Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2022 Şubat / 111. Sayı
“Z kuşağı” hayatımıza yeni giren ama fazlasıyla kullanarak çabucak haşır neşir olduğumuz kavramlardan bir tanesi. Herkes için farklı anlamlar ifade etse de toplumun tüm tabakalarının sıklıkla telaffuz ettiği bir tabir oldu bu isimlendirme. Gençler Z kuşağını bir ayrıcalık/gurur ifadesi olarak kabul ettiler ve kendilerini bu şekilde isimlendirmekte bir sakınca görmediler. Ve hatta kimi zaman gelenek ve göreneğe karşı başlattıkları özgürlük(?) mücadelesinde bu kavramı kendileri için bir kalkan olarak kullanmaktan da geri durmadılar. Yetişkinler ise bu tabiri sorunlu ve asi olarak nitelendirdikleri genç kuşakları eleştirmede, azarla karışık nasihat etmede bir kızgınlık ifadesi olarak kullandılar. Ancak ne yazık ki; her iki tarafın da bu kavramı lügatlerine alırken bir süzgeçten geçirip öylelikle kabul ettiğini söylemek mümkün olmayacaktır. Yeterince tecrübe sahibi olmayan gençler bu kavramı beraberinde neler getireceğinden habersiz bir şekilde kullanmaya devam ederken yetişkinler ise bu hususta onlara rehberlik etme, üzerlerine oynanan kirli oyunları engelleme için gayret etme yerine amansızca saldırmayı tercih ettiler. Oysaki düşman gibi gördükleri bu gençler başka bir toplumun değil kendilerinin de yaşadığı bu çevrenin evlatlarıydı.
Burada olduğu gibi daha birçok alanda da yapıyoruz bu hatayı. Kelime ve kavramların yönlendirici etkisini unutuyor ve hayatımıza sokulmaya çalışılan ifadeleri hemencecik kabul ediyoruz. Nereden geldiğine, bizden ne istediğine ve en önemlisi bizdeki maliyetine hiç bakmıyoruz.
Hayatımızı idame ettirmek için kullandığımız nesne ve gıdaların bir maliyeti olduğu gibi dilimizden dökülen kelimelerin de maliyeti vardır elbet. Kavramların maliyeti ise kelimelere kıyasla çok daha büyüktür. Çünkü kavram dediğimiz şey kelimeleri, cümleleri bir araya getiren, onların tamamını komuta eden ve zihin dünyamıza ulaşmalarını sağlayan çok büyük bir güçtür. Yani kavramlar düşünmemizi sağlayan ana unsurlardır. Onlar düşünce dünyamızın ana yollarıdır. Yollar istikamet üzere olmalıdır ki yolcular doğru noktalara ulaşabilsin. Bu bakımdan kullandığımız kelimelere dikkat etmeli, kavramların ise üstüne titremeliyiz. Onlar bizim kırmızı çizgilerimiz olmalıdır. Onları zihnimizde inşa ederken çok hassas olmalı ve tefekkür süzgecini sonuna kadar kullanmalıyız. Uymayan yerlerini yıkıp doğruyu bulana kadar tekrar tekrar inşa etmeliyiz. Bundan asla sıkılmamalı, ileride kendisinden binlerce defa istifade edeceğimizi bilmeliyiz. Nihayetinde bu kadar zahmete girdikten sonra artık onlar bizim kavramlarımız olacak ve kendilerinden de kolay kolay vazgeçilmeyecektir.
Öyleyse meselemize tekrar dönelim ve esas soruyu yöneltelim: Z kuşağı ifadesini kullanırken ağzımızdan çıkanın ne kadar farkındayız?
Nedir Bu Z Kuşağı?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; yapacağımız değerlendirmeler yüzde yüz kesinlik ifade etmeyecektir elbet. Ancak ortada bulunan karinelerin bizi götürdüğü yeri de tamamıyla zanni değerlendirmek doğru olmayacaktır. Zira fikrî olarak üzerine konuştuğumuz bu meseleleri hepimiz günlük hayatta artılarıyla eksileriyle tecrübe ediyor ve üzerinde tefekkür ediyoruz. Bu bakımdan değerlendirmelerimizin dayanak noktası kişisel ve toplumsal olarak edindiğimiz deneyimler ve peşinden iz sürmeye çalıştığımız bazı veriler olacaktır.
