Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2019 Ağustos / 79. Sayı
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a, O’nun ailesine ve ashabına olsun.
“Ey iman edenler! Hep birlikte itaate (silm’e) girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.” [1]
Yüce Rabbimiz bu ayeti kerimeden önce münafıklardan ve onların bazı özelliklerinden bahsetmiş, mü’minlerin aynı hatalara kapılmamasını emretmiştir. Bu ayeti kerimede kurtuluş yolu gösterilmiş ve sadece fikren değil aynı zamanda amelen istikamet üzere daim olunması istenmiştir. Huzeyfe b. Yeman radıyallahu anh bu ayeti kerime ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “İslâm sekiz hisseye ayrılır. Namaz bir hissedir, zekât bir hissedir, oruç bir hissedir, hac bir hissedir, umre bir hissedir, cihad bir hissedir, iyiliği emretmek bir hissedir, münkerden (kötülükten) sakındırmak bir hissedir. İslâm’da hiçbir payı olmayan kesinlikle hüsrana uğramıştır.”[2]
Ayeti kerimede dikkati çeken önemli noktalardan biri de mü’minlerin toplu halde hareket etmesidir. Gerçekten İslâm’ın ortaya koyduğu hedeflerin gerçekleşmesi için mü’minlere verilmiş en önemli anahtar budur. Müslümanlar şeytanın adımlarına tabi olmaktan ancak birlikte hareket etmekle kurtulabilirler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı ile birlikte yaşamış olduğu imtihanları muvaffakiyetle geçmesinde İslâm’a hep beraber sımsıkı sarılmalarından başka bir sebep göremeyiz. Tarihin her döneminde mü’minler ne silah ne de sayı ile değil bir bedenin parçaları gibi biri diğerinin derdi ile dertlenip yardımcı olduğu için zaferlere nail oldular.
Gözden kaçmamasında fayda olacak bir diğer mesele şudur: Mü’minler kendi ayaklarını kaydırmak için sürekli pusuda yatan bir düşmanları olduğu gerçeğini unutmamalıdır. Bu hayat, dönüşü olmayan bir imtihan sahasıdır. Dolayısıyla insanın boş vermişlik havası ile değil de meseleye çok ciddi bir şekilde sarılması gerekir. İmtihanlar başa gelmeden önce onlara mukavemet edecek itaatin azalarda, zikrin dillerde daim olması gerekir.
Silm’in Manası ile İlgili Görüşler
İbn Abbas, Mücahid, İkrime, Dahhak gibi alimler silm’den kastedilen mananın “İslâm” olduğunu söylemiştir.
İbn Abbas’tan ikinci bir görüşe göre, Ebu’l Aliye ve Raki b. Enes’e göre silm’den kastedilen mananın “itaat” olduğu belirtilmiştir.
Katade ise silm’den kastedilen mananın “sulh” olduğunu söylemiştir.
İmam İbni Cerir et-Taberi görüşleri ve sahipleri zikrettikten sonra şöyle dedi: “Silm’e girin” sözü hakkında tevillerin en güzel olanı “İslâm’a topluca girin” diyenlerin görüşüdür.[3]
Ey İman Edenler Hitabı Kime Yapılmıştır?
Gerek ayeti kerimenin öncesinde münafıklardan söz edilmesi, gerekse rivayetlerin bazısında ehli kitabın zikredilmesi bu ayette iman edenlerden maksadın kim olduğu hakkında farklı görüşlerin belirtilmesine yol açmıştır.
İmam Fahrettin er-Razi tefsirinde alimlerin buradaki hitabın kime yöneltildiği hakkındaki görüşlerini şöyle sıralamıştır:
Birinci görüş: Ayetten kastedilenler münafıklardır. Ayetin manası şöyle taktir edilir: “Ey dilleri ile iman edenler! İslâm’a her şeyiniz ile girin, Şeytan’ın adımlarına uymayın yani nifakta kalarak onun aldatmasına ve amelleri süslü göstermesine uymayın.” Bu görüşü söyleyenler bunun sahih görüş olduğuna daha önce geçen münafıkların zikredildiği “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki…” ayetinden sonra gelmesini delil gösterirler. Allah münafık kişiyi önceki ayetlerde zikredilen şekilde vasıflandırınca bu ayette onu kalben iman etmeye ve münafıklığı terk etmeye davet etti.
