Kavramlar – Mahmut Varhan / 2024 Ağustos / 141. Sayı
Gayri İslami düzenlerin bünyesinde demokratik yöntemlerle hareket etmeyi benimseyenlerden bazıları, İslam’ın hâkim olmasından umutlarını kestikleri için böyle bir yola girmişlerdir. Diğer bazıları da İslam’ın hâkim olması için takip edilmesi zorunlu olan Nebevî Menheci zor ve uzun gördüklerinden dolayı adeta kestirme bir yoldan yönetimi devralmak iddiasındadırlar. Bu iki sınıf da vehim içerisinde bulunmaktadırlar. İslam’ın muhakkak surette hâkim olacağı ve hâkim olması için de tek yolun Nebevî Menhec olduğu bilinmelidir. Bu husus Kur’an’ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de şüpheye mahal bırakmayacak derecede açıkça belirtilmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in son peygamber, Kur’an’ı Kerim’in de ilahi son mesaj olması bu hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Kafirler istemeseler de Allah nurunu/dinini tamamlayacaktır.”[1]
Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Aranızda peygamberlik Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediği zaman da onu kaldıracaktır. Sonra peygamberlik minhacı (yolu) üzere olan bir hilafet olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allahu Teâlâ kaldırmayı dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı bir krallık/saltanat olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allahu Teâlâ kaldırmayı dileyince onu da kaldıracaktır. Sonra zorba yönetimler olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allahu Teâlâ ortadan kaldırmayı dileyince onları da kaldıracaktır. Sonra (tekrar) peygamberlik minhacı (yolu/yöntemi) üzere olan bir hilafet olacaktır.’ Sonra sustu.”[2]
Bu hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendi zamanından kıyametin kopuş anına kadar ümmetinin siyasi yönden mukadderatını bizlere bildirmiştir. Buna göre son ümmetin tarihi beş ana devreden oluşmaktadır:
Nübüvvet dönemi ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ’in vefatıyla hitama ermiştir. (M. 610-632 yılları arası)
Raşidî Hilafet dönemi ki, dört raşid halifenin hilafetleri ve kısa süren Hz. Hasan ’ın hilafeti ile hitama ermiştir. (M. 632-661 yılları arası)
Hz. Muaviye y ile başlayan saltanat dönemi ki, 1922’de Osmanlı Devleti’nin son bulmasıyla hitama ermiştir. (M. 661-1922 yılları arası)
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla başlayan zorbalık/tuğyan dönemi ki, 1922’de başlayıp halen sürmektedir. Allah’tan niyazımız şu ki, bu helaket ve felaket devrini bir an önce sonlandırıp aydınlık günleri bizlere göstersin! (Âmin)
Bu tâğûtlar döneminin bitmesiyle başlayacak olan Raşidî Hilafet dönemi. Allah bu mübarek dönemin adalet ve rahmetiyle İslam ümmetinin ve bütün insanlığın gözlerini aydın eylesin! (Âmin)
Bu hakikati ifade eden birçok ayet-i kerime, pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır. İnsanlığın tarihi seyri, hak ile batıl arasındaki mücadele ve dönüşümlü bir şekilde hâkim olmaları, fıtrat ve insanlığın bu asırdaki vakıası ve seyri açıkça ortaya koymaktadır ki; istikbal İslam’ın olacaktır. Zor olsa da uzun sürse de insanlığı tahakküm altına alan uluslararası küfür sistemi yıkılacak, Allah’ın dini hâkim olacaktır.
