İslam Sancağı Yeniden Dalgalansın Kudüs’te…

Kapak Dosya – Said Özdemir / 2013 Haziran / 7. Sayı

Henüz Mekke dönemi, peygamberliğin verildiği yıllardan çok uzak, hicrete çok yakın bir zamandı.

İşte Rasulullah…  Kâbe’nin hemen yanında eller semada, gözler ise yaşlarla duadaydı. Gözleri önünde Müslümanlara işkenceler yapılmış, aç bırakılmış kendiside bundan nasibini almıştı. Emir Allah’ın emriydi, Emir Kur’ân’dı. Allah anlat/tebliğ et diyordu. O kutlu elçi de emre uyup kapı kapı müşriklere din götürüyordu. Üzerine almış olduğu emanetten vazgeçmeden, etrafında görmüş olduğu düşmanlıklara, yalanlamalara ve iftiralara aldırmıyor, bu dinin ipini göğüslüyordu. Canlarımız Ona feda olsun bazen gider Kâbe’nin örtüsüne sarılır ağlardı, mahzun olurdu. Ebu Cehil kabul etmiyorsa fakir Bilaller kabul eder diyordu. Ümmü Cemiller yola diken döşüyorlarsa Sümeyralar, Haticeler var diyordu. Derken düşmüştü Taif yollarına… Taşlanmıştı, değeri kıymeti bilinmemiş, kapılardan, sokaklardan kovulmuştu. Dönerken, dinlenirken, eller yine semaya kaldırılıyor, bir duadır yükseliyordu:

“İlahi! Kuvvetimin za’fa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü, ancak sana arz eder, sana şikâyet ederim…”

       Kim Allah’a yöneldi de kaybetti! Kim O’na inanıp emrini yerine getirdi de ziyana uğradı! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem İslam’a davet merhalesindeydi. Henüz davetinde başarı ile sıkıntılar arasında bir yerdeyken Miraç hadisesi meydana geldi. Allah Subhanehu ve Teâlâ O’nu çağırıyordu. Onu her zaman destekleyeceğini haber verecekti.

Önce İsra ile başladı yolculuk, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa’ya cesediyle, Burak üzerine binmiş olarak, Cibril aleyhisselam’ın yanında geceleyin götürülmüştü. Beytul-Makdis’de indi, peygamberlere namaz kıldırdı ve dünya semasına doğru yolculuk başlayarak Miraç hadisesini yaşıyordu. Sema âleminde sırasıyla bazı peygamberleri gördü Onlara selam verdi. Allahu Teâlâ’nın sonsuz kudretini müşahede etti. Yeryüzüne indiğinde artık her şey değişmişti…

Evet, Müslümanlara yıllardır kitabi bilgilerle anlatıldı İsra-Miraç hadisesi. Anlatılanlar yaşanmak, hayata tatbik edilmek için anlatılmıştı. Zaten bu hayat denilen sahnede her birimize bir rol biçilmemiş miydi? Engebeli ve zor olan İsra ve Miraç yolunun altın kuralları vardır:

Bu yola baş koyan, davasına samimice inanan Müslümanlar bilmelidirler ki; İsra için azık gerekir;

“(Ey müminler!) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır.” (Bakara/197)

O halde hayatımızda bir İsra ve Miraç yolculuğuna başlamak istiyorsak önce göğsümüzü yarıp kalbimizi çıkarmalı ve onu iman ve hikmet nuruyla yıkamalıyız. Ama iş bununla bitmiyor. Çünkü yolculuk bundan sonra başlıyor. Bu yolculukta “iki günü birbirine eşit olan zarardadır” hadisini de önüne koymalı Müslümanlar.

Bu yolun başlangıcında İsra ve Miraç olayını duyan ve sorgusuz tasdik eden Ebu Bekir gibi sadıklardan olmak zorunda Müslümanlar, önce iman miracını oluşturmalı kalbinde, Allah’ın dinini kuşanabilmeli, anlatabilmeli Müslümanlar. İnandığı akidesine sırtını dayayıp, sıkıntılarına katlanmalı, ‘Yol buysa, bir kaç adımı Rabbin rızası, ikramı cennet demeli.’

İsra ve Miracı yaşamak isteyen bir Müslüman asla arkasına bakmamalı, kimin geldiğine aldırış etmemeli, ‘İhlâs’ım ve İman’ım’ bana yeter demeli, sayıların çokluğuna değil, taşınılan sıfatlara bakmalı, kişilere bakıp yolu tanımamalı, yola bakıp yolcuları tanımalıdır.

