Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2020 Mayıs / 90. Sayı
Hamd; “İhsan edenlere (Güzel davranışlarda bulunanlara) hüsna (daha güzel karşılık,) bir de ziyade (fazlası) vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır”(Yunus, 26) buyurarak ihsanın karşılığını ve mükâfatını daha üst dereceden hüsna (daha güzeli) ile vereceğini bildiren Allah’a
Salât ve Selâm; ihsanı bizlere “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor”[1] şeklinde öğreten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e,
Allah’ın ihsanları, cenneti ve cemâli ise “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez” (Kasas, 77) ayetini kendisine prensip edinerek hayatını devam ettiren, Allah’ın kendisine verdiklerinden infak ederek iyilikte bulunan ve Muhsinlerden olabilme gayretini gösteren Müslümanların üzerine olsun.
İhsan genel olarak: “İyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en güzel şekilde yapmak, Allah’a ihlasla kulluk etmek” anlamlarında kullanılan bir terimdir.
İhsan; sözlükte “güzel olmak” manasına gelen hüsn kökünden türetilmiş bir mastar olup genel olarak lügat itibari ile iki şekilde kullanılır:
Biri: “Ahsenehu”dur ki: “Bir şeyi güzel ve mükemmel yaptı, ihsan şuuru ile davrandı” manalarına gelir. Bu mana ile ihsan, peygamberimizin hadisinde “Sanki görüyorsun gibi Allah’a ibadet etmen” diye tefsir olunmuştur. Yani bu şekilde ihsan “görevi en güzel şekilde yapmak” demektir. Yine bu manadan olarak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: “Allahu Teâlâ her şey üzerine ihsanı (güzel bir şekilde muamele yapmayı) yazdı. Bundan dolayı öldürme ve kesmeyi bile güzel şekilde yapınız. Her biriniz bıçağını iyi bilesin ve boğazlayacağı hayvanı rahat ettirsin.”
Diğeri ise: “Ahsene ileyhi”dir ki: “İyilik etti, ihsan ve güzellikte bulundu” manalarına gelir. Türkçede ihsan bu manada meşhurdur. Bu manası ile ihsan da: “Kendin için sevdiğini kardeşin için de sevmen” hadis-i şerifi ile tefsir edilmiştir.
Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah ‘Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene senada bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Karşılık vermeyen nankörlük etmiş olur” dedi.
Tirmîzî’nin rivayetinde şu ziyade var: “. . . Kim de kendisine verilmeyenle süslenirse iki yalan elbisesi giyen gibi olur.”
İhsanda bulunan kişiye muhsin denir. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bir şekilde bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Amele dönüşe ilim fayda verir. Salt bilgi hiçbir mana ifade etmediği gibi neyi nasıl yapacağını bilmeden yapılan amelin de bir faydası olmaz. Allah muhafaza insan bazen Şeytanın ona amellerini süslemesi neticesinde güzel bir amel işlediğini zannederken hakikatte işlediği bu amel sonunda onu cehenneme ulaştıran bir amel olabilir.
Ahlâk literatüründe ihsan genellikle “iyiliklerde, farz olan asgari ölçünün ötesine geçip, isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak”manasında kullanılır. Bu manası ile insan yaptığı iyilikleri asla yeterli görmemeli, daima biraz daha fazlasını yapmalı ve çıtayı yükselterek iyiliklerini Yüce Rabbine kavuşana dek devam ettirmelidir.
İhsan kelimesi, şayet Allah’a nispet edilecek olursa Allah’ın kusursuz yaratıcılığını veya O’nun kullarına olan lütufkârlığını ve cömertliğini ifade eder.
“O yarattığı her şeyi en güzel yapmıştır.” (Secde, 7), “O sizi şekillendirdi ve şeklinizi güzel yaptı” (Teğabun, 3) ayet-i kerîmelerinde Allah’ın kusursuz yaratıcılığını; “Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun” (Kasas, 77) ayetinde ise O’nun kullarına olan lütufkârlığını ve cömertliğini ifade etmektedir.
İmam Taberi: “Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği (ihsanı), akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” (Nahl, 90) ayetindeki adaleti “kelime-i tevhid”, ihsanı ise “Allah’ın emir ve yasaklarına uyma, zorluklara katlanma hususunda gösterilen sabır” şeklinde sınırlayan görüşü tercih eder görünmekle birlikte,[2] onun da kaydettiği gibi bu ayetin iyilik ve kötülük konusunda Kur’an’ın en kapsamlı ayeti olduğu yönündeki görüş, ilk dönemlerden itibaren birçok âlim tarafından benimsenmiştir. İbni Mesud radıyallahu anh: “Kur’an’da iyilik ve kötülüğü en fazla toplayan ayet budur” demiştir.
Bu manası ile ihsanı; Allah’ın emir ve yasaklarına uymak ve bunları yaparken karşılaşabileceğimiz tüm zorluklara karşı sabretmek ve tahammül göstermek şeklinde anlamalıyız. İhsan ehli olmak bir nevi sabırlı ve tahammüllü olmak demektir.