Bilinmelidir ki Müslümanların bu mazlum halleri, geçici olan ve arkasında büyük müjdeler barındıran bir gurbet halidir. Bu tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in davetinin Mekke dönemindeki gurbet hali gibidir. Bunun peşinden muhakkak Medine dönemindeki benzer bir nusret ve hakimiyet zamanı da gelecektir. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste bizlere bu müjdeyi vererek şöyle buyurmuştur: “İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip müminlere!” [3]Bu hadisin Abdullah b. Mes’ud rivayetinde bu gariplerin özellikleri şu şekilde belirtilmektedir: “Gariplerin kimler olduğu sorulunca; Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.”[4]
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır rahimehullah Müslümanların bu gurbet halini şu şekilde açıklamaktadır:
“İslam’ın istikbali gece değil, gündüzdür. Sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu hadis-i şerif ile bu mana beyan buyurulmaktadır. Birçok kimseler bu hadisi hep müminleri korkutmak için söylemişler, onları ümitsizliğe ve bedbinliğe[5] sokmuşlardır. Bu hadis, “İslam garip olarak zuhur etti, ileride tekrar garip olarak zuhur edecek” manasındadır. Hadiste geçen ‘Fetuba’ (Ne mutlu) kelimesi korkutmak için değil, müjde içindir. Çünkü onlar, Sabikunlar (İslamı ilk yayan bahtiyar kimseler) gibidir.”[6]
Nitekim bu hakikat, Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadiste de beyan edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu: “Irak, vermekle mükellef olduğu dirhemi ve ölçeği (cizyeyi) vermeyecektir. Şam, ödemekle mükellef olduğu ölçeği ve dinarı (cizyeyi) ödemeyecektir. Mısır, ödemekle sorumlu olduğu ölçeği ve dinarı (cizyeyi) ödemeyecektir. Böylece siz ilk başladığınız yere/hale geri döneceksiniz. Siz ilk başladığınız yere/hale geri döneceksiniz. Siz ilk başladığınız yere/ hale geri döneceksiniz.” Hadisi rivayet ettikten sonra Ebu Hureyre y şöyle demiştir: “Ebu Hureyre’nin eti ve kanı buna şahittir.”[7] Bu hadis-i şerifte açıkça belirtildiği üzere uzun bir müddet İslam’ın hakimiyeti altında kalan ve gayri müslim vatandaşlarının İslam Devleti’ne cizye vermekle mükellef olduğu Irak, Şam ve Mısır gibi büyük vilayetler dahi bir gün gelecek tekrar eski cahiliyyelerine geri döneceklerdir. İslam’ın hâkim olmadığı, bu ülkelerde yaşayan azınlık gayri müslimlerin, çoğunluk olan Müslümanlara tahakküm ettikleri bir dönemden sonra, Müslümanlar tekrar buraları ilk başta olduğu gibi İslam’ın hakimiyeti altına almaya başlayacak ve İslam hâkim olacaktır.
Müslümanların canlılığını korumak ve dinlerinin kıymetini bilmelerini sağlamak hikmetine binaen ara ara karanlık bulutlar ve zulmetli dönemler olsa da ümmet-i Muhammed’in bekasını ve Müslümanların hakimiyetinin sürekliliğini bildiren mütevatir hadisler vardır. Hz. Mehdi’nin zuhuru ve Hz. Îsâ ’nın nüzulü ile ilgili hadisler bu hakikati ifade etmektedir. Aynı şekilde Allah’ın yardımına mazhar olan bir taifenin sürekli devam edeceğini bildiren hadisler de bu hususu tespit etmektedir.
Nitekim Sevban ’nın rivayet ettiği hadiste, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetinden bir taife hak üzere galip olarak devam edecektir! Allah’ın emri gelene kadar onlar hak üzerinde hep öyle sebat edeceklerdir. Muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir!”[8]
İmran bin Husayn dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ümmetinden bir taife, sonuncuları Mesih-i Deccal ile savaşana kadar kendilerine karşı çıkan kimselere galip gelerek hak için cihad edecektir!”[9]
Cabir b. Abdullah radıyallahu anhuma şöyle dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Ümmetimden bir taife kıyamet gününe kadar hak üzere savaşarak (Allah’ın yolunda cihad ederek) muzaffer olmakta devam edecektir. Nihayet Meryem’in oğlu Îsâ (yeryüzüne) iner ve Müslümanların emiri (Mehdi ) ona ‘Gel bize namaz kıldır.’ der. Bunun üzerine Îsâ ‘Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğerleriniz üzerine emirlersiniz.’ buyurur.”[10]
