Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2020 Eylül / 93. Sayı
Hamd, “İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır” (Bakara, 165) buyurarak sevgiyi, razı olmaya alamet kılan Allah azze ve celle’ye,
Salat ve selam, “Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi imanın tadını alır. Allah ve Rasûlü’nün kendisine diğer her şeyden daha sevgili olması…” buyurarak Allah’ı çok sevmenin imandan lezzet almaya vesile olacağını bildiren rehberimiz, önderimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e,
Allah’ın lütuf ve ihsanları, affı ve keremi Allah’ın kendilerinden razı olduğu, onların da Allah’tan razı olduğu kulları üzerine olsun.
Sevgi, insan duygularının ayrılmaz bir parçasıdır. Sevgi kişinin bir başkasına eğilim duyduğu ve çekimine kapıldığını hissettiği kalbî bir davranıştır.
İki kişi arasında sevgi hâkim olduğunda bu sevginin etkilerini kişilerin birbirlerine karşı olan tavır ve davranışlarında açıkça görürüz. Bu iki kişiden her biri sevgilisinden sık sık söz eder. Sürekli onu görmenin özlemini çeker. Onunla baş başa kalmayı arzular. Ona yaklaşmaktan hoşlanır. Onun için öfkelenir ve onu kıskanır. Zihninde devamlı onunla olan birlikteliğinin anılarını canlandırır. Onu düşünmek onun için bir lezzete dönüşür. Onu anmak hayatın olmazsa olmazları arasına girer. Yürürken, otururken, yatarken, yerken, içerken, uyumaya çalışırken kısacası her anında özlemini duyduğu sevdiğinin düşüncesiyle meşgul olur. Ve bu bir zaman sonra sevdiğinin her şeyini kabullenmeye ve herkesten farklı bir gözle sevdiğine bakmasına sebep olur. Başkalarının önemsemediği ve farkına varamadığı bu kişiye hasretle ve arzu ile bakar. Onunla yaşamayı, onunla birlikte olmayı ve hatta onunla ölmeyi temenni eder. Sevgi işte böyle bir şeydir.
İşte Allah sevgisinin kalbine hâkim olduğu kişi de aynen bu şekildeki bir kişi gibi hatta daha fazla bir muhabbetle Allah’a yönelir. Böyle bir kişi sürekli Rabbiyle yakın olmaktan hoşlanır. O’na yakın olabileceği amelleri gözetir. O’na kulluk yapmaktan zevk alır. O’na ibadet ve itaat etmek için her türlü fırsatı gözetir. İbadet anlarını özlemle bekler. O’na yöneldiğinde de diğer her şeyle olan irtibatını kopararak sadece O’na yönelir. O’na yalvarır. O’ndan ister. O’nu razı etmeye çalışır. Varını yoğunu O’nun için feda eder. Hatta en kıymetli varlığı olan canını bile O’nun için feda etmekte bir an dahi tereddüt etmez. İşte razı oluşun alametleri bunlardır.
Müslümanın Allah’ı sevmesi diğer tüm varlıklara duyduğu sevgiden daha fazla olmalıdır. Allah sevgisi müminin kalbinde diğer her şeye duyduğu sevgiden kat kat daha fazla olmalıdır ki iman ehlinden olabilsin ve bu sevgisi oranında imanından lezzet alabilsin. Böyle bir sevginin yolu ise Allah’ı bilmekten geçer. Allah’ı bilmek de O’ndan razı olmaya iletir. Kulun Allah hakkındaki bilgisi artıkça O’na karşı olan tavır ve davranışları da bir o kadar güzelleşir. O’na duyduğu sevgi, muhabbet, saygı ve korku da artar. Yüce Allah’a samimi bir sevgi duymaya vesile olan bilgi, sürekli olarak düşünce ve duyguların etkileşimde bulunduğu bir hatırlatmaya da ihtiyaç duyar. Bu sürekli hatırlatma, kalbe sevgi tohumlarının atılmasını sağlar, duygularda ve vicdanlarda sevginin temelini oluşturur. Sürekli hatırlamanın ardından sevgi konusu ile bağlantılı olan salih ameller gelir. Böylece kulun Allah’a yönelik amelleri de artar. Çünkü müminin bilgisi pratiği olmayan salt bir bilgi değil bilakis amellerle hayat bulan ve canlanan bir bilgidir.
“Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.” (Nisa, 66)
Böyle bir sevgiyle Rabbine yönelen bir kişi her ne yaşarsa yaşasın gerek musibetlerle gerekse de hoşuna giden güzel durumlarla karşılaşmış olsun yine de bu durum onu hiçbir zaman sevdiği Rabbinden uzaklaşmaya götürmez. Yaşadığı musibetler onu Rabbinden bir an dahi koparmak şöyle dursun daha bir şevkle ve istekle O’na yönelmeye sevk eder. Karamsarlık gösterip hayata ve Rabbine küsmez. Kusuru ve başına gelen musibetin sebebini başkalarına değil kendisine bağlar. Bu sebeple Rabbine tevbe ederek O’na yönelir. Onu zikretmek suretiyle kulluğunu artırmanın yolarını arar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Taif dönüşünde Rabbine olan münacatı hepimiz için ibretlik sözlerdir: “Bana öfkeli değilsen çektiğim sıkıntılara, belalara hiç aldırmam. Zira senin esirgeyiciliğin, benim bunlara aldırmamı önleyecek kadar geniştir. Allah’ım! Gazabının üzerime inmesinden ya da öfkenle baş başa kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti felaha kavuşturan cemalinin nuruna sığınıyorum. Sen razı oluncaya kadar affını diliyorum. Bütün güç ve kudret ancak seninledir.”
Kul, Rabbi kendisine nimetler verdiğinde de azmaz. Hayata bağlanıp ahiretini unutmaz. Karun misali mal ve mülkün sahibini kendisi olarak görmez. Bu elde ettiği nimetleri Rabbinin razı olacağı kişilere ve yerlere harcar. Böylece nimeti verenin istediği şekilde o nimeti kullanmış olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz bu gerçeği şöyle bildirmektedir: “Müminin işine şaşarım. Onun bütün işleri onun için hayırdır. Bu durum sadece mümine hastır. Kendisine bir varlık isabet etse şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir darlık isabet etse sabreder, bu da onun için hayır olur.”[1]
Kulun, Rabbinden razı olmasının belirtileri kulun bizzat sözlerinde ve amelinde kendini gösterir. Rabbinin verdiği hükme razı olması ibadetlerden lezzet alması ve O’na kullukta bulunmak için acele etmesi şeklinde kendini gösterir. Ayrıca Allah için fedakârlıkta bulunmak ve O’nun yolunda cihat etmekle de bu sevgi ispatlanmış olur. Allah sevgisi olmadıkça bu hususların göz önünde bulundurulması ve pratik hayatta gereklerinin yerine getirilmesi mümkün olmaz. O halde “Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır” (Maide, 119) ayetinin ifade ettiği gerçek “(O) onları sever, onlar da O’nu severler” ayetidir.
Kul şayet Allah’ı samimi bir şekilde sevecek olursa ondan yapmasını istediği her şeyi de sevecektir.
Amir bin Abdikays şöyle diyordu: “Allah’ı öyle sevdim ki bu sevgi, her musibeti basit görmeme ve her olaya rıza göstermeme neden oldu. Allah’a olan sevgimden dolayı artık sabaha nasıl çıktığımı veya akşama nasıl ulaştığımı önemsemiyorum.”
Sad bin Ebi Vakkas radıyallahu anh’ın Mekke’ye geldiğinde gözleri görmez olmuştu. İnsanlar koşarak yanına geliyor, her biri ondan kendisine dua etmesini istiyordu. O da herkese dua ediyordu. Onun duası makbuldü. Bir ara Abdullah bin Ebi Saib onun yanına gelip “Amca sen insanlar için dua ediyorsun. Kendin için dua etsen de gözlerin açılsa olmaz mı?” dedi. Bunun üzerine Sad gülümseyerek “Oğlum yüce Allah’ın benim hakkımdaki takdiri (yani gözümün görmemesi) benim için gözümün görmesinden daha güzeldir” dedi.