Bu ayetteki adalet kavramıyla ihsan kavramının anlamları hakkında açıklamalar yapılmış ve sonuçta ihsan: “İnsanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vacip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması” anlamlarına gelecek şekilde yorumlanmıştır.[3]
“İhsan”ın “Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmek” şeklinde tarifi “Müslüman kişi”nin kalitesini pek veciz olarak ortaya koymaktadır. Allah tarafından görülmek, O’nu görüyormuş gibi davranmak için yeterli sayılmıştır. Allah’ın kendisini sevmesini, onu görüp gözetmesini ve Allah tarafından değerli bir kişi olmayı isteyen kişinin, O’na olan kulluğunu en güzel şekilde yaparak ibadetinde sanki O’nun huzurunda olduğunun bilinciyle hareket etmesi, saygı ve huşu içerisinde kulluğa yakışan tavırlar göstermesi gerekir. Böyle davranmak mümin kişi de sürekli bir kendi kendini denetim (murakabe) şuurunu geliştirecektir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ihsanı tarif ederken, “Allah’ı görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir” demesi, mümini ibadet sırasında manevi âlemlere yüceltmek içindir. Her şeklin bir de gerçeği vardır. Namaz da bir şekildir. O şeklin içindeki gerçek ihsandır. İbadeti kuru bir şekil ve beden hareketleri olarak değil, Allah’ın huzurunda bulunduğunu bilerek ve düşünerek yapmak gerekir. İbadetin asıl hedefi Allahu Teâlâ ile bu manevi diyaloğu kurmak ve bunu ibadet süresince devam ettirmektir.
Din ilimlerini Kur’an ilmi, sünnet ilmi, imanın hakikatleri ilmi şeklinde üç kısma ayıran Ebû Nasr es-Serrâc, bütün bu bilgilerin aslının Cibril hadisi olduğunu söyleyerek hadisteki İslam’ı “zahir”, imanı “bâtın”, ihsanı da “zahir ve bâtının hakikati” şeklinde belirtmiştir.
Râgıb el-İsfahânî’nin diğer İslâm âlimlerince de paylaşılan düşüncesine göre, ihsan adaletin üstünde bir derecedir. Adâlet; borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehap kabul edilmiştir.
“Kim Allah’a derin saygı duyar (takva) ve sabrederse, bilinmeli ki Allah iyi davrananların (muhsinin) ecrini asla zayi etmez” (Yusuf, 90) mealindeki ayette ihsan-takva ilişkisini ortaya koymaktadır. Muhsinlerden olabilmek öncelikle muttaki ve sabırlı kimselerden olmakla mümkündür. Takvasız ve sabırsız ihsan olmaz. Allah’ın ihsanı ancak gerçek manada Allah’tan sakınmakla, O’nun emir ve yasaklarına uymakla ve bu uğurda karşılaşılanlara sabretmekle gerçekleşir. İşte o zaman Allahu Teâlâ’nın ihsanları sağanak sağanak üzerimize boşalacaktır, yeter ki biz muttakilerden ve sabredenlerden olabilelim.
Aynı zamanda bizlere örnek olması gereken peygamberlerin vasıflarında ihsanı görürüz. Bazı peygamberlerin isimleri zikredilirken, kendilerinden “muhsinler” diye söz edilmesi, ihsanın peygamberlerde görülen kusursuz dindarlığı ve bunun sonucu olan güzel davranışları ifade ettiğini göstermektedir.[4]
İhsan, hilim erdeminden kaynaklanan bir anlayışla kişinin başta annesi ve babası olmak üzere diğer insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder. Nitekim çeşitli âyetlerde “muhsinler” olarak anılan müminlerin, hilim ruhunu yansıtan bazı seçkin özellikleri üzerinde durulmuş ve bu suretle ihsan kavramının içeriğine giren erdemlere de işaret edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
– Öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır[5]
– İşlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık ve cesaret[6]
– Tokgözlülük ve cömertlik[7]
Bununla beraber asıl muhsin Allah olduğuna hatta insanlar arasında ihsan sahibi kişilerin bulunması dahi Allah’ın bir lütfu olduğuna göre asıl sevilmesi gereken de O’dur.
Rabbimizden dileğimiz bizi “İhsan edenlere (Güzel davranışlarda bulunanlara) hüsna (daha güzel karşılık,) bir de ziyade (fazlası) vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır” (Yunus, 26) ayeti kerimesinde beyan edildiği gibi “cennet” ile tefsir edilen hüsna ve cemalullah (Allah’ı görmek) şeklinde tefsir edilen “ziyade” kelimelerinin sırrına vakıf kılması, yüzlerimize hiçbir kara lekenin bulaşmaması, dünya ve ahirette hor ve hakir olmaktan muhafaza etmesidir ve bize Firdevs cennetlerini nasip etmesidir. Muhakkak ki Allah ihsan ehline (iyilikte bulunanlara) hüsna (cennet) ile muamele edendir. O, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.
[1]. Müslim, Îmân 1, 5;Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9
[2]. Câmi’u’l-beyân, ilgili ayetin tefsiri
[3]. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Râzî, Kurtubî ilgili ayetin tefsiri
[4]. En’am,83-84; Sâffat,80-131
[5]. Âl-i İmrân,134-135; Mâide,13; Hûd,115; Yûsuf,90
[6]. Âl-i İmrân,147-148;
[7]. Bakara,236; Âl-i İmrân,134