Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2020 Mart / 88. Sayı
İnsanların en çok korktuğu şeylerin başında belki de ölüm gelir. Ölüm, ‘hayata ölesiye bağlananlar’ için her zaman soğuk bir yüz, karanlık bir duygu olmuştur. Bunun içindir, insanlar çoğu zaman çareyi ölümü görmezden gelip onu yok saymada bulurlar. Ama bu yine de onun ölüm ve ötesine olan merakını dindirmeye yetmez. Aynı sorular binlerce yıldır cevap alamayacağını bile bile insanoğlunun zihninde döner durur. “Acaba ölüm nasıl bir şey, insan o esnada neler hissediyor, ölümsüzlük sadece masallarda mı var, ölümü daha kolay hale getirmenin bir yolu yok mu, ölümden sonraki hayat nasıl olacak..?”
Teknoloji gelişse de mezarlardaki sesleri dinleyebilsek ya da bir mucize olsa da ölmüş birisini konuştursak nasıl olur, insanların merakı gider mi dersiniz? Ya da soruyu başka bir açıdan sorayım. İnsanlar buna cesaret edebilirler mi sizce? Öteleri görmüş bir “hortlak” ile konuşmak! Cesaret edebilen üç beş kişi çıksa da ortalarda kimseyi bulamayız herhalde.
İnsanlar ölüm ve ötesi konulardan her ne kadar haz etmeseler de bu meseleler Kur’an-ı Kerim’de epeyce yer kaplar. Sadece ölüm kelimesi bile türevleriyle birlikte 160 defadan fazla geçmektedir. Kıyamet, ahiret, cennet, cehennem vb. ise muhtemelen her iki üç sayfada bir karşınıza çıkacaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu sahneler ziyadesiyle canlı bir tasvirle anlatılır. Yer yer cehennem ehli, cennet ehli ve hatta cehennemin kendisi bile konuşturulur, başa gelecekler anlatılır ve insanoğlu uyarılır. Bunlar dünya ve ahiret hayatımıza yön veren kitabımızda anlatılıyorsa o zaman korkunun ecele faydası olmadığını hatırlayarak kulak vermek ve ibret almak zorundayız. Korkmak çözüm değildir. En azından boşu boşuna korkmak…
Gelin, konuşan ölülere, ölüleri konuşturan ayetlere, ötelere gidenlere, ateşi görenlere kulak verelim. Dinledikten sonra da korkmaya devam edelim ama bilerek, hissederek ve ibret alarak.
1- Hakikati İdrak Etmeleri
Derler ki: “Eyvahlar bize; bu, din günüdür.” (Saffat, 20)
Sura üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar. Derler ki: “Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmanın vadettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” (Yasin, 51-52)
Gözlerini korku bürümüş halde kabirlerinden çıkıp etrafa yayılmış çekirgeler gibi o çağrıcıya doğru koşarlar. İnkarcılar, “Bu, gerçekten zor bir gün!” derler. (Kamer, 7-8)
Cennet ehli cehennem ehline, ‘Biz rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk; siz de rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenir. Evet! derler. Ve aralarından bir duyurucu, “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!” diye bağırır. (A’raf, 44)
Değerlendirmeler:
Allah azze ve celle insanoğlunu akıl ve irade ile donatıp dünyaya imtihan için göndermiştir. İnsanoğlu kendisine bahşedilen bu irade ile iyi ya da kötü bazı tasarruflarda bulunur. Ancak tasarruflarının karşılığını her zaman dünyada alacak değildir. Çoğu zaman mükafat da ceza da dünya hayatında tecelli etmez. Çünkü Allah azze ve celle kullarına karşı son derece sabırlıdır, onların davranışlarının nihai hükmünü son nefeslerini verinceye kadar bekler. Ama bu durum ne yazık ki inkarcıları hep aldatmıştır. Onlar, işledikleri cürümlerin karşılığını hemencecik almadıkları için kibirlendikçe kibirlenmişler öyle ki kendilerine gönderilen peygamberlere “Doğruysanız haydi getirin azabınızı” deme cesaretinde bile bulunmuşlardır. Oysaki bu durum ilelebet böyle gidecek değildi. Tüm hesapların görüleceği o gün gelecek ve inkarcılar için artık bir kurtuluş olmayacaktı. O gün geldiğinde dudaklarından dökülecek tek şey “Eyvahlar bize; bu, din günüdür. Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmanın vadettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” demekten başka bir şey olmayacaktı. Ama artık çok geçti. Dünyadayken inkâr edip durdukları, alay ettikleri, hafife aldıkları şey şimdi hakikat namına karşılarında duruyordu.