İmran bin Hüseyin de ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Otuz sene sırtüstü yattı. Ne kalkabiliyor ne de oturabiliyordu. Hurma dallarından yapılmış yatağında, tuvalet ihtiyacını gidermesi için bir oyuk açılmıştı. Bir gün yanına Mutarrif ve kardeşi Alâ geldi. Mutarrif, İmran’ın durumunu görünce ağlamaya başladı. İmran “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Mutarrif “Çünkü seni bu zor durumda görüyorum” dedi. İmran ise ona “Ağlama! Şüphesiz Allah’ın hoşuna giden şey benim de hoşuma gider” dedi.[2]
Kişinin Allah’a olan sevgisi arttıkça Allah’a duyulan ümit ve O’nun kendisini seven kimseyi cehenneme atmayacağı konusundaki hüsnü zannı da artar.
Bir bedevi hastalandı. Ona “Öleceksin!” dediler. Bedevi “Nereye gideceğim?” diye sordu. “Allah’a” dediler. Bunun üzerine bedevi “Kendisinden sadece hayır gördüğüm kimseye gitmekte bir beis görmüyorum” dedi.
Süfyan es-Sevri de söyle derdi: “Ahirette hesabımın anne ve babama bırakılmasını istemem. Çünkü Rabbim bana anne ve babamdan daha merhametlidir.”
Kulu Allah’tan razı kılan bu durumların ardından sevginin en önemli sonucu gelmektedir ki o da kulun Yüce Allah’a muhtaç olması ve sadece O’nunla yetinmesidir. Kul başına her ne gelirse gelsin Rabbinin kendisiyle birlikte olduğunu bilir.
“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe, 40)
İşler içinden çıkılamaz bir hal aldığında ise Rabbini anar ve şu ayetleri okuyarak kendisini teselli eder.
“Rabbim şüphesiz benimledir. O bana yol gösterecektir.” (Şuara, 62)
Sığınacağı daimi sloganı ise “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter” (Nisa, 132) ayetidir.
Allah’a duyulan özlem, Yüce Allah’a duyulan sevginin gücünden kaynaklanan son derece yüce bir derecedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Allahu Teâlâ’dan kendisini bu dereceye ulaştırmasını isterdi ve şu sözlerle dua ederdi:
“Allah’ım! Hükmünden sonra rızanı, ölümden sonra iyi bir hayatı, cemaline bakmanın lezzetini, sıkıcı felaketlere uğramaksızın ve saptırıcı fitnelere düşmeksizin sana özlemle kavuşmayı dilerim.”[3]
Öyleyse biz de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ettiği dualarla Allah’a yönelelim, O’na yalvaralım ve bizi sevgisi ile rızıklandırmasını isteyelim. Böylece O’nun sevgisi bize diğer tüm şeylerden daha hoş ve üstün gelen bir sevgi olsun.
“Allah’ım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi, senin sevgine ulaştıran amelleri yapmayı isterim. Allah’ım! Sevdiğin şeyle beni rızıklandır ve onu, sevdiğin şeylerde benim için kuvvet kıl. Sevdiklerimden beni mahrum ettiğin şeyi, sevdiğin şeylerden ayrı kıl. Allah’ım! Senin sevgini bana, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli eyle. Allah’ım! Beni kendine, meleklerine, peygamberlerine ve salih kullarına sevdir. Beni, seni sevenlerden, meleklerini, peygamberlerini ve salih kullarını sevenlerden eyle. Allah’ım kalbimi sevginle dirilt. Beni, sevdiğin gibi kıl. Allah’ım sana olan sevgimi tüm kalbime yay. Seni razı etme düşüncesini bütün bedenime yay. Allah’ım! Tüm sevgimi sana ait kıl. Tüm çabamı razı olduğun işlerde kıl, âmin.
[1]. Müslim, Zühd, 64.
[2]. Salahul Umme fi Uluvvil Himme, cilt IV, s.516
[3]. Taberani, el-Mucemul Kebir, cilt XVIII, 319.