Seleme b. Nufeyl şöyle dedi: BenRasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturmuş idim; bir adam (gelerek) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanlar atları değersiz görüp salıverdiler ve silahlarını bırakarak şöyle dediler: ‘Artık cihad olmayacaktır. Savaş ağırlıklarını bırakarak dindi/bitti.’ Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüzünü ona çevirerek şöyle buyurdu: ‘Şimdi, evet asıl şimdi savaş vakti geldi. Ümmetimden bir taife hak üzerinde savaşarak muzaffer olmaya devam edecektir. Allahu Teâlâ bu taife için bazı toplulukların kalplerini saptıracak da bu müminleri, onlardan rızıklandıracaktır. Kıyamet kopuncaya ve Allah’ın vaadi gelinceye kadar bu hal bu şekilde devam edecektir…Müminlerin merkezi Şam olacaktır.”[11]
Cabir b. Semure şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bu din daima dimdik ayakta duracaktır! Kıyamete kadar Müslümanlardan bir taife Allah’ın yolunda (cihad ederek) savaşmaya devam edecektir!”[12]
Muaviye dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ümmetimden bir taife, Allah’ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onları yardımsız bırakanlar ve onlara muhalefet edenler bu taifeye asla zarar veremeyeceklerdir! Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar bu taife insanlara galip ve muzaffer halde kalacaktır!”[13]
Ebu İnebetu’l-Havlani şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ ağaç yetiştirir gibi bu din için insanlar yetiştirir! O kimseleri kıyamet gününe kadar kendi taatında kullanır.”[14]
Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir.”[15]
Burada Allah’ın yardımına mazhar olan bu taifeden kimlerin kastedildiği ve dinin tecdid edilmesinden neyin kastedildiği üzerinde kısaca durmakta fayda mülahaza ediyoruz. “Taifetu’ l-Mansûra” hususunda pek çok açıklama yapılmış olsa da bu konuda en kapsamlı izahı İmam Nevevi rahimehullah yapmıştır. Büyük imam şöyle demektedir: “Bu taifenin kim olduklarına gelince; İmam Buhari rahimehullah, “Onlar ilim ehlidir” demiştir. Ahmed b. Hanbel ise, “Eğer bunlar hadis ehli değilseler, kim olduklarını bilemiyorum.” demiştir.
Kadı İyaz rahimehullah dedi ki: “İmam Ahmed rahimehullah’ın bundan maksadı, Ehli Sünnet ve’l- Cemaat olan ehli hadis mezhebi gibi itikad eden kimselerdir.” (Yani ehli hadisin itikadı üzere olan bütün müminler kastedilmiştir.)
Derim ki (İmam Nevevi): Sözü geçen bu taifenin, müminlerin çeşitli sınıfları arasında dağılmış olma ihtimali de vardır. Bunların bir kısmı kahraman savaşçılar, bir kısmı fukaha, bir kısmı muhaddisler, bir kısmı zahid kimseler, diğer bir kısmı iyiliği emredip kötülükten nehyedenler, kimileri de daha başka çeşitli hayır türleri işleyen kimselerdir. Ayrıca bunların birlikte ve bir arada bulunmaları da gerekmez. Aksine yeryüzünün çeşitli yerlerinde dağınık halde bulunmaları mümkündür. Bu hadis açık bir mucizedir. Zira bu vasıflara sahip olanlar -Allahu Teâlâ’ya hamdolsun ki- Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanından bizim zamanımıza kadar devam edip gelmişler ve bizim zamanımızdan da hadiste zikredilen Allah’ın emri gelinceye kadar devam edeceklerdir.”[16]
Bu hadislerde haber verilen Taife-i Mansûra’yı belirli bir gruba veya belirli bir mıntıkaya tahsis etmek doğru değildir. Bunlar ümmet-i Muhammed içinde İslam dininin hakimiyeti ve bekası için gayret eden ve ümmet içerisinde dinin canlılığını ve hayatiyetini muhafaza eden, dinin galibiyetini sağlamak ve devam ettirmek için düşmanlara karşı mücadele/cihad eden bütün sınıflardan oluşmaktadır. Hadisler incelendiğinde bunların temel özelliğinin dinin ikamesini sağlamak, kendilerine muhalefet edenlere karşı mücadele edip galip gelmek ve din düşmanlarına karşı mukavemet edip savaşmak olduğu açık bir şekilde görülecektir. Kur’an’da ve Sünnet’te bu taifenin özellikleri tafsilatlı bir şekilde beyan edilmiştir ki, bu özellikleri özet bir şekilde açıklayacağız.
