Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2018 Ekim / 71. Sayı
İslam davasını dert edinen, ondan başka sevdası olmayan bir önderin, bir davetçinin dilinden şu sözler dökülüyor: “Allah bilir, nice geceleri, ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik, ümmetin durumunu tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bu hallerin tesiriyle bazen ağlama durumuna gelirdik.”
İşte Hasan El-Benna rahimehullah’ın dilinden, İslam davasını, İslam ümmetini nasıl dert edindiğini anlatan cümleler.
Bu sözlerin sahibi olan kalp ne kadar ihlaslıydı, ne kadar samimiydi ki, yanındaki kalpleri titretmiş, ürpertmiş, onları harekete geçirmiş. Fay hattı misali kitleler üzerinde deprem etkisi meydana getirmiş, bir halkı uyandırmış.
Ve bu sözler ne kadar ihlaslı bir kalpten çıkmış ki, sadece kendi ülkesindeki insanları değil, kendinden sonra başka ülkelerdeki farklı dili konuşan insanlara dahi tesir etmiş, onları düşündürmüş, düşündürmeye devam ediyor.
Anlıyoruz ki sözün tesiri, cümle yapısından, özneyi yüklemi doğru yerde kullanmaktan, iyi bir hatip olmaktan, edebik sözler kulanmaktan ziyade, gerçekten dert edinmekten, samimiyet ve ihlastan kaynaklanıyor.
Kim İslam davasını geceleri uykuları kaçacak, gözyaşı dökecek kadar dert edinirse, Rabbim de mübarek davayı bu mübarek omuzlara yüklüyor.
Samimi, vefalı, fedakar kalpler de bu şahsiyetin etrafında toplanıyor. İhtiyaç duyulan her şey bir bir gideriliyor. Yeter ki Rabbinden gerçekten isteyen, ihlaslı samimi duamız olsun.
Müslümanlar olarak görüyoruz ki, bugün, gerek yaşadığımız toplumu İslam’a davet, gerek haramlarla savaşımız, İslam coğrafyalarının ayrı ayrı imtihanları… Kimilerinin savaşla, kimilerinin açlıkla, kimilerinin ırz ve namuslarının tehdit edilmesi ile… Daha yüzlerce sayacağımız, dert edineceğimiz mesele söz konusu.
Bize ulaşan haberler, videolar, resimler, yardım çalışmaları, durdurak bilmeden yapacağımız onca iş, sorumluluk…
Ve bütün bunların içerisinde yorgun düşen kalplerimiz, cılızlaşan, enerjisi tükenen dava şuurumuz, bilincimiz, tesir etmeyen sözlerimiz… Tüm bunların ardında yatan sebebi arıyoruz.
Müslümanların zirve yaptığı dönemlere baktığımızda, küffarla büyük mücadelelere girdiği dönemlere baktığımızda, onların gecelerinin gündüzlerinin İslam davası olduğunu görüyoruz. O dönemlerde yüreklerden öyle dualar yükselmiş ki, şiddetli yakarışlar arşa ulaşmış. Tıpkı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Bedir savaşı öncesinde ridası sarsıntıdan yere düşecek kadar yalvarışı gibi.
Küffarı zelil edecek planların, projelerin, çalışmaların, bu dua sahiplerine nasip olduğunu görüyoruz.
Bizlerin dava bilincini, şuurunu zayıflatan, cılızlaştıran şeylerin dünyaya ait olan geçici gündemler olduğunu unutmayalım. Bu durumda yapmamız gereken, birbirimizi suni gündemlerden uzaklaştırıp, yaşam gayemiz olan kulluğumuzu, davamızı, İslam ümmetinin içinde bulunduğu hali, düşmanla savaşımızı sürekli, durdurak bilmeden hatırlamak. İzzetin, kurtuluşun yalnızca İslam’da olduğunu bir daha, bir daha hatırlamaktır.
Nasıl ki küffar durdurak bilmeden bizleri dünyaya teşvik ediyor, zaaflarımız üzerinden, eğitimle, teknoloji ile, medya ile saldırıp, bizi asıl meselemizden uzaklaştırıyorsa, biz müslümanlar da daha fazla hatırlatmak zorundayız.
El-Benna döneminde Mısır halkı, İslam’ı tamamen terketmiş değildi. Sadece küffarın onların hayatlarına soktukları gündemlerle asıl meselelerinden uzaklaşmış, İngiliz şirketinin kurduğu Suveyş’te birer işçiydiler. Hasan El-Benna İngilizlerin, Mısır halkını ezdiğini, onları zelil ettiğini görüyordu. Haramlar mübahlaşmıştı.
İşte Hasan El-Benna’nın uykularını kaçıran, kalbini parçalayan bu gördükleriydi.
Allah celle celaluhu Mısır halkına El-Benna’yı vesile kılarak yeniden izzet ve dirilişi hatırlattı.
“Ancak yine de hatırlat, çünkü hatırlatmak, mü’minlere fayda verir.” [1]
Rabbim bizlere, toplumumuzu uyandıracak, izzet ve şerefin yalnızca İslam’da olduğunu anlatacak samimi, ihlaslı ameller nasip etsin. Allahumme Amin…
Selam ve dua ile
[1]. Zariyat, 55