2-Şaşkınlıkları
“Artık kitap (amel defteri) ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!” dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.” (Kehf, 49)
“Nihayet oraya geldiklerinde vaktiyle yaptıklarından dolayı kulakları, gözleri ve derileri onların aleyhine şahitlik eder. Derilerine, “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” diye sorarlar. “Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu” derler. İlk önce sizi O yarattı, şimdi de yine O’na dönüyorsunuz.” (Fussilet, 20-21)
“Sonra onlara, “Vaktiyle Allah’ın dışında ilahi nitelikler yüklediğiniz şeyler şimdi nerede?” denir. “Bizi bırakıp kayboldular. Meğer vaktiyle gerçek bir varlığa tapmıyormuşuz” derler. İşte Allah inkârcıları böyle şaşkın ve çaresiz bırakır.” (Mümin, 73-74)
Değerlendirmeler:
İnkarcılar diriltilirken yaşadıkları şoku hesap verirken de yaşayacaklar elbet. Belki dünyadayken çok güçlülerdi, hep hesap soran taraftaydılar. Böyle şeyler onların alışık oldukları durumlar değildi. Çünkü burada işler tersine dönmüştü. Şimdi sanık sandalyesinde ve idam sehpasında başkaları değil kendileri vardı. Hükmeden değil hükmedilen olmuşlardı. Dünyada yaptıkları her şeyin hesabını vermek üzere bekletiliyorlardı. Bu sıradan bir bekleyiş değildi elbet. Günahlarından dolayı kimisi dizine kimisi göğsüne kimisi de boğazına kadar terlere batmıştı. Şiddetli bir sıcak vardı. Şüphesiz bu çetin bir gündü.
Yaptıklarını inkâr etmeyi dahi düşünemeyeceklerdi. Çünkü önlerinde duran kitap, noktası noktasına tutulmuş bir suç defteriydi. İşledikleri her günahın faturası kesilmiş ve şimdi önlerine konulmuştu. Hem zaten yalanlamak isteseler bile bizzat kendi elleri, ayakları buna karşı çıkmayacak mıydı? Oysaki o elleri ve ayakları boyun eğdirmek önceleri ne kadar da kolay idi!
3- Önderlerini Suçlamaları
Onun yakın dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.” (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim. Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve ben kullara zulmedici değilim.” (Kaf, 27-29)
“Öyle ki (o gün) kendilerine tabi olunanlar, kendilerine tabi olanlardan uzaklaşıp kaçmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün bağlar (ve ilişkiler) de parçalanıp kopmuştur. (O zaman, yönetilip) Uyanlar derler ki: “Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse muhakkak onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakırdık).” Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler.” (Bakara, 166-167)
“Ateşe giren kâfirler derler ki: Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım ki altta kalanlar olsunlar.” (Fussilet, 29)
“Ateşin içinde birbirleriyle tartışırken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara dediler ki: Biz size uymuştuk. Şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz? Büyüklük taslayanlar: Doğrusu hepimiz de onun içindeyiz. Allah kulları arasında şüphesiz hüküm vermiştir, derler.” (Mümin, 47- 48)
Değerlendirmeler:
İnkarcılar yaşadıkları olayların şokunu biraz olsun atlattıklarında kurtuluşları için hemen çareler aramaya koyulacaklar. Bunun için akıllarına ilk gelen çözüm suçu başkalarına atmak olacak. Zaten insan hep öyle değil midir? Suçu kendinin dışında herkeste arar ama dönüp bir kendine bakamaz. İlan edilen suçlu kimi zaman tüm kötülüklerin başı şeytan kimi zaman yoldan çıkarıcı bir dost kimi zaman da zalim idareciler oluverir. Ama sıra bir türlü kendi nefsine gelmez.
İnkarcılar bu çabaların işe yarayacağını düşünmüşlerdi. Suçu liderlerine atıp oradan sıvışacaklarını zannetmişlerdi. Çünkü bunu yapmaya alışkındılar. Ama burası… Burası ahiret yurduydu. Herkes kendi suçunun cezasını çeker kimseye kıl kadar zulmedilmezdi. O saptırıcı önderler elbet yaptıklarının karşılığını kat be kat göreceklerdi. Ama ya sen azgın nefis? Yavuz hırsızın suçu vardı da kapısını açık tutanın hiç mi kabahati yoktu? Hiç mi suç işlemedin, hep onlar mı seni yoldan çıkardı? Yoksa kendini Âdem aleyhisselam’a mı benzetiyordun? Yoksa, şeytanın onu kandırdığı gibi seni de mi kandırdığını iddia ediyordun? Hayır hayır! Seninle onun arasında kocaman bir “tevbe” farkı vardı. Peki sen! Allah azze ve celle’ye tevbe etmiş miydin hiç?