Önemli olaylar neticesinde bazı kuşaklar için belirli tabirler kullanılmış olsa da genel itibarıyla nesilleri bu kadar somut ve kavramsallaşmış isimlerle anmak kadim bir kültür değil körpe ve art niyetli bir yaklaşımdır. Çünkü bu mesele de varabileceğimiz en eski tarih 1. Dünya Savaşı sonrası yıllarıdır. Savaş gibi önemli hadiselerin nesiller üzerindeki bariz etkisi herkesçe malum olduğu için bu dönemlerin nesillerine isim vermede bir sakınca olmasa gerek. Ancak büyük olay ve olgulara dayanmadan nesilleri koşar adımlarla ayrıştırmak, basamakları üçer beşer çıkmak kabul edilebilecek bir davranış değildir. Bu hızı görebilmek adına kuşakları tarihleriyle görmek faydalı olacaktır. Şu an büyük ölçüde hayatta olan 6 farklı kuşak vardır. Bunlar:
Alfa kuşağı: 2012 sonrası doğanlar.
Z kuşağı: 1996 – 2012 doğumlular.
Y kuşağı: 1977 – 1995 doğumlular.
X Kuşağı: 1965 – 1976 doğumlular.
Baby Boomers: 1946 – 1964 doğumlular.
Gelenekçiler veya Sessiz Nesil: 1945 ve öncesi doğumlular.
Karşımıza çıkan/çıkarılan tabloya baktığımızda son yıllardaki hız artışı çok bariz şekilde gözükmektedir. Dönüm noktaları olarak verilen tarihler incelendiğinde de kuşak atlatacak kadar önemli olay ve olguların varlığından söz edilemez. “Öyleyse bu isimlendirmeler kim tarafından, ne şekilde, hangi amaçla yapılmaktadır?” hususlarına dikkat etmek gerekecektir.
“Z kuşağı” ifadesi ilk defa 2012 yılında Amerika’nın en yüksek tirajlı gazetelerinden birisi olan “USA Today”ın “Milenyum kuşağından sonra gelenler için hangi ismi uygun görürsünüz?” isimli yarışmasının neticesi olarak karşımıza çıkıyor. Yarışma sonunda Z kuşağı ifadesi “Dijital yerliler, Teknoloji kuşağı, İnternet kuşağı” vb. isimlendirmelerin arasından sıyrılarak katılımcıların tercihi oldu.
Sonrasında da yine Amerikan merkezli bazı araştırma kuruluşları tarafından ortaya konan birtakım analiz ve veriler Z kuşağı ifadesinin kullanımını daha da güçlendirdi. Kısacası bu kavram bizim değerlendirmelerimizle değil tamamen yabancı din ve kültüre sahip bireylerin basit organizasyonlarıyla yaygınlaşmış vaziyettedir. Ancak yerel görünümlü bu faaliyetlerin ulusal ölçeklere bu hızla taşındığına ve kabul gördüğüne şahit olmak bunun küresel bir merkez tarafından planlandığı izlenimini vermektedir.
Neden Z Kuşağı?
Z kuşağı isimlendirmesiyle ilgili tartışmaların odağındaki soru; “Neden Z kuşağı?”dır. Tüm kurgunun küresel güçlere bağlandığı ve çeşitli teorilerin gündeme getirildiği söyleme göre; Z kuşağı denmesinin sebebi biyolojik insan neslini alfabenin son harfiyle temsili/hakiki olarak bitirmek ve “alfa” ismiyle sıfırdan dijital bir dünya içinde yeni bir başlangıç yapmaktır. Bahsini ettiğimiz mesele tam olarak “Transhümanizm”dir.
Transhümanizm, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılması, yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen veya gereksiz görülen yönlerinin ortadan kaldırılması amacıyla teknoloji ve bilimden faydalanılması gerektiğini öne süren uluslararası bir harekettir. Yani hareketin asıl hedeflediği şey, biyolojik bir varlık olan insanı, robotumsu bir mekanizmaya dönüştürmek ve hayatın olumsuz yönlerine karşı onu korumaktır(?).