Zikredilen tecdid hadisinden maksat ise, bu taifenin tam anlamıyla galip geldiği ve dinin yaşanmasını sağlamakta muvaffak olduğu zaman dilimlerine işaret etmektir. Buna göre her yüz yılda bir dinin terk edilen ahkamının yeniden ihya edilmesi, dinleriyle bağları zayıflayan Müslümanların tekrar dinleri ile kuvvetli bir bağ kurmaları ve dinlerini güçlü bir şekilde yaşamaları sağlanacaktır. İşte bu gayeyi gerçekleştiren kimseler “müceddid” ünvanına layık görülmüşlerdir. Zira bunlar Ümmet-i Muhammed’in içerisinde yayılmış bulunan şirk unsurlarını ve bidat olan düşünce ve amelleri izale ederek, sahih bir itikadın ve salih amellerin ümmet tarafından kabul görmesini sağladıkları için adeta din-i mübin-i İslam’ı tecdid etme/yenileme vazifesini yerine getirmişlerdir. Burada tecdid edilen şey, dine herhangi bir şeyi ekleme veya var olan herhangi bir şeyi çıkarma yani dinin kendisini yenileme değildir. Zira din kemale ermiş olup artırma veya eksiltmeyi asla kabul etmez. Buna yeltenen kimseler, müceddid olarak kabul edilmek yerine dinin en büyük tahripçileri sayılmaya layıktırlar. Mustafa Sabri Efendi’nin de dediği gibi bunlar, dini tecdid davasında bulunan din tahripçileridir. Zaman zaman ortaya çıkan reform hareketleri, dini tecdid iddiasıyla dini bozmakta ve Müslümanlar arasında modern bidatleri yaymakta en büyük hizmeti görmüşlerdir. Bu alanda din düşmanlarına hatırı sayılır bir hizmette bulunmuşlardır. İşte hakiki tecdid hareketinin mücadele alanı, bu reformistlerin bozduklarını ıslah etmek ve onların yaydıkları bidatleri izale ederek Müslüman halkın tekrar Sünnet-i Seniyye’ye dönmesini sağlamaktır. Bizim zamanımızda tecdid hareketinin yapacağı en büyük hizmetlerden biri de batılılaşma neticesinde İslam âlemine ithal edilen modern düşünceleri ve batı kaynaklı rejim ve sistemleri izale etmektir. Batılılaşmış modern hareketlerin etkisiyle İslam âleminde yayılan ve genel kabul gören demokrasi ve benzeri şirk düşüncelerinin izale edilmesi ve şeriat-ı ğarra’nın Müslüman halk tarafından kamilen kabul görmesi ve Ahkam-i İslamiyye’nin tatbik edilerek beşerî kanunların lağvedilmesi, müceddid şahsiyetlerin yapması gereken en büyük vazifedir.
[1]. Saf, 8
[2]. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 18406. İsnadı Hasendir.
[3]. Müslim, İman, 232.
[4]. Tirmizi, 2629; Ahmed, Müsned, 3784. İsnadı sahih bir hadistir.
[5]. Karamsarlığa, kötümserliğe
[6]. Hak Dini Kur’an Dili, 7:3713.
[7]. Müslim, 2896.
[8]. Müslim, 1920; Ebû Dâvûd, 4252; Tirmizi, 2230; İbni Mâce, 10; Ahmed, Müsned, 5/278, 279.
[9]. Ebû Dâvûd, 2484; Ahmed, Müsned, 4/429, 437.
[10]. Müslim, 1923; Ebû Dâvûd, 2484; Ahmed, Müsned, 14726, 15129.
[11]. Nesâî, 3563; İbn-i Hibban, 7307; Ahmed, Müsned, 4/104. Sahih bir hadistir.
[12]. Müslim, 1922.
[13]. Müslim, 1923.
[14]. İbni Mâce, 8; İbni Hibban, 326; Ahmed, Müsned, 17802.
[15]. Ebû Dâvûd, 4291. Sahih bir hadistir.
[16]. Nevevi, el- Minhac, 13/68-69.