4- Dünyadaki Dostlukların Bitmesi
Sonunda Bize geldiği zaman, der ki: “Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın dostmuşsun sen).” (Zuhruf, 38)
“O gün her zalim öfkesinden parmaklarını ısırarak şöyle der; Keşke Peygamber’in yoldaşı olsaydım. Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Bana Kur’an’ın mesajı geldikten sonra o beni Allah’ı anmaktan alıkoydu. Zaten şeytan, insanı ayarttıktan sonra yüzüstü bırakır.” (Furkan, 27-29)
“(Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonda yer alanlar, en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek.” (A’raf, 38)
Değerlendirmeler:
Yöneticilerinden uzaklaştıkları gibi en yakın dostlarından da uzaklaşacaklar. Dünyada yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen can ciğer dostlar için o gün ayrılık vakti olacak. Pişman olacaklar. Hem de binlerce defa. Salih kimseler varken bu facirleri dost edindikleri için kendilerini affedemeyecekler. Öfkelerinden parmaklarını ısıracaklar. Onlarla hiç tanışmamış olmayı temenni edecekler ama nafile. Bugün onları ne duyan olacak ne de bir karşılık veren.
5- İtirafları
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: “Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz, çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk…” (Şuara, 96-102)
“Yalnız defterleri sağ yanlarından verilenler hariç. Onlar cennetlerde ağırlanırlar. Sorarlar günahkârlara, Sakar’ a (cehenneme) girmesinin sebebi nedir? Diye. Cehennemlikler derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulların karnını doyurmazdık. Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık. Hesap verme gününü inkâr ederdik. Sonunda bize de ölüm gelip çattı. Artık onlara şefaat edebilecek olanların aracılığı yarar sağlamaz.” (Müddessir, 39-48)
Onlar (cehennemde oldukları halde) derler ki: Ey Rabbimiz! Bizi kötü talihimiz mağlup etti ve biz, hak yoldan çıkan (kâfir) bir kavim idik. (Müminun, 106)
Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her topluluk onun içine atıldıkça cehennem bekçileri onlara; ‘size bir uyarıcı gelmedi mi?’ diye sorarlar. Onlar; ‘Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz büyük bir sapıklık içindesiniz dedik. Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık, çılgın alevli cehennemlikler içinde olmazdık’ derler. Böylece günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar!” (Mülk, 8-11)
Değerlendirmeler:
İnkarcılar hiçbir kaçışın olmadığını anlayınca hatalarını bir bir sayıp dökecekler. Dünyadayken marifetmiş gibi yaptıkları davranışların kocaman cürümler olduğunu itiraf edecekler. Akletmeyen, hakka kulak vermeyen kimseler olduklarını kabul edecekler. Oysa dünyadayken namaz kılanlarla, yoksullarla birlikte bulunanlarla, Rasûle yoldaş olanlarla alay ederlerdi. Onları ve yaptıklarını hakir görürlerdi. Oysa bugün onlar gibi olabilmek için nelerini vermezlerdi ki! Ama nafile. Hatalarını binlerce kez itiraf da etseler dünyaları da feda etseler artık çok geç. Çünkü önlerinde onları bekleyen hırçın bir cehennemden başka bir şey olmayacak.
6- Bir Fırsat Daha İstemeleri
Suçlu günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde, 12)
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: “Rabbim, beni geri çevir ki; geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım. “Asla, gerçekten bu yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Müminun, 99-100)
Dediler ki: “Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin; biz de günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkış için bir yol var mı?” “Sizin (durumunuz) böyledir. Çünkü bir olan Allah’a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz. O’na ortak koşulduğunda inanıp onayladınız. Artık hüküm, Yüce, büyük olan Allah’ındır.” (Mümin, 11-12)
Onlar orada “Ey Rabbimiz, bizi buradan çıkar da daha önce yaptıklarımızdan farklı, iyi işler yapalım” diye feryat ederler. Düşünmek isteyenlerin düşünmelerine yetecek kadar uzun bir süre sizi yaşatmadık mı? Ayrıca size uyarıcı da gelmişti, Şimdi azabı tadınız bakalım. Zalimlere yardım eden bulunmaz. (Fatır, 37)
Değerlendirmeler:
Geç kalmış bir itirafı marifet zanneden inkarcılar yüzsüz bir şekilde Allah azze ve celle’den bazı isteklerde bulunacaklar. Bunların ilki dünyaya geri gönderilip salihlerden olma temennisi olacak. Ama alacakları cevapla ümitlerinin kırılması çok uzun sürmeyecek: “Düşünmek isteyenlerin düşünmelerine yetecek kadar uzun bir süre sizi yaşatmadık mı?”
