediğini nakleder: Bir, iki; üç kere değil daha fazla kez, Rasûlullah aleyhisselam’ın ashabının birçoğunun şöyle dediklerimi işittim: “İmanın ışığı, ya da imanın nuru tefekkürdür (düşünmedir).

Rivayete göre; İsâ aleyhisselam şöyle demiştir: “Ey güçsüz Âdemoğlu, nerede olursan ol, Allah’tan kork. Dünyada bir misafir ol. Mescidleri ev edin. Gözlerine ağlamayı, cesedine sabrı ve kalbine düşünmeyi öğret. Yarının rızkı ile gamlanma. (Üzülme, yarının rızkını düşünerek kendini üzme.)”

Rivayete göre; Müminlerin emiri Ömer bin Abdülaziz bir gün arkadaşlarının arasında ağladı. Sebebi sorulunca şöyle dedi: “Dünyayı, onun lezzet ve şehvetlerini düşündüm de ibret aldım. Şehvetleri bitmek üzere ve sonunda acılığı onu bulandıracak. Eğer ibret alacaklar için bunda bir ibret yoksa bile hatırlayanlar için nice öğütler vardır.”

Ömer bin Abdülaziz bir gün arkadaşlarının arasında suskun bir şekilde oturuyordu. Ona neden konuşmadığını sorduklarında şöyle cevap verdi: “Cennet ehlinin orada birbirlerini nasıl ziyaret edeceklerini ve cehennem ehlinin orada birbirleriyle nasıl kavga edeceklerini düşünüyordum.”

Ömer bin Abdülaziz bir gün insanları toplayıp onlara şöyle dedi: “Sizlerin eninde sonunda varacağınız yeri düşündüm. Kiminiz dürüst ve kurtulmuş, kiminiz de yalancı ve helâk olmuş olacaksınız.”

Şair şöyle der:

Düşüncedir gezisi müminin;

İbrettir zevki müminin.

Yalnız Allah’a hamd ederiz

Her an uyanık bekleriz.

Kimileri var ki hep eğlenirler,

Ömür biter de, farkında değiller.

Kimileri de öyle bir hayat sürer ki;

Arzulananın da üstünde, zarif bir çiçek gibi

Şırıltısında çeşmelerin,

Gölgesinde ağaçların,

Sevincinde bitkilerin, 

Tatlılığında meyvelerin

Değiştirir onu ve ailesini, 

Başkalarıyla zamanın hızlı akışı.

Yalnız Allah’a hamd ederiz, 

Yalnız O’na i’tibâr ederiz.

Bundadır doğrusu ibret;

Akıllı için, alırsa eğer ibret.

Rabbimiz bizi Enfûsi ve Âfâki delillerini görüp idrak eden ve bunlar üzerinde tefekkür ederek Allah’a tam manasıyla teslim olan kulları arasına dâhil etsin. Her halükârda Allah’ı zikreden, O’na kul olmaya gayret eden ve “Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın” diyerek tefekkür eden “Seni tespih ederiz. Bizi cehennem azabından koru” diye dua eden Müslümanlardan eylesin.


[1]. Bu hadîsi daha uzun bir şekilde Abd bin Humeyd… Atâ’dan rivayet etmiştir. Ebu Hatim ve İbni Hibbân Sahîh’inde bu hadîsi İmrân İbn Mûsâ kanalıyla… Atâ’dan rivayet etmişlerdir. Ancak Atâ burada sadece Ubeyd İbn Umeyr ile Hz. Âişe’nİn yanına vardıklarını kaydetmiştir.

[2]. Bunu, İbni Ebu Dünyâ “Et-Tevekkül ve’l-İ’tibâr” isimli kitabında zikretmiştir.