Hikmetli Kıssalar – Orhan Sağlam / 2022 Temmuz / 116. Sayı
Hicretin 4. yılı başlarında Âmir b. Sa‘saa kabilesi reisi Ebû Berâ Âmir b. Mâlik Medine’ye gelerek Hz. Peygamber’i ziyaret etti ve ondan İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Kendisi müslüman olmamakla beraber Hz. Peygamber’den kabilesine İslam’ı anlatacak bazı kimseleri göndermesini rica etti. Ancak Hz. Peygamber’in, gönderilecek davetçilerin bir tehlike ile karşılaşmasından endişe duyduğunu ifade etmesi üzerine Ebû Berâ onların emniyetini garanti etti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem bir müddet sonra, çoğu ensara mensup olan, İslamiyet’i ve Kur’an-ı Kerim’i iyi bilen ve ehl-i Suffe’den olan yetmiş kadar kurrâyı adı geçen kabile halkına İslâmiyet’i tanıtmak ve Kur’an’ı öğretmekle görevlendirdi. Sayıları hakkında çeşitli rakamlar verilen, ancak sahih rivayetlere göre yetmiş kişi oldukları anlaşılan bu heyete ensardan Münzir b. Amr el-Hazrecî radıyallahu anh’ı başkan tayin etti. Ayrıca kabile ileri gelenlerine hitâben bir de mektup yazdı. Bu heyet Ri’l, Zekvân, Usayye ve Lihyân boylarının düşmanlarına karşı Hz. Peygamber’den (sav) yardım istemeleri üzerine onlara gönderilmiştir.
Uhud Gazvesi’nden dört ay sonra, safer ayı başlarında (Temmuz 625) Medine’den yola çıkan heyet bir süre sonra Bi’ri Maûne denilen yerde konakladı. Maûne, Medine-Mekke yolu üzerinde Benî Âmir ile Benî Süleym’in oturduğu topraklar arasında bulunan bir kuyu olup Benî Süleym’e daha yakındı.
İslam heyeti kuyunun yanındaki mağarada istirahate çekildi ve içlerinden Harâm b. Milhân radıyallahu anh Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu Âmir b. Sa‘saa kabilesinin reisine götürmekle görevlendirildi. Bu sırada heyeti davet eden Ebû Berâ’nın öldüğüne dair bir şâyia çıktı. Bu sebeple Harâm b. Milhân Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir b. Tufeyl’e verdi ve yanındakileri İslâmaa davet etti.
Baştan beri İslamiyet’e ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı kin besleyen Âmir b. Tufeyl, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu açıp okumadığı gibi konuşmakta olan elçiye de arkadan mızrak saplattı. Harâm b. Milhân da “Allahu Ekber, Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki kazandım (fuztu ve Rabbi’l Kâbe)” diye haykırdı ve orada şehit düştü.
Daha sonra Âmir b. Tufeyl, Bi’ri Maûne’de bulunan İslam heyetine saldırmak üzere kabile halkını tahrik etti. Ancak Ebû Berâ heyettekilerin hayatını garanti altına aldığını önceden ilân ettiği için halk Âmir b. Tufeyl’in saldırı teklifini reddetti. Bunun üzerine Âmir b. Tufeyl, aralarında dostluk bulunan Benî Süleym kabilesinin Ri’l, Zekvân ve Usayye kollarına başvurdu. Bedir’de Müslümanlara esir düşüp Hz. Peygamber’in emriyle öldürülen Tuayme b. Adî b. Nevfel’in öz dayısı olan ve yeğeninin intikamını almak isteyen Ri‘l reisi Enes b. Abbas derhal harekete geçti. Bunun için sadece kendi boyunu değil, hem Benî Âmir’le hem de Mekke’deki Benî Nevfel ile ittifakı bulunan Süleym’in diğer kolları Zekvân ve Usayye’yi de harekete geçirdi.
Kısa sürede bu ailelerden toplanan silahlı gruplar, Bi’ri Maûne’de beklemekte olan ve gelişmelerden habersiz bulunan Müslümanlara saldırdılar; ağır yaralı olduğu için öldüğü sanılıp bırakılan Kâ‘b b. Zeyd en-Neccârî ile olay sırasında kafilenin develerini otlatmakta olan Münzir b. Muhammed ve Amr b. Ümeyye ed-Damrî hariç hepsini şehid ettiler. Bu iki sahabiden Münzir b. Muhammed arkadaşlarının başına gelenlere tahammül edemeyerek müşriklere saldırdı ve o da şehid edildi. Esir alınan Amr b. Ümeyye ise Mudar kabilesine mensup olduğunu söyledi ve Âmir b. Tufeyl tarafından annesinin bir köle azat etme adağını yerine getirmek için serbest bırakıldı.
Hadiseyi vahiy yoluyla öğrenerek ashabına haber veren Hz. Peygamber, hiçbir felâket karşısında hissetmediği derecede bir üzüntü duymuş, otuz veya kırk gün süreyle sabah namazlarında Bi’ri Maûne faciasına yol açan kabilelere beddua etmiştir.
Kıssadan Çıkarılacak Dersler
1. İslami toplumun oluşumu ve İslam’ın yayılması aşamasındaki tarihlere bakıldığında sonradan gelen nesillerin kendilerine gıpta ettiği ve müthiş fedakârlıkların yapıldığı görülür. Bu aşamalardaki fedakarlıklar bize, tekrardan İslami bir toplumun oluşumu ve İslam’ın yayılması için örnek olup bu vb. fedakârlıklar yapılmadan da bunun mümkün olmadığını gösterir.
2. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatı boyunca İslami bir toplumun oluşması ve İslam’ın yayılması için canıyla, malıyla, kalbiyle, eliyle, diliyle ve her şeyiyle mücadele ederek en güzel örneklik teşkil etmiştir. Nitekim Bi’ri Maûne’de yer alan ashab, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin özel olarak dizinin dibinde yetiştirmiş olduğu âlim, hafız, muttaki, fedakâr ve en çok sevdiği kişiler olan ashabı suffaydı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her daim onlarla vakit geçirir, onlar da peygambersiz yapamazlardı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Onların şehadet haberi gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ay boyunca karşı tarafa konutlarında beddua etmesi, bir ay boyunca onları unutmayıp aklından çıkarmaması buna işaret etmektedir. Ancak en çok sevgiyi hak eden için bazen en çok sevilenden uzak durma gibi fedakârlıklar gerektirebilir. Burada hem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hem de ashabı suffa radıyallahu anhum üzerlerine düşenin fazlasını yapmışlardır.
3. İslami bir toplumun oluşumunda davetçilerin davetlerine baktığımızda daveti sadece etrafındakilere değil, kilometrelerce uzaktaki yerlere de taşıdıklarını görmekteyiz. Bu da Müslümanların davet hususundaki fedakârlıklarının ne aşamada olması gerektiğini, daveti sadece bireyle, aileyle, grup ve cemiyetle sınırlı tutmayıp daha geniş düşünmemizi sağlamaktadır.
4. Ashabı suffanın gündüzleri odun toplayıp satmaları, kazandıklarıyla da gıda alıp kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarına vermeleri onların i’sar sahibi yani başkalarını kendilerine tercih etme vasfına sahip olduklarını gösterir. Ayrıca geceleri ilim öğrenip, gündüzleri kimseden bir şey beklemeyip ihtiyaçlarını karşılamaları onların ne kadar kanaatkâr ve iffetli olduklarını göstermektedir.
5. Bi’ri Maûne’ye vardıklarında hep beraber değil de içlerinden birileri öncü olarak acaba gerçekten İslam’ı öğrenmek için mi yoksa bir tuzak olabilir mi düşüncesiyle hareket etmeleri bize tedbiri elden bırakmamamızı ve düşmanla yapacağımız işlerde İslami ahlakımız neyi gerektiriyorsa yerine getirmemiz gerektiğini, karşı tarafın her an kalleşlik yapabileceğini öğretir. Malum atasözünde geçtiği gibi; domuzdan post kâfirden dost olmaz.
6. Harâm b. Milhân radıyallahu anh’ın belinden mızrağın sokulup karnından çıkması durumu gerçekten insanlığa sığmayacak, insanın sinirini tutamayacağı kalleşçe bir durum olmasına rağmen yine de bu güzide sahabenin karnından çıkan kanlara ellerini bulayıp yüzüne sürmesi ve ‘Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım’ demesi, düşmanlarının sevinmeleri gerekirken onların sevinçlerini kursaklarında bırakmış ve bize de düşmanlarımıza karşı gösterilmesi gereken duruşun örneğini tekil etmektedir.
7. Kanlar içerisinde kalıp şehid edilmesi durumunda, son sözlerinin yemin ederek ‘Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım’ demesi Müslümanın dünyadayken doğru yol üzerinde hareket ettiği müddetçe kaybının olmadığını öğretmekle beraber bize şu hadisi hatırlatır; “Müminin işine şaşarım. Çünkü her hali kendisi için hayırdır. Böylesi bir özellik sadece mümin de vardır: Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.”
8. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, şehitler için üzülmemesi gerektiğini bildirmesiyle alakalı ayetleri Allah azze ve celle’nin indirmesi neticesinde bir aydan sonra bunu yapan kavme artık bedduayı bırakmıştır. Şehid düşen ashabının Allah’tan, üstün durumlarını Peygamber Efendimize sallallahu aleyhi ve sellem bildirmelerini istemeleri ve kendileri için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin üzülmemesini istemelerinin akabinde, Allah azze ve celle onlar için, kendisinin onlardan onlarında kendisinden razı olduklarını beyan eden ayetler indirmiştir.
9. Sona kalan iki sahabeden birisinin ‘Ben de arkadaşlarım gibi gidip onlarla çarpışacak ve şehit düşeceğim’ demesi, ölümü tercih edip azimeti aldığına, diğer arkadaşının da durumu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimize rapor etmek için çarpışmayıp geri dönmesi, içtihada ve ruhsata işaret etmektedir.
10. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hiçbir olayda bu olaydaki kadar üzülmemiştir. Kıssada yer alan sahabilerin hepsi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in özel olarak yetiştirdiği güzide insanlardı. İslami mücadelelerde genel olarak en önde olanlar, en üstün olan kişiler olmuştur. Hz. Hamza, Mus’ab b. Umeyr, Hz. Ali, Halid b. Velid, mübarezelerdeki özel komutanlar vb. bu kişiler mücadelede ehil olan ilim sahibi, mal sahibi gibi kişilerin daha çok fedakârlık yapmaları gerektiğini ve ehil olmayan, işleri tam olarak kavrayamayan kişilere işlerin bırakılmaması gerektiğini öğretiyor. Son olarak duamızı ediyor ve diyoruz ki: Rabbimiz ayaklarımızı sabit kıl ve bizi razı olduğun kullarından eyle.