7- Ölümü ve Yok Oluşu Temenni Etmeleri
Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman da oracıkta yok olmayı isterler. (Onlara şöyle denilir) Bugün bir yok olmayı değil, nice yok olmaları isteyin! (Furkan, 13-14)
Biz yakın bir azapla sizi uyardık, o gün kişi iki elinin yapıp önceden gönderdiklerine bakacak ve kâfir keşke toprak olaydım diyecek. (Nebe, 40)
Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: Keşke, kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı. Malım bana hiç fayda vermedi. Gücümde benden yok olup gitti. (Hakka, 25-29)
Onlar cehennem bekçisine: Ey Malik! Rabbin Artık bizi öldürsün, diye seslenirler. Malik de: Siz böylece kalacaksınız. der. Andolsun ki biz size hakkı getirdik. Fakat sizin çoğunuz haktan hoşlanmıyor. (Zuhruf, 77-78)
Değerlendirmeler:
İnkarcılar geri dönüşün olmadığını anlayınca bu sefer de Allah azze ve celle’den kendilerini yok etmesini isteyecekler. Çünkü bu bile onlar için kurtuluş olacak. Oysa dünyadayken hayata ne kadar bağlı ölüme ne kadar uzaklardı. Bıraksan binlerce yıl yaşamak isterlerdi. Şimdi ise ölmeyi, toprak olup gitmeyi arzu ediyorlardı. Ama yine nafile. Ahiret yurdu onların dünyada zannettikleri gibi yokluk, hiçlik yurdu değil bilakis ebediyet yurduydu. Bu yeni hayatta ölüme yerin olmayacağını birazdan anlayacaklardı.
8- Azabın Hafifletilmesini İstemeleri
“Ateştekiler, cehennemin bekçilerine dediler ki: Ne olur Rabbinize dua edin de hiç değilse bir gün, bizden azabı biraz hafifletsin. Bekçiler dediler ki: Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmedi mi? Onlar da: Evet getirdi, dediler. Bekçiler: Öyleyse yalvarıp durun. Nankörlerin yalvarması hep boşunadır, derler.” (Mümin, 49-50)
“Ey Rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkar; yine küfre dönersek o takdirde muhakkak zalimleriz.” (Müminun, 107)
Değerlendirmeler:
İnkarcılar gerçekten dayanılmaz bir azabın içinde olacaklar. Gölge olarak yalnız duman, yiyecek olarak deve dikeni, irin ve içecek olarak da hamîm, maden eriyiği ve kaynar su bulunabilen bir azap düşünün. Bir damla suya muhtaç, bir gram oksijene hasret dayanılmaz bir azabın içindelerken Allah azze ve celle’den bu azabın hafifletilmesini isteyecekler.
Onların son isteği olacak bu. Dünyaya geri gönderilemiyoruz, ölümü de temeni edemiyoruz. O zaman bari üzerimizdeki azap bir an, bir gün olsun hafifletilsin de rahatlayalım diyecekler. Ama bu istekleri de dinlenmeyecek ve kafirlere şöyle denilecek: “Şimdi tadın. Artık bundan sonra yalnızca azabınızı artıracağız.” (Nebe, 30)
9- Pişmanlıkları
Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: “Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…” derler. Dikkat edin, o işleyip yüklendikleri ne kötüdür. (En’am, 31.)
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: “Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Rasûl’e itaat etseydik. Ve dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular. Rabbimiz, onlara azaptan iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et.” (Ahzab, 66-68)
Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): “Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah’ın diniyle) alay edenlerdendim.” (Zümer, 56)
Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlar, ancak artık anlamanın kendisine ne faydası var? O zaman insan: Ah! Keşke, ben bu hayatım için önceden iyi işler yapıp gönderseydim, der. (Fecr, 23-24)
Değerlendirmeler:
Allah azze ve celle’nin “er-Rahman” isminden belki küçücük bir payı dünyada gören inkarcılar o gün yüce Rabbimizin “el-Müntekim, el-Kahhar” isimlerinin tecellilerini müşahede edecekler. Bu yüzden, isteklerinin hiç birisinin kabul edilmediğini anlayınca umutsuz bir şekilde başlarına gelen azaba katlanmaya devam edecekler. Onları kuşatacak tek duygu pişmanlık olacak. Ama o gün pişmanlıkların kimseye fayda sağlamadığı bir gün olacak.