İkinci görüş: Bu ayeti kerime Abdullah b. Selam ve arkadaşları gibi ehli kitaptan İslâm’a giren bir grup hakkında inmiştir. Bunun sebebi de onlar nebi aleyhisselâm’a iman ettiklerinde Musa’nın şeriatinden bazı şeyleri tazime devam ettiler; sebte (cumartesi günü) saygı duydular, devenin etini ve sütünü mekruh gördüler. Onlar: “Bu tür şeyleri terk etmek İslâm’da helal, Tevrat’ta vacip olan bir durumdur. Biz de ihtiyaten bunları terk ediyoruz” diyorlardı. Allah onların bu durumunu kötü gördü ve İslâm’ın her şeyine girmeyi yani İslâm’ın tüm ahkamlarına uymayı, inanarak ve onunla amel ederek Tevrat’ın hükümlerinden herhangi bir şeye tutunmamayı onlara emretti. Çünkü onun hükmü artık kalkmıştı. Artık mensuh olduğunu bildikten sonra Tevrat’ın hükmüne tutunarak şeytanın adımlarına tabi olmayın. Bu görüşü savunanlar “kâffeten” sözünü silm’in sıfatı olarak ele almışlar. Sanki ayette şöyle denmiştir: “İslâm’ın tüm hükümlerine itikadi ve ameli yönden bağlanın.”
Üçüncü görüş: Bu hitap Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e iman etmeyen ehli kitap için gelmiştir. Allah’u Teâlâ’nın “Ey iman edenler” sözü önce geçen kitaplara inananları kapsamakta “toptan silm’e girin” sözü imanda itaatinizi kemale erdirin anlamındadır. Bu durum Allah’ın tüm nebilerine, kitaplarına iman etmenizle olur. O halde Muhammed aleyhisselâm’a ve onun kitabına iman ederek İslâm’ınızı tamama erdirin. Tevrat’ta geçen “gökler ve yerler devam ettikçe cumartesi yasağına tutunun” sözünün hak olduğuna dayanarak sizden önce geçen atalarınız ittifakla Yahudiliğin hak din olduğu konusundaki görüşlerine uyarak onun size Tevrat’ın dinini güzel göstermesine kapılıp şeytanın adımlarına tabi olmayın. Özetle şeytanın adımlarından kastedilen Yahudi şeriatinin bekası için tutundukları şüpheli amellerdir.
Dördüncü görüş: Bu hitap Müslümanlara yönelmiştir. “Ey dilleriyle iman edenler silm’e topluca girin, ömrünüz devam ettikçe İslâm üzere ilerleyin. Ondan ve kanunlarından dışarı çıkmayın. Şeytanın adımlarına tabi olmayın, dalalet ve eğrilik ehli olanların size attıkları şüphelere iltifat etmeyin”…[4]
İbni Cerir et-Taberi ayette hitabın yöneltildiği bazı sınıfları zikrettikten sonra şöyle dedi: “Bu ayet iman ismini kendinde barındıran herkesi kapsamaktadır. Bir guruba hitap ettiğini kabul ederek diğerlerini devre dışı bırakmayı gerektirecek bir zaruret yoktur.”[5]
Yukarıda zikredilen ikinci görüş ile alakalı olarak bazı itirazlar rivayet edilmiştir. Çünkü bu görüş İslâm’a tamamen bağlanarak Yahudiliği terk eden bazı sahabeler hakkında yanlış kanaat uyandırmaya yatkındır. Her ne kadar sahabeler ilk anda kavrayamadıkları bazı mevzuları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sormuşlarsa da itikada dair olan böyle mühim bir meselede daha hassas olacakları dikkatlerden kaçacak bir durum değildir. Bu görüşle ilgili olarak İbni Kesir aynı ayetin tefsirinde şöyle dedi: İkrime bu ayetin Abdullah b. Selam, Salebe, Esed b. Ubeyd ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den cumartesiye hürmet ve geceleyin Tevrat ile ibadet yapmak için izin isteyen Yahudiler ve başka milletlerden İslâm’a girenler için indiğini iddia etmiştir. Allah da onlara İslâm’ın prensiplerini uygulamayı ve başka şeyleri bırakıp onunla iştigal etmelerini emretmiştir. Abdullah b. Selam’ı bu şahıslarla beraber zikretmek araştırılması gereken bir konudur. İmanının kemali ile beraber Tevrat’ın neshini, kaldırılmasını ve batıllığını kabul eden böyle birinin cumartesi gününü kutlamak için İslâm’ın bayramlarına karşı, bugünü tercih etmesi için izin istemesi uzak bir ihtimaldir.[6]