O zaman İsra ve Miracı yaşayan bir Müslüman, bu dinin yılmaz bekçilerinden olması ve daima aktif/faal durumda olması gerekir. Duran su gibi kokmamalı, daima hayat bulmalı yürüdüğü yoldan.

İsra ve Miraç misyonunu yüklenen, taşın altına elini koyan Müslümanların unutmayacağı bir şey daha var ki; o da İsra ve Miraç topraklarına karşı sorumluluklarıdır. Şu dünyada yaşayan tağutların saltanatlarını darmadağın edecek, gözlerini küfre dikmiş, kendine rahat uykuyu caiz görmeyen İhlâslı Müslüman’ın gözleri/sözleri İsra ve Miracın yaşandığı topraklardadır; Mekke ve Mescid-i Aksa… Birinde Müslümanlara azap edilip, zindanları Rabbani âlimlerle doldurulup sahip olduğu petrolü Amerika’ya peşkeş çekilirken, diğerinde ise 1948 yılından beri Müslümanlara cehennem yaşatılıp, hayatı zindan ederler. Misyonları aynı, icraatları aynı sadece maskeleri değişmiş o kadar.

Bugün Suriye’de, Irak’da, Afganistan’da, Yemen’de birçok savaşların yaşandığı bu coğrafyalarda Müslümanların tek gayesi, tek bir söz var;

“Şuan burada nöbet tutuyoruz ama gözlerimiz daima Kudüs’tedir.”

İsra ve Mirac’ı yaşamak isteyen Müslümanlar kendilerini ve evlatlarını Mahmud Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi gibi yetiştirmelidirler.

Sultan Mahmud Zengi zahid, abid birisiydi. Beytu’l- Makdis, kâfirlerin elinden kurtulduğu günde orada minbere çıkıp hutbe vermeye kendini sürekli alıştırıyordu. Hicretin 565. yılında Frenkler, Dimyat’ı kuşattıklarında Nureddin, konuyu çok önemsemiş ve kuşatma kendisini çok üzmüştü. Hatta bir hadis talebesi, gülümsemekle ilgili hadisler okuyarak onun tebessüm etmesini istemişti. Ancak o tebessüm etmeyerek şu cevabı vermişti: “Dimyat sınırında Müslümanların, Haçlılar tarafından kuşatma altında tutulduğu bir sırada, Cenab-ı Allah’ın beni gülümserken görmesinden utanırım.”

Nureddin Zengi, Haçlıları engellemede güçlü bir bilekti. Onun Haçlıları engellediği bir yer de Telharem bölgesiydi. Nitekim o bölgede 30.000 Haçlı Ordusu toplanmıştı. Müslümanlar bu orduyla karşı karşıya geldikleri zaman savaş çok kızışmıştı. Nureddin Zengi atından indi ve bir dağın arkasında yerden toprağı avuçlayarak yüzüne sürdü ve Allah’a şöyle nidada bulundu:

“Allah’ım! Sen kendi dinine yardım et. Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?”

Şeyh Ebû Şâme şöyle bir rivayet aktarmıştır: “Mansura kalesinde bulunan Ebû’d-Derda Mescidi’nin imamı, Haçlıların Dimyat’tan kovuldukları gece rüyasında Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem kendisine şöyle dediğini işitmiştir: “Nureddin’e selâm söyle ve Haçlıların Dimyat’tan ayrıldıkları müjdesini kendisine ver.” Ben dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü! Bunun alameti nedir?” Peygamberimiz buyurdu ki: “Telharim gününde secdeye kapanıp şu duayı yapmış olduğunu Nureddin’e bildir: “Allah’ım! Sen kendi dinine yardım et. Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?” Nureddin Mahmud, Ebû Derda Mescidi’nde sabah namazını kıldıktan sonra imam ona bu müjdeyi vermiş ve Rasûlullah’ın anlattığı alâmeti kendisine bildirmişti. “Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?” sözünü nakletme sırası geldiğinde bunu söyleyememiş ve utanmıştı. Ancak Nureddin Mahmud, imama, “Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sana emrettiği şeyi söyle!” deyince imam aynı ifadeyi kullanmış. Nureddin Mahmud da, “Doğru söyledin” demiş ve bu olayı doğruladığını ve sevindiğini bildirmek amacıyla ağlamıştı. Sonra durumun açıklığa kavuşmasını beklemişler ve gerçekten de Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem rüyada imama haber verdiği şekilde Haçlıların Dimyat’ı bırakıp gittiklerini gördüler. Savaşın sonucunda ise, Haçlılardan 10 bin kişi öldürülmüş,10 bin kişi de esir alınmıştı.