Biyolojik bağlardan kurtardıkları insanları da yine kendileri tarafından tasarlanmış sanal evrenlere yani bilinen adıyla “Metaverse” denilen sanal vatanlara birer yurttaş yapmak, bu güçlerin hedefleri arasındadır. Bu şekilde ifade edildiği zaman belki çok hayalî gelebilir. Ancak son zamanlarda yaşanan olaylar bu hususta tedirginlik verecek boyutlara ulaşmıştır. Örneğin bugünlerde Hintli bir çift, sanal gerçeklik evreni “metaverse”de gerçekleştirilecek Harry Potter temalı bir düğünde evlenmeye hazırlanıyor. 6000 kişinin davet edildiği düğüne gelinin vefat eden babası da katılacak ve misafirleri karşılayacakmış. Bu vb. olaylar fiziki olmasa da en azından zihnî olarak insanların robotik bir dünyaya yeşil ışık yaktıklarını ve belirli ölçülerde rahatlıkla adapte olabileceklerini gösteriyor.
Yukarıda söylediğimiz gibi; transhümanizm, metaverse gibi kavramlar belirli organizasyonların somut hedefleridir. Ancak insanı böylesine dönüştürmek onların hedefleri mi yoksa oluşturdukları korku atmosferinden dolayı bazı kimselerin varsayımı mı bilemiyoruz. Bildiğimiz net olan bir şey var ki; birileri Allah’ın kudretinin bir eseri olan insanı her yönüyle evrimleştirerek O’na giden tüm alametleri silmenin ve kendi ilahlıklarını ilan etmenin peşindeler. Onların bu hedeflerini Rabbimiz bize şöyle haber veriyor:
“Allah şeytanı lânetlemiştir, o da ‘Kullarından belli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara kaptıracağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler’ demiştir. Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinen kimse elbette apaçık bir ziyana düşmüş olur.” (Nisa, 118-119)
Bu Kuşaktan Ne İstiyorlar?
Her şeyden önce şunu tekrar hatırlamalıyız ki; Allah azze ve celle’nin gücü ve kudretini aşan hiçbir şey yoktur. Bu kâinat tümüyle Allah’ındır ve O dilemeden bir yaprak dahi kımıldayamaz. Bahsini ettiğimiz yapılar tüm imkân ve iktidarlarını kullansalar dahi örümcek yuvasından ötesini inşa edemezler. Çünkü kendilerinde bulunan güç hakiki değil sadece Müslümanların gösterdiği zafiyetin bir ürünüdür. Allah’ın izniyle ümmeti Muhammed tekrar ayağa kalktığında tüm saltanatları yıkılacak ve mazlumlar üzerindeki tasallutları ortadan kalkacaktır. Ancak bunun için Müslümanlar olarak bizlerin sırtını daima mutlak hâkime dayaması ve uyanık olması gerekecektir.
Bu hakikatler ışığında sorumuza dönecek olursak; “Bu kuşağı neler beklemekte, onlardan neler talep edilmekte ve üzerlerine nasıl oyunlar oynanmaktadır?”
Öncelikle bu isimlendirmeyi ve kendilerine yüklenen özellikleri reddetmedikleri sürece bu kuşağı felaketler bekliyor olacaktır. Söylediğimiz gibi bu ifade koca bir nesli damgalamak ve onları kendi güdümlerine sokmak için oynanan çirkin bir oyunun temsilidir. Yapılması gereken ilk iş bu baskıya itiraz etmek ve karşıdan gelecek tehlikelere karşı uyanık olmaktır.
Bu kavramı tasarlayanların gençlerden ne istediklerini, nasıl bir kuşak hayal ettiklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Dininden uzaklaşmış, Rabbiyle bağlarını kesmiş bir nesil
2- Ümmet olma şuurunu kaybetmiş, bireyselleştirilmiş bir nesil
3- Cinsiyetini değiştirecek kadar isyan etmiş bir nesil
4- Toplumsal bağları, örf ve adetleri yıkmış bir nesil
5- Para kazanmak için her türlü değerinden vazgeçecek bir nesil
6- Özgürlük adı altında kendilerine sunulan her şeyi kabul edecek bir nesil
7- Özgür kostümlü ama köle ruhlu bir nesil
8- Ulvi hedefleri olmayan, hazzının peşinden koşan bir nesil
9- İnsan olma özelliğini kaybetmiş ruhsuz bir nesil
10- Geçici zevklerle kısa bir ömür sürüp dünyayı fazla işgal etmeyecek bir nesil
Unutmayalım! Birileri her zaman bir şeyler ister ve hayal eder. Ama netice yine de değişmez. Çünkü “Kul plan yapar. Allah karar verir.”