Sadedinde olduğumuz ayeti kerimeyi takip eden ayette yüce Rabbimiz: “Size apaçık deliller geldikten sonra yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [7] buyurarak Müslümanın Şeytan’ın adımlarına asla kapılamayacağı temel kanunlar belirlemiştir. Bu kanunlar insanın gerek kendi nefsinde gerekse kâinatta müşahede edebileceği mucizelerdendir. Bir insanın bu mucizeleri gördükten sonra Şeytan’ın adımlarına tabi olması asla beklenecek bir durum değildir. Zira Şeytan’ın adımları her ne kadar insanı Allah’a isyan gibi feci bir akıbete yönlendirse de ancak vesvese ve süslemeye dayanmaktadır.
Kitap ehli meselesinin konumuzla olan alakasından dolayı önemli bir noktaya işaret etmekte fayda görüyoruz. Bu nokta Müslümanın hayat yolunda hangi kaynaklardan besleneceği konusudur. Çünkü elde edilen bilginin insanı hak yolunda veya Şeytan’ın adımlarına tabi olma yolunda önemli bir etkisi vardır. İnsan her ne kadar öz güven duyarak bazı meselelerde araştırma yapmaya kalksa da her şeyden çok çabuk etkilenen bir kalbe sahip olduğunu unutmamalıdır. Müslümanların önderlerinden olan Hz. Ömer radıyallahu anh’ın yaşadığı şu hadise dikkate şayandır:
Cabir b. Abdullah şöyle dedi: Ömer b. Hattab Tevrat’tan bir nüshayı Arapça yazdırdı. O kitapla Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi. Okumaya başlayınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzü değişmeye başladı. Ensardan bir şahıs: “Yazık sana ey Hattab’ın oğlu! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünü görmüyor musun?” dedi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Ehli kitaba bir şey sormayın. Onlar sapıttığı halde sizi hidayete yönlendiremezler. Siz de ya bir hakkı yalanlar ya da bir batılı tasdik etmek durumunda kalırsınız. Vallahi Musa aranızda olsaydı bana tabi olmaktan başka bir şey kendisine helal olmazdı.”[8]
Tarihin her döneminde insanların yaşadığı kaosların ve ızdırabın temelinde İslâm’a girmeme veya girmiş olanların dine tam bağlanamaması yatmaktadır. Hali hazırda yaşanan sorunların temelinde yine aynı sebep yatmaktadır. O halde İslâm’a mensup olanların dinlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeli ve hayatlarını dinleri ile ihya etmeleri gerekir. Bu aynı zamanda tüm insanlığa karşı davet sorumluluğunun yerine getirilmesi açısından son derece önemlidir.
İslâm üzere yaşamayan toplumların da dünyalarının huzurlu, ahiretlerinin selametli olması ancak İslâm’a girmeleri ile mümkün olacaktır. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhammed’in nefsini elinde tutana and olsun ki bu ümmetten Yahudi ve Hristiyanlardan beni işitip sonra benimle gönderilen şeye iman etmeden ölen kim varsa cehennem ashabından olacaktır.”[9]
[1]. Bakara, 208
[2]. Bezzar 337.
[3]. Taberi Tefsiri, Bakara, 208. ayetin tefsiri
[4]. et- Tefsirul Kebir, aynı ayetin tefsiri
[5]. Taberi Tefsiri
[6]. Tefsiril Kur’ani Azim
[7]. Bakara, 209
[8]. Müsned, 1463; Darimi, 441
[9]. Müslim, h.n 153