Nureddin Zengi, Kudüs’ün fethi sebebiyle gözlerine sürme çekecekti. Ama bu arzusuna kavuşamadan vefat etti.

O vefat edince yerine Selahaddin Eyyubi geçmişti. Ebu Hamid et-Tavil derki: “Musul’un imamı olan şeyh Molla Ömer’in yanına girdim. Yanında Mısırlı bir adam vardı. Ona dediler ki: “Rüyamda yeryüzünün domuzlarla dolu olduğunu gördüm. Bir adam ise elinde kılıç ile domuzları öldürüyordu.”

Ben zannettim ki (Ebu Hamid) bu adam İsa mesihtir. Ve hemen akabinde: “Bu rüyandaki adam Meryem Oğlu İsa olmalıdır? dedim.

“Hayır, bilakis o Yusuf Selahaddin Eyyubi’dir” dedi.

Selahaddin Eyyubi’nin annesi Selahaddin’e hamile kalınca rüyasında ona şöyle seslenildi: “Şüphesiz ki senin karnındaki çocuk, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç taşıyacaktır”

Ve Selahaddin Eyyubi fetih arzusuyla yanıp tutuştuğu Kudüs’ü, Tarihe altın harflerle yazılan Hıttin zaferiyle ele geçiriyordu.

Çeşitli çabalardan ve karşılaşmalardan sonra nihayet tarihte kesin bir sonuç sağlayan savaşla karşı karşıya gelindi. Bu savaş Filistin’deki Hıristiyan devletine son veren, Haçlıların işini bitiren, onların varlığına sünger çeken bir savaştı. İşte Hıttin savaşı bu idi; 24 Rebîulâhir 583 H.yıla rastlayan 1187 miladî yılında Cumartesi günü yapıldı. Bu savaşta Müslümanlara feth-i mübîn (açık seçik, en büyük, muhteşem zafer) nasip oldu.

Hıttin zaferinden sonra Sultan Selahaddin’in sabırsızlıkla beklediği o mübarek fırsat, Kudüs’ü fethetme fırsatı hemen geldi.

Bu dönemde Selahaddin, tek oğlunu kaybetmiş bir ananın ızdırap içinde yanması gibi, gam ve kederle doluydu. Yemeden ve içmeden kesilmişti. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda, “Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku nasıl girebilir?” demişti.

Kadı İbn Şeddâd şöyle yazıyor:

“Sultan Kudüs’ü o kadar düşünüyor, onun hakkında öyle dertleniyordu ki; dağların bile tahammül edemeyeceği bir yük taşıyordu kalbinde.”

Nureddin Zengî merhum büyük bir titizlikle ve özenle, dinî bir heyecan ve zevkle, büyük bir masrafla Kudüs için çok güzel bir minber yaptırmıştı. Kudüs fethedilip de Allah orayı tekrar Müslümanlara nasip edince bu minberi oraya dikmeye ahdetmiş, hazırlığını yapmıştı. Selahaddin, Halep’den o minberi getirtti ve Mescid-i Aksâ’ya diktirdi.

Selahaddin Eyyubi Kudüs’te kıldırdığı ilk cuma namazında şu ayetleri okudu.

فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Böylece zulmedenlerin ardı arkası kesildi. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.” (En’am/45)

Hatırlar mısınız acaba? Tarihte Müslümanları yenilgiye uğratan bir kadın vardı. Bu kadın “Endülüs (İspanya) Müslümanların elinden alınana kadar elbisesini asla çıkarmayacağına dair yemin etmişti.”

Bu kadın İspanya Kralı olan Ferdinand’ın karısı olan İzabelladır. İspanya tarihinde de “Eski elbisenin sahibi” olarak bilinen bir kadındı.

Bu kadın kendi inandığı davasının muzaffer olması için böylesine kendisini dinine ve amacına adamıştı. Endülüs sonuçta işgal edilmişti. Endülüs’te yaşayan Müslümanların dinlerinden uzaklaşmaları ve haramları işlemeleri sonucu Endülüs düşmüştü.

Şimdi soruyorlar; Kudüs ne zaman müslümanların eline geçecek?

Bizde diyoruz ki; “Müslümanlar kendi dinlerine dönmeyene kadar Kudüs Müslümanların eline geçmeyecektir”